‘’Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydınlığı kadar olacaktır.’’
Cemil Meriç
Varoluş macerasına başladığımızdan bu yana yönünü çoğu zaman kendimizin belirlemediği bir yolda bilinçsiz adımlarla yürümekteyiz. Bu düz ve tanıdık yolu, korkularımız engellediği için giremediğimiz nice bilinmez patikalara yeğ tutmaktayız. İçsel mekanımız birilerinin yargılarıyla belirlenmiştir. Buradan, yok oluş ve var oluş arasında çırpınan ruhumuzun çektiği tüm acılara rağmen, tedbil-i mekan yapamamaktayız. Halbuki ferahlık arayan önce bu mekanı terketmelidir, zira kafasını yanında taşıyan insanın, bir tatlı huzur almak için Kalamış’a gitmesinin ruha faydası olup olmadığı tartışmaya açıktır.
Dış mekanı, kapitalist mimarlar tarafından yapılmış ve değiştirmeye yeltenince meczup olarak nitelenecek olan ruhumuzun, iç mekanı bütün toplum tarafından dizayn edilmiştir. Doğumdan itibaren başlayan, süreğen bir oluşum. Evvel zaman içinde, iç denilen tarlaya birileri tarafından ekilmiş korkular, değersizlik hissi, kibir, intikam, nefret, öfke vs. Çamura sevgi üfleyerek yaratılmış insan için, bu tarlanın ürünlerinden beslenmek, hayattayken ruhu teneşire bağlamak gibidir. Peki buna rağmen neden o tarladan çıkamayız? Nedir bizi o tarlaya mahkum eden? Alternatif yollara girmemizi engelleyen nedir? Alışkanlıklarımız mı? Korkularımız mı? Üşengeçliğimiz mi? Belki de hepsi ve daha fazlası.
İvan Gonçarov ‘un Oblomov adlı romanını okuyanlar bilir. Oblomov isimli kahraman yaşadığı aksilikleri çözmeye ve yeni bir şeyler yapmaya yönelik düşünür durur fakat bunları bir türlü hayata geçiremez. Çok tembeldir, elbiselerini bile evdeki hizmetçisi giydirir. Çok kolay kandırılabilir. Sürekli evdeki kanepesinde uzanır. Oradan kalkmak istemez, bunun nedeni biraz da insan ilişkilerini samimiyetsiz bulmasıdır ki bu konuda pek de haksız sayılmaz. Neyse ki Ştoltz adında çok yakın bir dostu vardır ve onun bu ruh halinden kurtulması için elinden geleni yapar. Hatta Oblomov’u, bir kadın arkadaşıyla tanıştırıp aşık olmasına bile vesile olur. Oblomov aşkın heyecanıyla bir süre toparlanır, kanepesinden uzaklaşır ama bu durum fazla uzun sürmez, yılların bağımlılığından kurtulamaz ve kanepesine geri döner. Oblomov’un kanepesi onun konfor alanıdır; orada aç kalabilir, pislik içinde yaşayabilir, birileri tarafından kandırılabilir, aşkından vazgeçebilir, mutsuz bir yaşam sürebilir ama sonuç itibariyle kanepesi tanıdıktır, bu yüzden daha güvenlidir.
Yazımın başında belirttiğim tanıdık yol, Oblomov’un kanepesine benzer. Bu yolun yokuşlarını, kavşaklarını, inişlerini, çıkışlarını yaşadıklarımız oluşturur. Ve biz yaşadığımız duygulara alışır, bağımlı hale geliriz. Bu yolda yaşadığımız değersizlik, güvensizlik, öfke, nefret, kaygı, vs. duygusu ne kadar kötü olursa olsun tanıdıktır, oranını biliriz ve başka patikalarda daha büyüğünü yaşamaktan korkarız. Bu yüzden oralara gitmeye cesaret edemeyiz. Ne büyük ön yargı! Uzandığımız kanepede birileri bizi yedirir, içirir, giydirir. Daha uyumlu yaşamak uğruna, ailemize münasip ilişkileri aşka tercih ederiz. Hayal kurma yeteneğimizden vazgeçer, dayatılan gerçeklerle ölümün yolunu gözleriz. İnsanların, denildiği gibi bir tek canı yoktur. Bir canımızı o kanepede oturup ikinci canımızı teslim etmeyi beklerken vermişizdir oysa ki yaşama anlam katan candır o. Ama herkes için kaideyi bozmalarını dilediğimiz istisnalarda vardır; kanepeden kalkıp tedbil-i mekan yapanlar. Sen hangisisin? İstisna mı? Kaide mi?
Bir cevap yazın