Yine uyandım. Bu sevinmem gereken bir şey miydi? Öyleyse bile ne kadar uzun süre dayanabileceğimi bilmiyorum. O kadar yorulmuştum ki saygılı, efendi, çalışkan rolünü yapmaktan. Tamam kabul ediyorum biraz öyleyim, tamamen rol değil tabi ki ama ben aynı zamanda tembel ve yetenekliyim. Ama önemsenen bunlar değildi hiçbir zaman. Önemli olan toplum içindeki o duruşum ve notlarım. Çok sessizsin, diyenlere sesleniyorum; acaba bunu demek yerine artık içimdekiyle mi ilgilenseniz. Ah! Kime konuşuyorum ki hiçbiriniz beni anlayamazsınız. Bana sadece ben gibi birileri gerekli ama o kadar şanslı değilim demek ki. Ama yine de hayat doluyumdur diyeyim size. Ben yine bir köşede sessiz ve dostane bir şekilde gülümseyecek, yine kimsenizle bir sohbet edemeyeceğim ve siz yine sözü sessizliğime, efendiliğime getirecek ben de yine aynı gülümseyişle kafamı sallayacağım.
Şu yatağı da bari bir kez olsun toparlayayım da annem de efendiliğimi takdir etsin ben de yine aynı şekilde karşılık vereyim. Sonra garip bir sessizlik olsun, ben de kahvaltı yapmayacağımı söyleyeyim. Sonra da annem gitsin ben de giyinip o lanet pislik çukuruna gideyim. Hepsi de oldu. Evet o yere gitmek için yine aynı otobüse yine aynı gülümsemeyle biniyorum ve mutsuzluğuma doğru yola çıkıyorum. Ve bunu aylarca ve yıllarca tekrarlıyorum.
Evet; aylar, yıllar geçiyor. Ben sınavlara çalışıyorum, kitaplar okumaya çalışıyorum, arada aslında birkaç dost edindiğimi görüyorum. Mutlu olmaya başlıyorum ama bu da aslında mutsuzluğun gelişinin kutlaması değil midir? Mutlu oluruz ve sonra her şey normale döner ve biz bu normalliği istemeyiz. İnsanlık çok aptal gerçekten.
Bazen düşünüyorum- neyi değil, neleri düşündüğümü sorun çünkü sadece tek bir şeyi düşünmek imkânsız- belki de etrafımda pek kimsenin olmaması benden kaynaklıdır, belki de bu hikayedeki asıl kötü benimdir- niye olmasın canım, bir kere de ana kahraman kötü olsun- diye. Zannetmiyorum. Ama ya… neyse başka şeyler düşüneyim mesela kitaplar. Artık onlara gerçekten bir sevgi besliyor gibiyim. Galiba benim ilk yârim kitaplar. Hayır, hayır ilki müzik- nasıl oldu da henüz bundan bahsetmedim-. Sanırım bu hayatımdaki diğer her şeyden daha güzel. Her şey dediysem de çok şey değil.
Yeni bir kulaklık almıştım ve müziğin hüznünü artık çok daha rahat hissediyordum. Okul dışında tek yaptığım ruhumu ve karnımı doyurmaktı. Arada annemle film izliyoruz tabii, hiç laflamadan. Hayır, hayır ilki ne kitaplar ne de müzik. İlki annem, tabii ki de o. Artık hafızam kalbimle irtibatı pek sıkı tutmuyor gibi- nasıl bu hale geldiğimi anlayamıyorum-. Asıl, nasıl olur da annemi unuturum! Aslında biliyorum. O okul denen yer hem vaktimi hem enerjimi sömürüyor. Eve gidince de kendimi direkt yatağımda buluyorum. Ama bu bahane mi? Annem de son zamanlarda çok sessizleşti, benim gibi. O da artık ne desem aynı gülümse, aynı kafa sallayışıyla bana cevap veriyor. Ah, sanırım annem de benim gibi hissediyor etrafına karşı. Üzülme anneciğim- ilk yarım- ben sana, sen bana yeteriz. Hayır mı anne? Bilemiyorum Altan!
Yine bazen- bu kelimeden nefret ediyorum, artık bir şeyler “bazen” değil “her zaman” olsa ve başka bir şeyler de “hiçbir zaman” olsa- diyorum ki ya sevgisini saçamayan bensem. Belki de ben onlar gibi olmalıyım. Saçmalıyorum. Kendim olmamak zorunda değilim. Ama kendim olunca elde oluyor hep sıfır. Yine kısır bir döngüdeyim. Artık bir el gözükmeli bu köşeden. Şu ana kadar sanki gözükmedi mi? Bunu bilemiyorum bile. Belki de ben görmek istemedim o eli. Son zamanlarda hayata dair umudum çok azalıyor. Saçma sistemlerin zorunlu köleliğini yapmak mı yoksa yeteneklerime göre çalışmak mı? İşte bu da bir başka kısır döngü. Ben bunları düşünürken yine kulağımda kulaklık, yatağımda uzanmışım. Bu durum artık bir adaptasyon galiba. Doğabilecek çocuklarıma bunu aktarmak istemiyorum.
Böyle konuştuğuma bakmayın. Sessizim çünkü sessizliği severim. Bazen kulaklıktan bıkarım. Yine bazen dedim. Bu kelime de adaptasyona dahil mi? Bu sessiz odada hayatta kalmak için bu kelime her üç-beş cümlenin birinde geçmek zorunda mı? Sanırım öyle. Çünkü hiçbir şey garanti değil bu odada. Garanti olan çoğu zamanda burada bulunanın tek ben olması. Odamdaki sessizlik bir yağmur gibi. İlk başta kulağa hoş gelen ama sonrasında delirten, niye bitmiyor dedirten… Artık bir şeyler olsun. Bir şey bana yol göstersin. Ben kimseye kendimi anlatamıyorum. Ama ben onları anlayabiliyorum çünkü basitler. Tek sorun onlarla konuşmak için onlar gibi olmamın gerekmesi. İşte beni en çok korkutan da bu: birilerine benzemek.