Geçen yıl bugün ilkokul arkadaşımın doğum günü partisine davet edilmiştim.
Arkadaşım Beyoğlu’nda bir meyhanede yeni yaşını bizlerle karşılamak istediğini söyleyince
hoşuma gitmişti. Sık sık böyle yerlerde bulunmadığım için mi bilmiyorum siyahı çok
sevmeme rağmen o akşam kızıl saçlarımı ortaya çıkaran petrol yeşili elbisemi giydim. Özenli
bir makyajı özlemiştim. Yeşil gözlerimi daha da etkileyici gösteren bronz rengi bir far
sürdüm. Bayram çocukları gibi o güne kadar hiç giymediğim bir ayakkabımı seçtim. Bazen
sebepsiz yere süslendiğimiz günler vardır ya hani kendimizi özel hissetmek istediğimiz
günler… İçe dönük bir insan olarak o gün belki de balık olup kendimi avlamaya çıkmıştım.
İçeri girer girmez yedi rengin dans etmekte olduğunu hissetmiştim. Güneş batmıştı,
batmıştı ama yine de kamaşmıştı gözlerim. Çiğdem’in yanında uzun boylu, kır saçlarını
ensesinde toplamış bir adam vardı. Ne kadar da anlamlı bakıyordu; dopdolu, aydınlık.
“Seni kuzenim Kerem’le tanıştırayım.”
Abartmıyorum, yıllardan beri böylesine güçlü bir ışık görmemiştim.
“Merhaba Berna! Sonunda tanışabildik. Çiğdem yıllardır anlatır seni.”
“Merhaba!”
Hani hayatıma kimseyi almayacaktım? O gün orada olma sebebim neydi? Bu öyle bir
duyguydu ki ilk kez gördüğüm biriyle aynı gün doğmuş gibi hissetmiştim kendimi.
Yan yana oturup hemen kaynaşıvermiştik. Gece çok hızlı akıyordu, zaten birbirimizi
gördüğümüz andan itibaren hiç ayrılmadık.
Ona kendimi nasıl da sakınmadan anlatmaya başlamıştım.
“Bana da gösterişli armağanlar sunuldu ama bir sürü ödeme yaptım. Onları ne güzel
taşıdım.”
Kerem kadehlere şarap doldurmuş, başını kaldırıp gözlerime şefkatle bakmıştı.
“Başkalarını kandırabildin mi?”
“Harika bir soru. Seni kutlarım Kerem. Evet, bazı insanları kandırdım. Sence kimleri?
Göremeyenleri tabii.”
“Desene hemen hemen hepsini kandırdın.”
“Haklısın, görebilen o kadar az ki…”
“Berna, her geçen an seni tanıdığıma daha çok memnun oluyorum. İyi ki buradayız.
Şerefe!”
“Çiğdem iyi ki doğmuş.”
Gülerek kadehlerimizi tokuşturduğumuzda, Kerem saçlarıma şefkatle dokunmuştu.
Masadakilerle ilişkimiz kesilmişti neredeyse. Bizi kendi halimize bırakmış
gibiydiler.
“Yaşadıklarım acı verdi bana. İçimdeki cerahati hep kâğıda akıtmak geldi içimden.”
“Peki yapabildin mi?”
“Maalesef kocam buna izin vermedi.”
Kerem’in koyu kahverengi gözleri şaşkınlıkla açıldı.
“Nasıl yani?”
“Ne zaman bir şeyler yazdıysam beni küçümsedi, hep alay etti. Büyük yazar deyip
durdu. Başka insanların yanında bile hep yukarıdan baktı bana. Çok şükür kurtuldum ondan.”
“Sen o kadar özel bir kadınsın ki…”
“Yazdığım bir öykü dergide yayımlandı diye nasıl da sevinmiştim. Bana ne dese
beğenirsin. Üç kuruşluk değerim varmış, kendimi otuz kuruşluk gibi göstermeye
çalışıyormuşum.”
“Nasıl, seni kutlamadı mı?”
“Hayır, aşağılamaktan başka bir şey yapmadı.”
2
“Neyse her şey geçti gitti. Hadi gel dışarı çıkıp bir sigara tellendirelim.”
Paltomu giymeme yardım etmişti. Dışarı çıkarken masadakilerden anlamlı bakışlar
fırlatanlar olmuştu. Çiğdem duruma el koyunca, tanışmamızdan hoşnut olduğunu
hissetmiştim.
“Anlatımın da senin kadar güzel, tatlı, seni dinlemek çok keyifli benim için.”
“Sağ ol, bunu duymak güzel. Hep benden konuştuk. Biraz da sen anlat kendini.
Çiğdem’den duyduğum kadarıyla burada yaşamıyorsun.”
Kerem sigarasından derin bir nefes çekmiş sonra hüzünle gülümsemişti.
“Evet, inzivaya çekildiğimi söyleyebilirim. Kaçtım, insanların ikiyüzlülüklerinden,
bencilliklerinden kaçtım.”
“Evlendin mi?”
“Hayır, yıllarca süren bir beraberliğim oldu. Meğer sahteymiş her şey. Peki, sen nasıl
kurtulabildin kocandan?”
“Hayatına başka biri girdi. Beni hem aşağıladı durdu hem de boşanmaya bir türlü
yanaşmadı. Böylesini duymadım zaten. O kadına teşekkür borçluyum. Düşünebiliyor musun,
sayesinde kendimi buldum.”
“Eh, geçmiş olsun.”
Bir süre sessizce birbirimizi süzmüştük.
“Sana bakmaya doyamıyorum, dinlemeye doyamıyorum.”
Kerem hafifçe elini omuzuma koymuştu.
“İçeri girelim mi artık? Hava biraz serin, üşümeyesin.”
İçeri girdiğimizde herkesi selamlayıp yerimize oturmuştuk. Çiğdem bize bakıp imalı
imalı gülümsemişti.
“Seni merak ediyorum. Hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum. Buradan gidinceye
kadar ne iş yapıyordun?”
“Kendimi sana anlatacağım çok zamanımız olacak. Artık göl kenarında istediğin kadar
yazabilirsin. Yaşadığım yeri seversin diye düşünüyorum.”
Gülerek başımı sallayıp onaylamıştım. Hayatımın geri kalanını ona adayabileceğimi
hissediyordum. Yaşadığımız hayal mi yoksa gerçek miydi? Yeni öykümün adı mucize
olabilirdi. Baş parmağının tırnağı dikkatimi çekmişti. Onu incitmek istemiyordum. Çekinerek
sormuştum.
“Parmağın! Ne oldu? Bir kaza mı geçirdin?”
“Uzun hikâye. Akademisyendim. Ben de başkaları gibi 12 Eylül’den payıma düşeni
aldım.”
“Yaşadıkların için üzüldüm. O dönemi çok net hatırlıyorum. Üniversiteye yeni
başlamıştım. Her sabah polis aramasından geçip okula girebiliyorduk. İçeridekiler kim bilir
neler yaşadılar?”
“İşte ben de onlardan biriyim. Doğrularımın bedelini ödettiler. Tırnağımın çekilmesi
tabii canımı acıttı ama inan bu bir şey değil. Tanık olduklarım bin beterdi. O kadar çok olayın
ortasında kaldım ki…”
“O soruyu sormasaydım keşke sana.”
“Olsun… O günleri konuştuğumda üzülüyorum, hiçbir şeyi unutmadım ama sen çok
başkasın. Bana istediğini sorabilirsin.”
Birbirimize dokunmayı arzuladığımız o kadar belliydi ki… Gülümseyen kalbimizdi.
Zamanımızın liseli aşıkları gibi masanın üstündeki elime parmaklarının hafifçe dokunduğunu
hissettiğimde dünyalar benim olmuştu.
“Canı gerçekten acımış olan insanlar birbirlerini daha iyi anlayabiliyorlar.” dediğimi
hatırlıyorum.
“İkimiz de insanlardan kaçar olmuşuz. Bu ortak yanlarımızdan sadece biri.”
“Peki, yaşadıkların kariyerini nasıl etkiledi?”
3
“Hakkım olan unvanı bana vermediler. Kendilerince cezalandırdılar beni. Düşünce
suçlusu ilan edildim. Benden bilgi olarak çok daha aşağı düzeyde olan insanlarla savaşmaya
devam ettim bir süre.”
“Çok yorulmuş olmalısın.”
“En fazla yoran ne oldu biliyor musun? Yıllarca birlikte olduğum, beni gerçekten
sevdiğine inandığım kadın tarafından satıldım. Anlayacağın çıkarları ön plana geçti.”
Konuştukça kendimizi birbirimizde bulmuştuk. İki insanın bütün olmasının ne demek
olduğunu onunla anlamıştım. Birbirimize hazırlanmıştık. Zaman ancak izin vermişti bize.
Gece gündüzü yakalamaya hazırlanırken, hep birlikte kalkıp yürümeye başlamıştık o
eskimiş sokakta. Tam köşeyi dönerken beremi unuttuğumu fark etmiş, geri dönmek
istemiştim.
Kerem’in kararlı sesi hâlâ kulaklarımda.
“Sen, Çiğdemlerle yola devam et. Ben alırım.”
Yalnız gitmesine gönlüm razı olmamıştı.
“Tek başına gitme. Ben de geleyim.”
Ne güzel gülümsemişti.
“Şurası zaten. Size iki üç dakikada yetişirim.”
Yanımızdan henüz ayrılmıştı ki bir silah sesiyle sokak ortasında ürpertiler içinde
kalakalmıştık. Tam da buluştuğumuz mekân yönünden gelmişti ses. Hedefini şaşırmış bir
kurşunla gece gündüzden bir daha birleşmemek üzere ayrılmıştı. Oysa henüz buluşmuştuk.
Kendimizi ne çok aramıştık. Bulduğumuzdaysa kavuşmuştuk birbirimize. Daha anlatacak ne
çok öykümüz vardı. Bu kadar yarım, bu kadar eksik kalmamalıydık…
Bir hafta sonra Çiğdem göl kenarındaki eve götürmüştü beni. Bütün duvarları
okşamış, yatağında kokusunun sindiği çarşafların üstünde uyumuştum. Yastığına başımı
koyduğumda onun anlamlı yüzü gözlerimin önünde belirmişti. İlk gece rüyamda ikimizi
görmüştüm, hiç konuşmamıştık, birbirimize bakıp sarılmıştık sadece. Sabah uyandığımda
huzurluydum. Çiğdem birkaç gün kalıp dönmüştü. Yalnızca yedi saat, on dakika birlikte
olduğum sevgilimin evinde günlerce kaldım. Orası yıllarca yaşadığım evim gibiydi.
Masasında yazdım. Sandalyesi ne rahattı, bir zamanlar parmaklarının dokunduğu bilgisayarını
kullandım. Kerem’e anlatamadıklarımı hırsla yazdım. Onun başladığı öyküleri de
tamamladım. Yazarken nefesini sağ yanımda hissettim, hem de kaç kez hissettim. Tarif
edilmesi mümkün olmayan gizemli bir güç ilk romanımı orada yazdırdı bana. Yakasını
bırakamadığım ne kadar yaşanmışlık varsa hepsini kustum âdeta. Yazdıkça kurtuldum
onlardan. Sevgilimi de rahatlatmaya çalıştım, o da mutlu olsun istedim.
Çok kısa sürede unutulmaz anlar yaşadığım o Beyoğlu sokağına götürüyor beni şimdi
ayaklarım. Yürüyen gerçekten ben miyim? Bugün özel bir gün. Bu akşam ödül törenim var,
yani seçilmiş bir kişiyim. Konuşma hazırlamadım. Gönlüme değen sözcüklerin
dudaklarımdan akıvermelerine izin vereceğim. Yaşamım da öyle zaten.
Bugün, baştan sona benim… Tam bir yıl önce yeniden yaratıldığım, onu bulup
kaybettiğim günün yıldönümü. Ödül alacağım bu akşam!..
Bir cevap yazın