Ölüm uyanmak istemeyeceğin bir rüya gibi.
Üçüncü Bölüm
Kral
Aşkı kadere bırakmak genç adamın bu durum için kullandığı kelime bu olmalıydı. Kitap ve kadın her ikisinide ona getirecek olan zaman ve kaderdi yalnızca, sonuçta zaman akardı.
Belediye otobüsünün bilet okuma sesleri arasında siyah deri kaplı kalın bir kitabı okuyordu. Tam olarak okumakta değildi yaptığı, bir sayfaya bakıyor kontrol ediyor sonra diğer sayfaya geçiyordu. Sayfalara yeni notlar ekliyordu. Notlar genelde kelime hataları üzerineydi, bir kaç yerde de “kelimenin anlamını öğren” yazıyordu, hemen devamına “hala varsa” diye eklediği başka kelimelerde vardı.
Son sayfada da benzer bir not aldı, sonra bir kaç cümle daha ekledi, sonunda işinin bittiğine karar vermişti ki kitabın kapağını kapattı, oysa mükemmel olmaya çok uzak olduğunu düşünüyordu. Deri kaplamanın üzerine dokundu, dokunuşunda korkuyor gibi bir kararsızlık ve çekingen bir sevgi vardı.
Başını kaldırıp ileriye baktığında kahve rengi gözlerinde hüzün, umut, sevgi denilebilecek pekçok duygu birikmişti, bir an sonra ağlayacak bir adamın gözleriydi bunlar. Gözlerini gören her insan onun ağlayacağını düşünürdü, genç adam yuvarlak çerçeveli okuma gözlüklerini çıkardı, göz yaşı yoktu, bunun yerine dudaklarına hafif bir tebessüm belirdi.
Kadın oturduğu koltukta yorgundu, bu yorgunluk onun için hep tatmin edici olmuştu, boşa geçmemiş yaşanmış bir gün olduğunu düşünür bundan memnun olurdu. Şu an da böyle bir akşamda oturduğu koltukta uyukluyordu. Yorgunluğu genç adamın gelişini farketmesine engel olmuştu ve ancak yanına oturduktan biraz sonra onu farkede bilmişti. Siyahlar içinde ki adamın ona gülümsediği de bu nedenle farkedemedi.yuvarlak çerçeveli gözlüklerini farkettiğinde, adamın bütün görünüşüyle tezat olan bu görüntü onun da gülümsemesine neden oldu, fakat o gülümsediğinde adamın ilgisi çoktan elindeki deftere yönelmişti ve notlar birşeyler karalamaya başlamıştı.
Genç adam defteri dizlerine koydu ve montunu çıkartmaya başladı, eğer defterin kapağında ki yazı dizlerine gelecek şekilde koymasaydı yarım saat sonra yapacağı etki asla yapmaya bilirdi, zamanın akışında bir parça kaos her insan gibi onlarıda etkisine alıyordu bu gece. Defteri açtı ve incelemeye başladı, üzerini karalayıp notlar yazıyordu. Kadın önce kendisinin de otobüste çok defa yaptığı gibi adamın ders çalıştığını düşündü.
“İtuka” yazan kısmı açtığında yanıldığını farkettiilgisini çeken bir hikaye vardı içinde, sayfanın yarısını okumuştu ki adam sayfayı çevirdi, “Legr ve İtukanın Çocukları” diye bir başlık gördü. “Losun son yolvuluğu” yazıyordu. Kadın bunu tanıdığını düşündü belki daha önce okumuştu bir yerlerde.
Kadının durumu arada bir göz atmaktan ibaret değildi, artık gördüğü her kelimeye büyük bir merakla bakıyor, her kelimeyi ilgiyle okuyordu. Sonunda defterin kapandığını gördü. Okuduklarının bir kopyası daha olmadığını, tekrar böyle bir şansının olmayacağını düşünüyor, biliyordu.
Bir an sonra ilgisi kitaptan adama yöneldi, ağlamak üzere olduğunu gördü ve hayretle baktı bu duruma. Ellerini defterin yüzeyinde dolaştırdığını parmaklarıyla dokunduğunu gördü ve bunu yaparken ona duyduğu sevgiyi anladı. Saçmalık derdi bir deftere böyle dokunmak, başka bir zaman sorulsaydı ona, fakat defterin üzerinde ki ismi görmüştü, dokunduğunun defter olmadığını farketmesi uzun sürmedi. Başka bir zaman ve başka bir insan dan duysa bunun deli saçması olduğunu söylerdi, oysa şimdi kendisi yaşıyordu. Defterin üzerinde ki ismi gördü “Lillian” yazıyordu ve adamın isme kendi ismine dokunuşunda ki aşkı, hüznü ve o anlayamadığı daha fazlası. “Aynı isim ama benim ismim değil” diyordu kendisine, bir an sonra kendi ismi olmasını dilediğini farketti.
Tekrar adama baktığında gözlüklerini çıkartıyordu, bir an için doğruca ileri baktı ve sonra Lillian’a döndü, biraz önce ağlamak üzere olan kahve rengi gözlere baktığında bir gülümseme gördü. Hafif bir gülümseme vardı Lillian’a bakan gözlerde ve gözlerin sahibine ait dudaklarda. Az öncesine ait tek duygu kırıntısı gözlerinde ki hüzün olmalı diye düşünüyordu, hüznü gülümsemesinin arkasında kalsa da yerinden vaz geçmiyor gibiydi.
Ve Anladı…
Kaderin bakış açısı tektir!
Adam kadına baktığında yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Lilliansa gülümsemenin altında kalan hüznü görüyordu, yıllar sonra onu asıl etkileyenin bu hüzün olduğunu itiraf edecekti. Elbette adamın ismine dokunma şeklide onu etkilemişti, hem de olabildiğice fazla, fakat bunu kendine itiraf etmekte bile zorlanmıştı gelecekte.
Gözlerinin içine baktığı kadına bir şeyler söyledi. Lillian bunların hiçbirini duymuyordu, gözlerin huzurunda diye adlandıracaktı bu durumu, sadece eğlence için, korktuğu hüznü unutmamak için. Çok uzun sürmedi adamın konuşması, Lillian da duymadı bu konuşmanın tek kelimesini, hemen ardından genç adam elindeki kitabı kadının dizlerinin üzerine bıraktı.
Lillian dizlerinin üzerine bırakılan defterin ağırlığıyla kendine geldi, adamın son sözlerini duymayı başardı. “bir gün” diyordu “geri getirmeyi unutma.”
Genç adam defteri bıraktıktan sonra durakta durakta kapısı açık olarak bekleyen otobüsten indi. Açık havaya çıktığında ellerini dizlerine koyarak derin bir nefes aldı. Nefesi düzeldiğinde gök yüzüne, yıldızlara baktı, kadın onu göre bilseydi gözlerinde ki bin yıllık hüznün bir anlığına da olsa kaybolduğunu söyleye bilirdi. Tek bir an yalnızca gülümsemişti. Adam yıldızlara baktığı sırada otobüs hareket etmiş ve uzaklaşmış böylece kadın bu tek anı görememişti. Yine de gelecekte bu hüznün yavaşta olsa kaybolmasını izleye bilecek ve bunda kendi payı olduğunu da düşünecekti. Bu son kelimelerin üstüne genç adam çabucak otobüsten indi, Lillian kapının hemen önünde durmuş ellerini dizlerine dayayarak derin nefesler alan adama bakıyordu.otobüs hareket ettti ve adam uzaklaşmaya başladı, adamın kafasını gökyüzüne kaldırdığını gördü, Lillian adamın gözlerini görebilecek kadar yakın olsaydı hüznün bir an yok olduğunu göre bilirdi.
Belki tanırdı Lillian…
gökyüzünden indirdi gözlerini ve yoluna devam eti genç adam, sekiz durak önce indiğini farketmişti, daha sonra cenk on durak önce indiğini söyleyecekti.yapılması gereken işler vardı, olmasa yıldızları daha ne kadar izlemek isterdi bilemiyordu. Yola devam etmeli diye düşündü.
Lillian on durak boyunca kucağında defterle bekledi, açıp okumaya cesaret edememişti, ilk başta dokunmaya da çekiniyordu fakat birkez dokunduktan sonra o yasaklanmış gibi hissettiği defteri kendine ait bir sırmış gibi kucakladı, elinden kayıp gitmesinden korkar gibi sıkıca sarılmıştı. Evinin kapısına geldiğinde defteri bırakmak istemediği için zile bastı, anahtarlarını çıkarmaya çalışsa elindeki kayıp gidecekmiş gibi bir his vardı ve bu histen bir türlü kurtulamıyordu. Kapı açıldı ve arkasından ev arkadaşı göründü, lillian rahatlamıştı sonunda. Gülümseyip tek bir kelime etmeden hızla odasına gitti, arkadaşı bir şeylerin farklı olduğunu anlıyor olsa da tek kelime etmemişti. Lillian böyle zamanlarda onun tanıdığı herkesten daha bilge olduğunu düşünürdü, konuşacağı ve susacağı zamanları mükemmel bir zamanlamayla bildiğini düşünüyordu.
Daha sonra bundan ona da bahsetmeliyim diye geçirdi içinden, sadece düşünceydi bunu hiç bir zaman yapmadı. Defteri ona gösterse neler olacaktı, pek çok şeyin olmakta olandan farklı olacağını sanıyorum, Lillian bunu yapmayarak diğer olası geleceklerin tamamını silmiş oldu ve yaşanması gereken yaşandı.
Yoluna devam etti, hiç acelesi yoktu, ellini cebine soktu, hafifçe ıslık çalmayı denedi ve hala başaramadığını gördü. Islık çalmayı ona öğretmemişlerdi, bir an bunun için babasını suçlamayı düşündü hemen sonra bu düşüncesinden vaz geçti, babasının ıslık çalmayı hiç denemediğine emindi, büyüdüğü yerde hiç kimse ıslık çalmayı denememiş olabilirdi. Islık çalmaktan vaz geçtiğinde aklında bir melodi belirdi, hafif bir mırıldanmayla yavaşça yürümeye devam etti. Acelesi yoktu…
Barış sonunda arkadaşının evine ulaştığında 45 dakika geçmişti, kapıyı çaldı açan aslı’ydı. Kapıyı açan aslıydı cenk’in kızarkadaşı ve ondan çok daha önce barışın arkadaşıydı, yine de arkadaşın sevgilisi olarak anılmaktan kurtulamamıştı. Barışta bir gariplik olduğunu farketmişti elbette fakat bunu sormayacağını biliyordu, zamanı geldiğinde öğreneceğini de. Barışın gözünde ne zaman konuşması gerektiğini bilen yegane insan Aslı olmuştu her zaman.
Kral’ın Gecesi
Gece Kralın gölgesinde daha karanlıktır.
Yakılan ateşlerin boyutu bu nedenle bu kadar büyük olmalıydı, geceyi aydınlatmak kralın gölgesinde çok daha zordur.
Barış’ın arkadaşının evine varmasıyla aynı gecede ve saatte, avcıların toplandığı bu yerde daha fazlasının seçileceği törenler için ilk ateşler yakılmıştı. Yeni adaylar buraya tüm engelleri aşarak tek başlarına gelmek zırundaydılar. Bu engeller daha deneyimli avcılar tarafından bu sınavların bir parçası olarak hazırlanırdı, bazı durumlardaysa engeller bizzat bu avcılar olurlardı. Son sınav yeri Legrin yetişkinlik çemberi olarak bilinirdi, yolculuk kısmı İtukadan son sınavsa Legrden esinlenerek hazırlanmıştı. Los’un doğduğu ve büyüdüğü yerde yapılan sınavların çok daha basitte olsa birer kopyasıydı sınavlar.
Umut ve felaket anlamları tek bedende var olmuş sınav ve savaş alanına yaklaşıyordu, hiç acelesi olmadığını vurgulamak istercesine ormanın karanlığında bir kaç kök kırmızı lalenin yanında oturmuş meraklı gözlerle onlara bakıyordu.
Los’un varlığını hissede bilenler yalnızca kendisi tarafından eğitilen komutanlardı, onlarda yalnızca izin verildiği ölçüde hissede biliyor olduklarını düşünüyorlardı, onunla çok kez aynı savaş alanında bulunanlar bile sadece orada olduğunu bilmekle yetinmişlerdi çoğu zaman. Aynı savaşta olsalarda hiç bir zaman birlikte savaşmamışlardı da, sadece orada olurdu yanlarındaydı fakat onun savaşı olmamıştı hiç bir zaman. Şimdi oturduğu yerde onu görenler tanımazlardı, hatta yüzünde ki bu aptal bakışla onun Los olduğuna da inanmazlardı, onlar için insan üstü bir varlık gibiydi, belki çok azı dışında yüzünü görende olmamıştı.
Bu gecede farklı bir durum yoktu onun varlığından bile habersizlerdi, sadece sekiz komutan onun varlığından heberdardı. Neredeyse her sefer aynı şeyleri yaşadıkları için onlarında bu durumdan etkilenen bir yanları yoktu, sadece bekliyorlardı sonunda yanlarına gelecekti elbette. Ve her seferde olduğu gibi bu gecede de öne çıkan birisi olmalıydı, adı Orion’du bu ismi kendisi mi seçmişti tam bilemiyordu ama öyle seslenilmesi hoşuna gitmişti bir süre sonra, genç avcılardan birisiydi.
Orion olmaması gerekn bir varlığı hissettğini düşünüyordu, kontrol etmek için ormanın içlerine ilerledi, komutanlar Orion’un Los’a doğru ilerlediğini farkettiler, belki durdurmalıyız diye düşünselerde uzun zaman önce onlara her adamın kendi kaderi olduğu öğretilmişti ve olması gerekenin olduğu, azı veya fazlası değil. Bu düşüncelrin arasında itiraf etmeyecekleri bir diğeri de, Los ve bir aceminin karşılaşmasını ilginç bulduklarıda olabilirdi, bunu uzun zaman sonra Orion komutanlardan birisi olduğunda ona itiraf edeceklerdi, yalnızca eğlenceli olacağını düşünüyor olduklarını.
ORİON
Orion hızla Los’a yaklaşıyordu, gücünü gizlemiş ve etkisini hissettirmeyen adama iyice yaklaşmıştı ki kafasında tehlike olduğunu söyleyen bir ses yükseldi. Orion sesi ne sustura biliyor nede duymazdan gelebiliyordu, her saniye ona olabilecekleri haykırıyordu. Sesi engelleyemiyor olması yolundan dönmesine neden değildi, bu komutanlarının belki kızıl olanın, kralın bile taktir edeceği Bir şey olabilirdi. Orion komutanları düşündü onlar böyle bir şeyi hiç hissetmişlermiydi, bir kez olsa bile, onun şu an yaşadıklarını anlaya bilirlermiydi? Bunun mümkün olacağını pek sanmıyordu, kızıl olana gelince onun böyle bir şeyi hiç hissetmediğine emin olabilirdi, korku veya kendi aklına karşı savaşmak onun için mümkün değildi, basit bir efsane gibi zaafları olmayan bir yaratık olmalıydı Kızıl Kral. Orion’un bilmediği çok şey vardı, Los bunu lilan’ın yanında olduğu her saniye yaşardı, tekrar yaşayacağı günde (gece) o kadar uzak değildi aslında.
Los’u gördüğünde Orion’un kafasındaki sesler susmuştu, sonra etrafında hiç ses olmadığını farketti ve hemen sonra hiç bir hayat belirtisi göremedi etrafında. Karşısında kendi yaşlarında sıradan bir adam vardı, karanlıkta tamamen siyah giyinmiş ve uzun saçları yüzünü kapatan bir adam. Artık adamdan ona ulaşan hiç bir his yoktu, bu mesafeden onu görmesi dışında orada yaşayan bir varlık olduğuna dair hiç bir kanıtı yoktu. Belki en korkunç yanı bu olmalıydı.
Adamın ayağa kalktığını gördü, gördümü gerçekten adam orada mı, gerçek mi, kafasında sorular yankılanıyordu, hiçliğin getirdiği bir korkuya kapılıyordu.kafasını toparlamaya çalışarak dikkatini etrafına yöneltti, evet ormandaydı ve ağaçlar vardı ve ağaçları görüyordu yine de orada olduklarından emin değildi. Gerçeklik hissi tamamen kayboldu, şimdi bekliyordu uyanmayı yada karşısında ki tarafından öldürülmeyi.
Ölmemişti yada uyanmadı, yanından yürüyüp giden adamı farkettiğinde rüyada olmaığını anladıysada emin olamadı. Rüya olmadığına karar verdi fakat adamın hareket ettiğini görmediğini de biliyordu, tek bir an için adam yanındaydı, hareket ettiğinden emin olamasa da adam artık yanına kadar gelmişti, geriye savrulan saçları adamın yüzünü ortaya çıkardı. Gördüğü adamın çok yavaş hareket ettiğine emindi, oysa saçlarının geriye uçuşması onun ne kadar hızlı olduğunun kanıtı gibi görünüyordu, hala rüyadan uyanamadım mı diye sordu kendine. Komutanlarının böyle donup kalmasını hoş görmeyeceklerini düşünüyordu, bir an sonra bunun bir önemi olmadığını düşündü, burada son bulma ihtimali çok daha önemli olmalıydı onun için.
Adam görüş alanından çıktığında düşünceleri normal akışına döndü. Ne kadar zaman geçtiğini düşündü, tek bir saniye mi? Günler mi? Aynaya baksa ve saçları beyazlamış olsa buna hayret edermiydi, yıllar geçmiş olsa. Toparlan, diye mırıldanıyordu.
Hızla adamın önüne geçti, az önce ne kadar hızlıydı bu adamın hareketleri bunu belki hiç bilemeyecekti, şimdiyse sıradan bir insandan hiç farkı yok gibi görünüyordu, normal bir insandan herhangi bir farkıda görünmüyordu. Görünüşler onu kandıramazdı, daha az önce olanların farkındaydı ve Orion’a bakıyordu, karanlık ormanda elinde kılıcıyla onu görmüş ama parkta oyun oynayan bir çocuğun yanındaymış gibi rahat hareket ediyordu, bu bile yeterli olmalıydı onun normal olmadığını kanıtlamaya. Sadece ne yapacağına karar veremiyordu.
Daha sonraları onun Kızıl Kral olabileceğini hiç düşünmediğini farkedecek ve buna anlam veremeyecekti, elbette bunu sormuş olsaydı ona sadece duyularının değil aklınında kontrol edilebileceğini öğrenebilirdi.
“Dur” dedi, Orion, başka bir kelime daha söyleyecek gücü kendinde bulamadı, söyleyecek başka Bir şey de düşünemiyordu. Adam cevap vermedi, sessizce ilerlemeye devam etti, düşüncelerinden sıyrılıp, her ne düşünüyorsa, Orion’a bakmadı bile. Metalin sürtünme sesi duyuldu, sessizliğin içinde tiz bir sesle yankılandı, adam duraksadı. Bu duraksama Orion’u memnun etmişti, yaşadıklarının gerçek olduğuna dair bir işaretti.
Doğrudan Orion’un gözlerinin içine bakıyordu ve Orion kolunun ağırlaştığını hissetti, aklın yalnızca tek kelime vurgulanıyordu “son.”
“Kılıcının amacını unutmuş görünüyorsun.” dedi, “Son bir derse ihtiyacın olduğunu görüyorum.”
Orion’un görüşü bulanıklaştı, sonra kararmaya başladı, karşısında ki adam büyüyor boşluğu kaplıyor gibi görünüyordu. Artık karşısında değildi sadece, arkasında etrafında her yerde varlığını hissedebiliyordu ve gözleri karşısında ki adamı hiç olmadığı kadar net bir şekilde görebiliyordu, gördüğüne bile karar verenin karşısındaki adam olduğunu anladı, istemese onuda göremeyeceğini biliyordu. Sonra karşısında ki silüet yavaşça değişti, siyah bir zırh ve kızıl peleriniyle karşısında duran Kraldı.
Onunla karşılaştığında adamın güçlü olduğunu anlamıştı, bu düşüncesinin yeterli olmadığını düşündü, eski zamanlardan kalma bir tanrıyla karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. “Tanrı değil” diye düşündü tekrardan, anlatacak doğru kelime “Kral” olmalıydı ve hemen arkasından “Kızıl.”
Bir an sonra orman eski haline döndü, belki saniyeler bile geçmemişti aradan, bir kaç saat önce buraya geldiğinden hiç bir farkı yoktu ormanın. “Sadece kral” diye düşündü.
Orion’un düşünceleri arasında duyduğu son kelimeler bunlardı, duyduklarından memnun olmuştu ve dinlemeyi bıraktı. Orionu olduğu yerde bırakarak yoluna devam etti. “Sadece Kral” diye düşündü, hoşuna gitmişti bu durum, onun bir tanrı gibi anılmak istediği tek bir an bile olmamıştı.
Bu düşüncenin devamını hiç bir zaman öğrenmedi Los, “Sadece Kral” diyordu Orion tanrıları küçümser bir ses tonu olurdu bunu kelimelerle ifade etseydi. Elbette Orion’un böyle düşünmesi doğaldı o hiç tanrı görmemişti, on üç diye anılanlardan birisini görmüş olsaydı ki artık sadece sekiz tanesi kalmıştı geriye, Los’un ona gösterdiklerini pek etkileyici bulmayacaktı. Orion bir tanrının gücünü bilseydi Los onu etkilemek için çok daha fazlasını göstermek zorunda kalabilirdi.
Sonunda sınavın olacağı yere vardığında Los artık bir hayaletti, gözlerin gördüğü akıllarınsa varlığını reddettiği bir varlıktı, yolu olduğu yerden geçenler etrafından dolanıyorlar kafalarını başka tarafa çeviriyorlardı. Komutanlar Los’un varlığının farkındaydı ve birde Orion. Biraz önce ormandan dönmüş olan adam artık farklı birisi olduğunu biliyordu. Komutanlarıda bunun farkındaydı o gece orionun yaşadığını başka zamanlarda her biri yaşamıştı.
Teoris Los’un yanından geçip ona gülümsedi, burada bunu yapabilecek bir başkası daha yoktu, bütün komutanlar onu daha insani haliyle tanıyorlar ve hepsi de arkadaşlarıydı, karşılarına Los olarak çıktığındaysa onu olduğu kişi ve arkadaşı olarak görmeye devam edebilen tek kişi Teoris olmuştu. Diğerlerinin gördüğü sadece kraldı.
Sonunda Teoris son sınavın kurallarını açıkladı, basitti artık kaybedene yalnızca ölüm vaad ediliyordu. Kılıçlar çekilip emir verildiğinde ortada bir sınav yok, yalnızca savaş ve vahşet vardı. Gerçek bir savaş alanına dönüşmüştü artık, desteklenen kimse yoktu, kaybetmesi istenilen kimse yoktu, ifadesiz yüzlerle izlenen bir savaş alanıydı bu, düşmanların ve dostların katledildiği bir alana dönüşmüştü.
Sonuçta toprak kana doymuş, içeceğini içmiş, içemediğini kusmaya başlamıştı, pek çoğu ölmüştü ölen her biri için dostunu katleden birisi vardı. Yalnızca yedi kişi kazandıkları halde dostlarını öldürmekten vaz geçmişlerdi, bedelinin kendi hayatları olacağını bilerek isyan edenlerdi bunlar.
Kazananlar ve kaybedenler komutanlarının karşısında ölümü bekliyorlardı.
Kızıl Kral gölgelerin arasından yürüdü, yavaş yavaş varlığı farkediliyordu, orion’un gördüğü ezci güçten hiç bir kalıntı yoktu geriye, buna rağmen biliyorlardı kralın huzurundaydılar, adının Los olduğuna dair bilgisi olan da yoktu, onlara anlatıldığı haliyle Kızıl kral olarak biliyorlardı. “Kılıcını çek ve gerçeği fısıldasın, kılıcının huzurunda yaşayanlar kazansın, kılıçlarının amacını unutanlara gerçeği fısılda.”
Kralın huzurunda zafer kazandığı için grurlananlar oldu, kralın sesinde gerçeği duyanlar, pişmanlık vardı alanda ölüm için yapılan hazırlıklar. Gökyüzün renginde buzdan bir kılıç tutuyordu Teoris, çeliği ay ışığını yansıtıyordu, ışık bile olduğundan daha soğuktu. Los’un hayranlığını da kazanıyordu bu kılıç içinde bir zerre olsun karanlık barındırmayarak. “Senin ruhun bu” diyordu her seferinde Teoris’e unutmasından endişe eder gibi sıkça hatırlatıyordu.
Hafif bir meltem eşliğinde bir katliam daha yaşandı, Teoris’in ruhunda hiç nefret barındırmadığını belli eden haifi bir hüzünle görevini yaptı kılıç. Teoris olduğu yerde hiç kımıldamadan bekliyordu, havada esen rüzgarsa eğittiği adamları katlediyordu. Kılıç rüzgarın içinde gerçeği fısıldıyordu, geriye kalan yedi kişi açıkça duyabiliyordu, Teoris’in kılıcı yedi kazanan belirlemişti ve bu yedi kişi kılıçlarının amacını asla unutmayavalardı.
Lillian odasına girdiğinde alışkanlığının rahatlığıyla ışığı açtı, çantasını bir kenara bıraktı, daha çok atmaktı yaptığı, elindeki kitaplar içinde daha fazla özen göstermedi. Aklında sadece bir an önce okumak vardı. Bir sırrı öğrenmek veya yasak olanı yaşayacak olmanın heyecanını yaşıyordu, engel olamadığını farkettiğinde karşı koymaktan vazgeçti.
İlk bölüm İtuka; kralın dönüşünü bekleyen şehirdi.
Hemen sonra Legr’i anlatıyordu İtukanın zıttı olanı. Lanetli ve kutsal olan, gizlenmiş dünyanın iki giriş kapısı. Yazarın bakışında bu iki şehir arasında veya kutsanmakla lanetlenmek arasında büyük bir fark göremiyor gibiydi, onların kara topraklar yada yasak krallık diye adlandırdığı yereyse çok daha büyük bir sevgisi varmış gibi hissettiriyordu yazdıkları.
İsyandı sonraki bölüm, önce ikinci isyan sonra ilk isyan diye devam ediyordu, hikaye geriye doğru anlatılıyor gibi görünüyordu. Hikaye baştan sona yada sondan başa doğru anlatıldıkça hatırlanan anılar geriye doğru akıyordu.
Lilan’ı anlatıyordu Los’un yanında, Lillian’ın farklı bir versiyonu olduğu açıkça belli olan Lilan’ı.
Sonra kısa hikayeler vardı, tam hatırlanamayan anılar gibi, bu bölümleri bir tür günlüğe benziyordu. Yazdıklarından emin olamayan bir adam tarafından soru işaretleriyle doldurulmuş anılar gibiydi. Her kısa hikayede de tekrarlanan ve doğruluğundan emin olunarak yazılmış tek bir kelime vardı “Lilan” bu kelimenin varlığından hiç şüphe etmiyordu sanki.
Odrin ve Teoris vardı, dostları olarak bahsedilen kişilerdi bunlar, ateş ve fırtınanın şarkısı diye anlatmıştı onları, yazan her kelimede olduğu gibi onlarda da tanıdık birşeyler buldu Lillian. Hemen sonra ki bölümün adı “Lillian”dı bu bölümün her sayfası silgi izleriyle doluydu, defalarca tekrarlanmış yeniden yazılmış bir hikayeydi.
Sayfada tekbir cümle vardı;
“Dizlerinde uyuduğum ilk gün gibi bekliyorum
Karanlığın içinden gelmeni.”
Lillian sayfayı çevirdiğinde “Kara topraklar” diye başlayan yeni bir hikaye gördü. Bu hikayenin bitiminde sayfada yine tek bir cümle vardı.
“Uyan çocuk ölüm dizlerinde uyuya bileceğin biri değil.”
Diğer sayfada yine bir hikaye başlıyordu, “Lillian” dı adı ve bu sefer kendisine fazlasıyla benzeyen bir kadın olduğunu düşündü, sadece ismi değil her şeyiyle. Ve sonraki bölüme geçti.
“Ölüm uyanmak istemeyeceğin bir rüya gibi.”
Bu hikayenin adı “Kral” dı.
Yazan ilk kelime “Aşkı kadere bırakmak”tı ve devam ediyordu.
Aşkı kadere bırakmak genç adamın bu durum için kullandığı kelime bu olmalıydı. Kitap ve kadın her ikisinide ona getirecek olan zaman ve kaderdi yalnızca, sonuçta zaman akardı.
Belediye otobüsünün bilet okuma sesleri arasında siyah deri kaplı kalın bir kitabı okuyordu. Tam olarak okumakta değildi yaptığı, bir sayfaya bakıyor kontrol ediyor sonra diğer sayfaya geçiyordu. Sayfalara yeni notlar ekliyordu. Notlar genelde kelime hataları üzerineydi, bir kaç yerde de “kelimenin anlamını öğren” yazıyordu, hemen devamına “hala varsa” diye eklediği başka kelimelerde vardı.
Son sayfada da benzer bir not aldı, sonra bir kaç cümle daha ekledi, sonunda işinin bittiğine karar vermişti ki kitabın kapağını kapattı, oysa mükemmel olmaya çok uzak olduğunu düşünüyordu. Deri kaplamanın üzerine dokundu, dokunuşunda korkuyor gibi bir kararsızlık ve çekingen bir sevgi vardı.
Başını kaldırıp ileriye baktığında kahve rengi gözlerinde hüzün, umut, sevgi denilebilecek pekçok duygu birikmişti, bir an sonra ağlayacak bir adamın gözleriydi bunlar. Gözlerini gören her insan onun ağlayacağını düşünürdü, genç adam yuvarlak çerçeveli okuma gözlüklerini çıkardı, göz yaşı yoktu, bunun yerine dudaklarına hafif bir tebessüm belirdi.
Kadın oturduğu koltukta yorgundu, bu yorgunluk onun için hep tatmin edici olmuştu, boşa geçmemiş yaşanmış bir gün olduğunu düşünür bundan memnun olurdu. Şu an da böyle bir akşamda oturduğu koltukta uyukluyordu. Yorgunluğu genç adamın gelişini farketmesine engel olmuştu ve ancak yanına oturduktan biraz sonra onu farkede bilmişti. Siyahlar içinde ki adamın ona gülümsediği de bu nedenle farkedemedi.yuvarlak çerçeveli gözlüklerini farkettiğinde, adamın bütün görünüşüyle tezat olan bu görüntü onun da gülümsemesine neden oldu, fakat o gülümsediğinde adamın ilgisi çoktan elindeki deftere yönelmişti ve notlar birşeyler karalamaya başlamıştı.
Lillian tedirgin olmuştu ve korkuyla defteri elinden bıraktı, okumaya devam etmekle burada bırakma arasında karar veremiyordu, daha fazlasını kaldıra bileceğinden emin olamayan kadının merakı ağır basıyordu, bunu da yazıyor mu diye merak ediyordu korkumu da anlattı mı?
Yazmıştı Lillian’ın korkusu ve merakı vardı içinde ve daha da fazlası.
Lillian son kısma geçtiğinde olanlara anlam vermeye çalışmaktan vaz geçmişti, son sayfaya geldiğinde kabullenmişlik hakimdi artık, başka ne yapabilirdi ki, yazanlar o ana ve odanın için de yaşananlara aitti.
“Yazmıştı Lillian’ın korkusu ve merakı vardı içinde ve daha da fazlası.
Lillian son kısma geçtiğinde olanlara anlam vermeye çalışmaktan vaz geçmişti, son sayfaya geldiğinde kabullenmişlik hakimdi artık, başka ne yapabilirdi ki, yazanlar o ana ve odanın için de yaşananlara aitti.”
Lillian daha fazlasını kaldıramayacağını düşündü.
“Lillian daha fazlasını kaldıramayacağını düşündü ve anladı hızla odasından çıkıp evin salonuna gitti.”
Lillian “hayır” dedi. “Bana bunu yaptıramayacaksın.” sonunda salonda ne olacağının merakına yenildi ve odasından çıkarak salona gitti.
Kitabın son sayfasını çevirmiş olsaydı, orada yazanları görecekti, görmemesi çok daha iyi oldu, okumak yerine yaşama vaktiydi artık.
Son Sayfa; Lillian “hayır” dedi. “Bana bunu yaptıramayacaksın.” sonunda salonda ne olacağının merakına yenildi ve odasından çıkarak salona gitti.
Bu sayfayı görmemen kader olmalı, artık okumak yerine yaşabiliriz yazanları.
SON.
Bir cevap yazın