Ertan için sabahları evden dışarı atılan ilk adım hep isteksiz olmuştur. Bu sabahta aynı isteksiz tavır ile sigara ve ekmek almak için dışarı adımını attı. Üstelik dün gece bağıra çağıra kavga ettiği sevgilisi Işıl, evde fosur fosur uyuyordu. Bu nedenle Ertan’ın attığı her adım daha da isteksizleşiyordu. Birde üstüne cila niyetine binanın önüne park ettiği arabasının, aynasının kırık olduğunu görünce bu günün asla iyi gitmeyeceğini anlamıştı.
Yerde duran kırık aynayı aldıktan sonra etrafına bakındı. Karşı binanın dördüncü katında oturan ellili yaşlardaki bir amca ile göz göze geldi. ‘’Orospu çocuğu bunlar’’ dedi amca. Ertan, güne o kadar mutsuz başlamıştı ki, amcaya cevap verip konu üzerine konuşarak zaman kaybetmek istemiyordu. İki elini yana açıp ‘’yapacak bir şey yok’’ dedi ve elindeki kırık aynayı duvarın dibine fırlattı.
Caddenin karşısındaki bakkala gitmek için yeşil ışığın yanmasını bekliyordu. Tam o sırada bakkalın bulunduğu caddede taksinin biri, bir anda kırmızı ışığın yandığını fark etmesinden dolayı yaptığı ani fren ile durdu. Arkadan gelen arabada aynı hızda frene bastı ve durdu. Herhangi bir kaza olmamıştı ama iki araç sahibi de arabalarından aşağıya indi. Birbirlerine karşı ağız dalaşları başladı. Bu tartışma, üstüne bahis oynanacak cinstendi. Çünkü bu gibi durumlarda haklı olan haksız duruma düşebiliyordu. Ertan için bu bahiste favori taraf taksici gibiydi. Ama bu taksicinin haklı ya da haksız olduğuna işaret değildi. Gerçek olan şu ki Ertan cebindeki tüm parayı taksiciye basardı. İşte böyle boktan bir durumdu…
Bir buçuk, iki dakika sonra tartışma bitti ve araç sahipleri araçlarına binip gittiler. Ertan’da daha fazla moral bozucu olaya şahit olmadan bakkala girebildi. Günün ilk günaydınını yıllarını bu semte adamış, sigara içmekten bıyıkları sararmış, bakkal sahibinden aldı.
‘’Günaydın, bir tane ‘Kent White’, bir tane de ‘Winsgton Slim’ verir misin?’’ deyip ekmek dolabına yöneldi. Bir tanede ekmek aldıktan sonra, ücretini ödedi ve ‘’Kolay gelsin.’’ diyerek bakkaldan dışarı çıktı. Bakkalın camında asılan yazı dikkatini çekti.
‘’ÜCRETSİZ GAZ MASKESİ BULUNUR’’
Gezi Direnişinden kalma bir yazıydı. Ertan, gülümsedi ve o sırada bakkal sahibi sigarasını yakıp dışarı çıktı.
‘’Sizin gibi genç olmak isterdim. Bu ülkede, tam da bu zamanda genç olmak varmış. Yoksa kim bunların karşısında göğsü dik şekilde duracak!?’’
‘’Bu ülke hepimizin dayı. Bu halkın karşısında kim durabilmiş ki bu zamana kadar?’’
Bakkal sahibinin yüzü güldü, elini kaldırdı ‘’Dikkat et evlat.’’ dedi. Ertan’da elini kaldırarak gülümsedi.
Binanın önüne geldiğinde arabasının önünde durdu. Kırık aynayı tekrar kontrol etti ve binadan içeri girdi.
Elindeki poşeti mutfak masasının üzerine koydu ve yatak odasına doğru ilerledi. Işıl yeni uyanmış bir şekilde yatakta oturuyordu. Ertan, Işıl’ın suratına tavırlı bir bakış attı. ‘’Özür dilerim.’’ dedi Işıl. Ertan cevap vermedi.
‘’Yapmayacaksın değil mi?’’
Ertan, askısı ile birlikte dolaptan beyaz bir gömlek aldı ve Işıl’a döndü.
‘’Yapacağım ve yine sana bir zararım dokunmayacak.’’
‘’İstemiyorum Ertan. Bir daha o duruma düşmeni asla istemiyorum.
‘’Bu konuda benim isteğim önemli, senin değil! Senden sadece beni anlamanı istiyorum. Bu zamana kadar da beni anlayabilseydin zaten, bu duruma düşmeyecektim.’’
Ertan, kapıyı sertçe vurup odadan çıktı. Işıl, Ertan’ın arkasında gözyaşına boğuldu. Peşinden gitmek istiyordu ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini adı gibi biliyordu. Çok geçmeden yataktan kalktı ve mutfağa geçti. Çünkü bu saatten sonra yapabileceği tek şey kahvaltı hazırlamaktı.
Ertan, banyodan çıktı. Üzerinde dolaptan aldığı beyaz gömlek ve elinde beyaz bir beze sarılı kavanoz vardı. Işıl, Ertan’ın o halini gördü ve gözleri yaşarmaya başladı. Birkaç saniye Işıl’ın gözlerinin içine anlamsız bir bakış attıktan sonra elindeki kavanozu masanın kenarına koydu ve kahvaltısını yapmaya başladı. Ne Işıl’dan ne de Ertan’dan ses çıkmıyordu. İkisi de birbirleri ile konuşmadan kahvaltısını yapıyordu. Ara ara Işıl Ertan’a yaşlı gözlerle baksa da, Ertan ne duruşunu bozuyordu, ne de suratında ufak bir mimik beliriyordu.
Ertan, kahvaltısını bitirdikten sonra eline kavanozunu alıp arkasına bile bakmadan evden çıktı. Arabasına anlamsız bir şekilde baktı ve elinde kavanoz ile yürümeye başladı. Yolda birbirleri ile tartışan bir çift gördü ve durakladı. Erkek kıza bağırıp çağırıyordu. Ertan ise durmuş onlara bakıyordu. Erkek Ertan’ı gördü ve ‘’Ne bakıyorsun ulan?’’ diye bağırdı. Ertan, anlamsız bir şekilde bakmaya devam ediyordu. Erkek ses tonunu daha da yukarılara taşıyarak ‘’Siktir git, lan!’’ dedi. Ertan, karşılık vermedi ve yavaş adımlarla oradan uzaklaştı.
Elinde kavanoz ile sahile inen Ertan bir banka oturdu. Kavanozunu da yanına koyup cebinden sigarasını çıkarttı ve yaktı. Sigarayı her içine çekişinde kavanozdan dumanlar çıkıyordu, sigaranın sonlarına doğruda kavanozun üzerindeki beyaz bez hafiften siyah bir is e büründü. Ertan, kavanozu alıp oturduğu banktan kalktı ve kavanozu elinden bıraktı. Kavanoz yere düşüp kırıldı ve düştüğü yer kıpkırmızı oldu. Kavanozun içinde hala atmakta olan bir kalp vardı. Aynı anda Ertan’da yere yığıldı ve elini yere savrulan kalbin üzerine koydu. Kalbin atışlarını hissedebiliyordu. Her kalp atışında aklından hayatı boyunca yaşadığı olumsuz olayları geçiriyordu.
Bıkmıştı artık bu durumdan, karşısındaki kişilerden kendisini mutsuz edecek davranışlar görmekten. İnsanların birbirine zarar vermesini izlemekten, hayatta en çok sevdiği kişilerin mutsuz olmasından, yaşanacak bir dünyada bulunmamasından sıkılmıştı artık. Kendini kalpsiz kılmaya adamıştı. Her şeye tepkisiz kalmak istemişti. Sevdiğine karşı olan sevgisini kaybedeceğini bile bile sökmüştü kalbini. Onsuz da yaşamayı kabul etti, kalpsiz de…
…ve kalp yaralandı gecenin ıslak saatinde,
yıkıldı gökdelenler, parçalandı ay ışığı,
özür dileme benden,
özrü kabul etmiyor artık bu beden…
Bir cevap yazın