Gecenin en hummalı ve onulmaz saatlerinde bir dert furyası beyin damarlarımı
çatlatırcasına genişletiyor. En ilkel yöntemlerle acımı hafifletmeye, sızımı dindirmeye
çalışırken an be an daha da arttığını, beyin loblarımda mıhlandığını hissediyorum.
Düşünmemeye ant içip ve düşünmemek için envai nitelikte senaryolar üretmeye
çalışıyorum ıstırabımı azaltmak için; ama Allah kahretsin! Her türlü cehde rağmen
başaramıyorum, başarılı olamıyorum.
Şu an bilinç dışı, sere serpe uzanmak için ömrümden neyi eksiltmek
istemezdim ki… Hiçbir şeyi düşünmeden, hiç kimseye gereksinme duymadan…
Sadece hayvanî içgüdülerini doyuran bir derviş misali, Kaf Dağının eteklerine, iç
âlemime doğru bir rota çizip ayaklarım karalar bağlarcasına yürüyüp tükenmek
isterdim, fakat bahtsız ve karalar bağlayan bir adamın dileği ne zaman gerçekleşti ki?
Şimdi, Sarmaşık gibi bütün vücudumu çepeçevre sarmalamış amansız bir
acının esiriyim. Her lahza geçmeyedursun kalbimin en kuytu köşesinden tüm
bedenime yayılan ince bir ıstırapla debeleniyorum. Bir duygu nasıl da vücudunun
tamamını esritebilir; hâlâ anlamış değilim, anlaşılacak gibi de değil
zaten…Gitmediğim hastane, başvurmadığım hekim kalmadı. Herhangi bir teşhis
koymamakla beraber meslekî kariyerlerine gölge düşürmemek için kıçı kırık bir
malumatla geçiştirdiler. Bir an gene, komşuların Hekim’e salık etmesiyle olsa gerek,
Hekim Bey’in karşısında umarsız bir vaziyette buldum kendimi. Dedim ya kıçı kırık bir
malumat…işte gene öyle oldu… Bünyem, havaların ani değişimine mukavemet
gösteremediği için zayıf düşüp üşütmeme saik olmuşmuş! Bu kadar basit miydi?
Acılar içinde kıskıvrak tepineyim; sen gel semptomatik yöntemle bir ilaçla geçiştir.
Neden anlamıyorsunuz, neden anlamak istemiyorsunuz Hekim Bey! İçimdeki ezinti
var olduğu sürece uzuvlarım iyileşmemekte ısrar ediyor. Şimdi, bu sadece üşütmek
mi? Hayır, hayır en ufak bir rüzgarda bile bütün benliğimi bir yaprak gibi derinden
titreten; geçmişimi, geleceğimi hatta yaşadığım anı bile işlevsiz ve anlamsız kılan bir
acı sadece üşütmekten ibaret olamaz. Bu, yüreğimin derinliklerinden gelip beyin
hücrelerime nüfuz eden yılların acısıdır; aşk acısıdır.
Bilir misin Hekim Bey! Çok eski zamanlarda aşuka denilen bir bitki varmış. Bu
bitki sadece verimli ağaçların kökleri etrafında yeşerirmiş. Her geçen gün aşuka
ağacı sarıp, köklerindeki verimli besinleri yiyerek kurumasına sebep oluyormuş ve bir
an gelirmiş ki ağaç, besinsizlikten solup gidermiş. Ah, Hekim Bey! Ne ilginç
tesadüftür ki aşk ve aşuka kelimeleri aynı kökten. Aşk da tıpkı aşuka gibi önce
vücudunun tamamını, hatta düşüncelerini de, esir eder. Sonra insanın kalbini
soldurup, öldürünceye kadar zehirli bir salgı üretir. Ah! Gene, tıpkı öncekiler gibi,
anlamayacağını düşünerek bunları sarf etmek lazım gelmedi… Sahi be böyle bir
yürek acısını ifade etmek için hangi kelimeler yüksünür, hangi kelimeler kifayetsizliğin
prangasını kırabilir.
Efkarlı bir iç çekişle gözlerimin içine derin derin baktı, bir zamanlar ben de
Leyla’mın gözlerine derin derin bakıp düşsel bir aleme dalıyordum, Bu sefer benim
derdimi anlayan biri çıktı diye sevinirken şu kelimeler havayı boğdu: “ Efendim, aynı
zamanda ateşiniz de yüksek olduğu için ruh halinize fevkalade etki ediyor, bir an
önce dinlenseniz yararınıza olacaktır” Aman yarabbi! Gene bir düş kırıklığı…
Üşütmüşüm peh!
Evet, Hekim Bey! üşüttüm, hem de yüreğimi. Herkesin bir Leyla’sı vardı, fakat
benimki başka türlüydü, ruhumun içine doğru süzülen allı bir turnaydı. Bir görseniz
canım Leyla’yı gece zülüflerine öykünerek varoluşunu tamamlamış dersiniz, ama
yokluğunda ben bin bir parça eksiğim hep, bir türlü tamamlayamadım kendimi. O
keman kaşları ise insanın yüreğindeki teli kopartır cinstendi. Hele ki yüzünü görseniz
bütün leylimi (gece) tek başına aydınlatmaya yeterdi. Ama, ama bir gün geldi ki değil
gecemi aydınlatmak, gün ortasında bile karanlıkta kaldım. Göçüp gitti, koydu beni bir
başıma. Yağmurda, boranda, kışta, baharda bir lokma ekmeğin peşinde koşan aç bir
köpek gibi defalarca sokak sokak gezdim. Sokakları, adım attığı her yeri kendime yurt
belledim; türküler, şiirler çağırdım:
… Me-lo-di-ka, me-lo-di-ka hiç susmasın biraz daha, me-leyl-dika biraz daha,
biraz daha me-leyl-Leyl- Leyla…Duydun mu? Bu çalan ritmler benim yüreğimin
derinliklerinden süregelen eşsiz nağmelerdir Leyl. Neden dinlemek/duymak
istemiyorsun. Gecenin mağmurluğuna mı kapıldın, yoksa gecenin gündüzü örtmesi
misali sen de yüreğini mi örttün? Yoksa, yoksa aman tanrım! Leyl(a) leyl(gece)’in
ortak mukadderatını mı yaşıyorsun. yüreğinde, zifiri kör karanlıkları mı
barındırıyorsun? Ya bunca ezgiler, nağmeler örtük yüreğine çöken geceyi
aydınlatmadı mı? Cevap versene Leyll…
Siz olsaydınız, üşütmez miydiniz? Niçin kelimeler ağzınıza gem vurdu, Niçin
kemküm’lemeye başladınız. Konuşsana Hekim Bey! Teessüf ederim; yoksa hiç mi
bu duyguyu yaşamadınız, hiç mi gökyüzünde şahsınıza münhasır yıldızı
aramadınız? Aman be canım benimki de sorulacak soru mu? Sevenle sevmeyen;
yaşayanla yaşamayan bir olur mu? Ben sevdim Hekim Bey hem de seneler, seneler
boyu ama bir daha yaşayamadım…
Biri daha beni anlamadan çekip gitti…Ben bu dünyaya anlaşılmamak için mi
geldim, diye düşünmeden duramıyorum; artık iç alemime değil, pencereyi açıp dural
zamana bütün kinimle bağırmak, çağırmak istiyorum. Yapamıyorum, lanet olsun
beceremiyorum. Ben bu kadar acz bir varlık mıyım, yoksa onun büyülü aşkı mı beni
uyuşturdu? Onu dahi bilmiyorum. Ancak bildiğim tek bir şey var: dayanamıyorum.
Her sokağa çıkışımda, her adımımda dertlerimin seferberliğini görünce artık gamsız
yaşam sürdürenlerden iğreniyorum, iğ-re-ni-yor-ummmm… İnsanların suratında
uçuşan mutluluk kelebekleri ruhlarına emsalsiz bir huzur veriyor. Ben ise gün boyu
andavallar gibi dolanıyorum bir kere daha onu görebilmek için.
Saniyeler, dakikalar, saatler ağır aksak ilerliyor; çekip gittiği günden beri.
Daha doğrusu zaman geçmek bilmedi; zamanın dışında, uçlarda yaşıyordum. Artık
yaşamak dahi istemiyorum. Bu son gecem olacak sabahın ilk ışıklarıyla havada
Leyla’nın hayaliyle dans eden bedenimi bulacaklar… Şimdi, bütün dirayetimle kalkıp
sana doğru yol alacağım ve gelirken heybemdeki en güzel kelimeleri yollarına
dizeceğim: Leyla hangi çağın ötesinde, hangi kuşun kanadında vücud bulmuşsun
bilmiyorum; fakat yüreğimin taşıyamayacağı ağırlıktasın artık. İstersen varlığınla beni
mükafatlandır, istersen yokluğunla beni mücazatlandır… Artık çok geç…Aşkın ince
kemendi şu an boynumda… ölüm sıcak bir nefesin berisinde, saat sensizliğin
ötesinde…Sanki her şey efsaneydi, masaldı. Güneşin ilk ışıkları hayallerimin sis
perdesini aralamasıyla ardımdan sadece anılarım kaldı.
Elveda!
Elveda Ötekilerin Leyla’sı
Başladı ruhumun sonsuzluğa dansı…
Recep GÜNDÜZ
Bir cevap yazın