“ Çektiğimiz acıları azaltamıyor, varlıkları ölümsüz kılamıyor, güneşin doğudan batmasını sağlayamıyor, olayların düzenini değiştiremiyorsam; ne denli sıkı davranırsam davranayım neye yarar bu şaşırtıcı erk? Hayır Caesonia, uyumak ya da uyanık kalmak…Önemsiz…Bu dünyanın düzenine etki edemiyorsam.”
Albert Camus / Caligula
Her şey bir anda başlar. Bir kıvılcımla başlayan yangın, bir damlayla başlayıp sele varan yağmur… Tek olanın diğer teklerle birleşmesiyle giderek büyüyen çokluk. Her şeyin son hızla dönüp durduğu dünyada durup düşünmeye bile vaktiniz yokken birdenbire akla ve yüreğe düşen uyanış. Başkaldırış.
Camus’a göre başkaldırı iki şekilde varlık gösterir. Metafiziksel ve tarihsel. Konuya bu açıdan bakıldığında her ikisinin temeli de hayat sorunsalıdır. Başkaldırı kişinin yaşarken kendine biçtiği yer ve boyut üzerinden beslenir diyebilir ve şöyle de tanımlayabiliriz:
Bireyin hukuk ve özgürlüklerini şiddete gereksinim duymaksızın ifade edebilmesi ve temel haklarını savunmasında ön sıralarda yer alıp sesini duyulur derecede yükseltebilmesi. Başka bir deyişle insanın kaygı ve tedirginliklerinin dikte edilen düzene karşı, eyleme dönüşüp sokağa çıkması. İnsanın bu kullan at çağında zamana kendine ve topluma yabancılaşması, benzer duygular hisseden ötekilerle, benzer tepkiler vermesi başkaldırının zeminini hazırlar elbette.
Yakın geçmişte ve hatta cumhuriyet tarihinde bu duruma verilebilecek en iyi örnek olarak 2013 Haziran ayında yaşanan Taksim Gezi Parkı olaylarını göstermek ayrıca boynumuzun borcu. Kimilerine göre bir avuç çapulcunun sebep olduğu basit bir kargaşa ya da dadaizm olarak nitelendirilen bu başkaldırı hiç de öyle küçümsenir boyut ve içerikte olmamış, yedi kişinin ölümü ve binlerce insanın orantısız güç karşısında yaralanmasıyla sonuçlanarak tarihte yerini çoktan almıştır bile.
Özellikle genç entellektüel ve aydın kesimin iktidarla demokratik haklar üzerinden girdiği bu polemiğin süregelen karşıt terörüyle son bulması akıllarda bir kez daha azınlık- çoğunluk ve beraberinde bir kimliksizleşme sorununu da ortaya koymuş oldu. Rutin hayatın kişiye sunduğu sorunsal, ruhsal, toplumsal, ekonomik, ve glabal kültür dayatmalarının patlama noktası, bir nevi bir park ve birkaç ağaçla son damlanın bardağı taşırdığı yerdi Gezi.
Toplumun çıkar politikaları karşısında girdiği bu inatlaşma demokratikleşme başlığıyla kendini farklı bir yerden göstermiş ve kişinin kendinde bulduğu itiraz etme hakkı, birkaç ağaç mı yoksa AVM’ler mi adı altında özgürlük mü global sermaye mi ikileminde, doğru tepki doğru zamanlamayla yerini bulmuştur. Ki bu da bana göre bir başkaldırı için sayılabilecek en onurlu sebeplerden biridir.
Çabası sadece yaşadığı dünya üzerinde söz sahibi olmak, fikir bildirmek olan kitleler ve bu kitlelere verilen reaksiyon, insanlara ister istemez ütopyalar özlemini hissettirmiş ve belki de bu özlem ilk kez Taksim’ de yüksek sesle haykırılmıştır.
Kaçınılmaz bir paradigmadan yola çıkarsak azınlık- çoğunluk, ezilen – ezen, azalan – çoğalan gibi kitlesel bölünmelere yol açan her siyasal güç kendi sürecinde farklı şekillerde bu tip direnişlerle karşılaşmışlardır.
Ötekileştirilen bireyler, caddeler, sokaklar, parklar,kamu ve kamusal alanlar hiçbir zaman hiçbir şekilde tek bir erk çatısı altına alınamaz, alınamamalı. Dünya, hiçbir zaman değişen siyasal yüzler ve tutumların kişiye çizdiği sınırlardan ibaret değildir. O halde istenilen dünyayı var edebilmek için kimilerinin duran adam kimilerinin koşan kimilerininse düşünen adam olması kaçınılmazdır. Onurlu bir başkaldırıya yakışan da eylemselliğinde bütün bunları barındırabiliyor olması. Tıpkı, onca provakasyon ve ortamı kendine reklam ve gösteri alanına çevirmek isteyen fırsatçılara rağmen Gezi’de cereyan eden duruş gibi.
Gücün medyası, kitle propaganda ve iletişim araçları toplumsal hiyerarşiye ve otoriteye hizmet ettiği sürece, Gezi ve benzeri kalkışmaların yürürlükte olan gündelik yaşamı değiştirmesi elbette zordur. Mevcut dünyadan başka ve yeni bir dünya yaratmak kadar zor, uzak ve belki bir hayal kadar flu. Hele ki kişinin, karanlık bir gelecek içerisinde din, dil, ırk ve kültürel bir kaosun yaklaştığını bile göre bu hayale tutunabilmesi zorluğun da ötesindedir. Ancak imkansız olmadığı da kesin.
Çoğunluk karşısında ötekilerin rahatsızlık vermesi olarak değerlendirilen her türlü reddediş zamanla kendi içinde sinidirilmeye mahkum gibi görünse de bu aslında başlagınçtır. Otoriteye karşı savunulan her kavram düşünsel kirlilik olarak lanse edilmeye çalışılsa da , arzulanan hayatın arz edilmesi kitlesel anlamda büyük ve sarsıcı adımlardır.
Öteden beri biliriz ki öncelikler, para, statü, haklar ve hatta sanat bile egemen sınıfların hizmetinde olmuş ve o sınıfların çizdiği şablonlarda sınırlı kalmıştır. Bu da toplumu memnuniyet içerisinde yaşayanla, itiraz eden kitle olarak daima ikiye bölmüştür ki enteresan olan memnuniyet içerisindeki çoğunluğun nereden ve nasıl bir güdüyle beslendiğidir. Kırk yaşındayım ve kendi adıma bunu hala anlamlandırabilmiş değilim. Otoriteden menfaat sağlayan böyle bir çoğunluğun varoluş kaynağından ürkmemek mümkün değil. Temel hak ve özgürlükler, eşit ekonomik, kültürel, sosyal haklar için toplumlar nasıl oluyor da ikiye ayrılıyorlar ki bu polemikten iyimser çıkabilmek güç. Küresel sermayelerden beslenen işleyişin yerel kültüre olan dolaylı dominant etkisi karşısında bölünmüşlük, aynılaşmaya karşı direniş kendiliğinden sızacak bir çatlak bir derz ya da bir park bulabiliyor. Toplum içinde anlam ve değer kaybına uğrayan insanın kendine yeni yaşam alanları arayışına girmesinden, dayatmalardan sıyrılmak için varlık belirtmesinden daha normal ne olabilir ki? Çünkü başkaldırı yaşama hakkını baz alır, şiddete baskıya ve dikteye karşıdır. Bireyin ve akabinde toplumun belli bir kesiminin başkaldırması, dünden tecrübeyle yarından tedirgin olma duygusundan diyalektikle ana düşünceye açılan kapıdır. Sessiz kalmanın adaletsizliğe ve etiksizliğe katkıda bulunmak olduğunu fark edebilmek, umut etme ve dayanışmanın ortak değerlerinden hareketle farklı ideolojilerden ortak bir temada uzlaşarak direnebilmektir başkaldırı.
İnsanın daha iyi şartlarda yaşama beklentisini itaatsizlik olarak nitelendiren, hak ve özgürlüklerine duvarlar ören hatta cana kastetmeye varan amacını aşan orantısız güç sahibi sisteme karşı direnişin ödeyeceği bedel de elbet oldukça acı ve ağır olacaktır. Sürüden ayrılmaya cüret edebilenle bu cürete tahammül edemeyenler arasında, dünyayı değiştirmeye kalkışma ya da yeni bir dünya arayışını , anlamsız ve saçma bulmak arasında tarafını seçme ve o tarafta durabilmenin resmidir başkaldırış. Kitlesel bir hak arayış.
Çünkü ötekinin küresi ya da kişiye özel ütopyaların inşası evlerden sokaklardan hayatın içinden başlıyor ve neyse ki yüzeysel dalgalanmalar olarak nitelendirilen temel devinim sanılanın aksine daha derinlerde gerçekleşiyor.
Başınızı eğmeyip. Kaldırma zamandır.
Sevda Zeynep Karadağ
2013 / Kirpi
Bir cevap yazın