“Cehennem, birden girilen bir yer değildir; oraya, küçük adımlarla farkında
olmadan girilirdi.”
Albert Sanchez Pinol, Soğuk Deri
ESER ADI: OYUN
YAZAR: YUSUF KENAN SEPET
Kupkuru soğuk, rutubet ve küf kokulu cehennem içerisinde, yalnız kaldığımı
hissettiğim an, domuz bağıyla sıkı sıkıya bağlanan gövdemi, cılız kaslarımın ve şimdilik
sahibi olduğum aklımın yardımıyla, gurul gurul guruldayan karnım üzerinde, bir kez daha
gelişigüzel hareket ettirirken, üstümdeki şeyi üzerimden atamayacağıma ikna olmak
üzereydim ki; kulaklarıma doluşan su, kuş ve insan sesleri, dışarıda yaşamın devam ettiği
gerçeğiyle beni yüzleştirdi ve son bir gayret ile karnım üzerinde hareket ederek
üstümdekini atmayı, sürüne sürüne de olsa özgürlüğüme kavuşmayı düşledim. Fakat az
önceki düşüm, duvar gibi önüne çıkan bir gerçek ile karşılaştı ve aniden duraksadım. Ya
hareketsiz olarak kalıp, yavaş yavaş ölümümü izlemeli ya da hareket ederek kendimi
hızlıca öldürmeliydim! Zira ayaklarımda biriken dopdolu kan, ben hareket ettikçe
beynime hışımla hücum ediyor, kendimi hızlıca boğuyordum. Hareket etmeye devam
ettikçe, kendi kendimin katili olmama ramak kalıyor, olası katilimi ya da katillerimi
bulamadan canlı canlı kendimi öldürüyordum.
Dakikalar, saatler, belki de günler, bedenim derdest edilmiş, karnım üzerinde, hareket
etmeden akıp geçiyor. Ve yavaş yavaş kontrolümden çıkan aklım, bilinçaltımda saklanan
hikayeler arasında dolanmaya başlıyor; “Nasıl bir insandım ben? Hangi gerekçelerle
kimine zeytin dalı uzatırken, kimine dikenli gül uzattım? Gerçekten yaşadım mı bu
hayatı? Hayatımı anlamlandırmak için, gök kubbe üzerinde bir efendim olması gerektiği
gerçeğiyle ne zaman yüzleştim? Bir fakiri doyururken ya da bir fahişeye para saçarken
mi? Peki niçin buradayım? Burada olmak benim tercihim mi? Yoksa biri ya da birileri
tarafından mı buraya hapsedildim? Neden geçmiş eylemlerimden ve kendimden
bahsederken içim yanıyor! İçimi acıtan pişmanlıklar mı yoksa yarım bıraktığım şeyler
mi?”
Sanırım kolumdaki iğne izleri geçmişimle daha derin bağ kurmamı engelliyor.
Şimdiki zamana dönüp, kendimi öldürmekle öldürmemek arasında seçim yapmaya
zorlandığım düşüncesine kapılıyorum. Çokça zaman sonra dikkatim fena halde dağılıyor.
Zira sanırım bir kapı gıcırdayarak açılıyor, tüylerim diken diken, kulaklarım tecessüs
halinde, ayak sesleri yaklaştıkça nabzım daha hızlı atmaya başlıyor, bedenim sahibine
yabancılaşıyor ve burun deliklerime doluşup, hücrelerime nüfuz eden kadın kokusu
dimağımı alabora ediyor.
Korkunun verdiği eziklik ile susuyorum. Üstünde pek fazla etkisi kalmayan aklımın
bir tarafı ise, “Oysa güzel bir kadın kokusundan daha değerli ne olabilir ki! Konuş, neden
buraya hapsedildiğini ona sor. Belki sana acır, o bir kadın, sana el uzatır” diyor. Uzun
uzun susmaya devam ediyorum ve kendimle savaşım sürerken, kapı gıcırdayarak
kapanıyor, peşi sıra kadın kokusu çok geçmeden dağılıyor ve ben yeniden gerçekliğime
dönüyorum. Boğazımda kalan bir parça tükürüğü de yutkunup, var gücümle
haykırıyorum; “Teslim oluyorum!” Ölgün sesim yankı yapıp, kulaklarıma doluştuğu an
titremeye başlıyorum. Ölüm korkusu iliklerimde artık. Boğazım düğümleniyor ve
hayalimdeki tabut üzerine kement üzerine kement atıyor geçmişim! Ah, oysa ben
hatırladığım kadarıyla üç nesildir babadan oğula geçen onlarca müessesenin sahibi,
ülkenin en güçlü işverenlerden biri. Hüzün çöküyor içime. Göz bebeklerime oturan yaşlar
yavaş yavaş boşalıyor dışarıya. Acı bedenimi uyuşturuyor, uyuyakalıyorum.
Bilmiyorum, ne zaman sonra yatağımda uyandım. Tek hatırladığım soğuk duşun
altında kendime gelmeye çalışırken, bana eşlik eden karımın kahkalarıydı. Bornozumu
giymeye hazırlanırken, ellerimi tuttu, belime sarılıp, kulak mememi ısırarak fısıldadı;
“Kutunun altında domuz bağıyla bağlı halde beklemek, demek bu kadar heyecanlı geçti!
Biliyor musun üç gün önce sana olduğu gibi benim de canım çok ama çok sıkılıyor şu an!
Bende senin gibi yeni bir heyecana atılmalı, yaşadığımı iliklerime kadar hissetmeliyim
sevgilim. Ama söz ver, bu sefer kutunun altındaki ben, kapıyı açıp yürüyen sen
olacaksın!”
Söylediklerini onaylamak için kafamı salladım, çok geçmeden kurulandım,
pijamalarımı giydim ve karımla birlikte televizyon karşısına kurulup, önce bölük pörçük
hatırladığım, üç günlük ama bana günlerce gelen hapis hayatımı hızlandırıp izledim, daha
sonra hayatıma çekidüzen vermek üzere geçmişimle yüzleşme kararı aldım.
Bir cevap yazın