Lunaparkın önünde uzayan, her çocuğun bir kez olsun içeri girip görmek isteyeceği
ve orada herhangi bir şeye sahip olamayacağını anladıklarında iştahlarının kabarıp
boğazlarına boğum boğum düğümleneceği, renk cümbüşü oyuncakçı sıraları yan
yana, bütün pırıltılarını sergiliyorlardı.
O da oyuncakların cazibesine kapılarak, ardında sürüklediği anne ve babasını,
kalabalığın içine soktu. Lunaparkın eğlenceli ve devasa dünyası yerini kolayca,
minyatür bir başka dünyaya bıraktı. Dokunmayı yasaklayan buyurucu kaşlara,
gözlerini değdirip kaçırdıkça, oyuncaklara ilgisi şahlanıyordu. Hepsini ellemek,
girintilerini hissetmek, dahası onlarla kurulacak oyunların krokilerini kafasında
şekillendirmek istiyordu. Denetleyici iki başın önüne dizilmiş birçoğu gibi, gördüğü
gökkuşağı renklerine dokunabilmekten çok, içinden geçip gitmeyle yetiniyordu. O,
yüreğine ağlamak ile ağlamamak arasında kurduğu ince köprüye destek olabilmesi
için aklını devreye sokmaya hazırlanıyordu. Diğer çocuklarda gördüğü gibi eteğin
ucunu çekiştirmek, ceket kenarından medet ummak, ellerini göğsünde kitleyip
küsme numaralarını çoktan geçmişti. Tutmuyordu, artık bunlar. Babası, düşük
omuzlarına dokunduğunda vücudunu soğuk bir ürperti sardı. ‘‘Gidiyoruz.’’ u
kulakları bir an duyar gibi oldu. Ardından babası, elindeki boncuk tabancasını,
gururla uzattı. Kulakları az önce yanılmıştı. Horozu ve tetiği kiremit rengi olan
tabancayı elinde tutuyordu. ‘‘Nasıl ama?’’ dedi babası. Soruyu duyduysa da
dakikalardır dokunmaktan koruduğu ellerini, tabancanın her girintisine buluyordu.
‘‘Bir tabanca nasıl kullanılır ki?’’ diye sordu babasına. ‘‘Ver bana göstereyim.’’
diyerek, babası tabancanın sürgüsünü geriye çekip, ateşe hazır hale getirdi.
Şarjörün kilit düğmesini açıp içindeki boncuklara bakıp, oğlunun eline geri verdi.
‘‘Tabancan ateşlenmeye hazır; fakat burada ateşleme. İnsanlar var.’’ diye de ekledi.
Babasının, kendisine aldığı oyuncağın, neden insan içinde oynanmayacağını bir
türlü anlamadı. Göz hizasında ki çocuklar, ellerindeki oyuncaklarının aksamlarını
çalıştırabiliyorlardı. ‘‘Nereden ateşleyeceğim baba bunu?’’ diye tekrar sordu.
Babası, ‘‘Şimdi değil. Eve gidince daha ayrıntılı anlatırım.’’ dedi. İki adım sonunda
kalabalığın içinden ‘‘Ahh!’’ sesi işitildi. Dikkatler bir an da bağıran adamın gözüne
gelen turuncu boncuğun açtığı acıya çekildi. Korkuyla titreyen elindeki tabancasının
ilk sabıkası ve ilk baba tokadı ile tanışmış oldu. Bir oyuncağın aynı anda iki kişiye
nasıl zarar vereceğine akıl sır erdiremedi. Babasının ona neden böyle tehlikeli bir
oyuncak aldığını…
OYUNCAK – OĞUZCAN ERTÜRK
Yorumlar: 1
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal