Kıymeti var mı, kırık dökük, sararmış, solmuş yüreklerin üzerinde, ruhlarımızı eze eze ecele yürümenin?
İnsan kendini süpürebilir mi, kendi kendine, evrenin sonsuz boşluğuna, yapayalnız olduğunu bile bile zamanın arka kapısında?
Bilmediğimiz ne çok dehlizi, derinliği, karanlığı,aydınlığı ve efsanevi hikayesi var karmaşık yüreklerimizin.
Oysa ruhlarımız sonsuzlukta, daha gözünü kırpmadan karanlıkta beyaz bir baykuş, sözümüz bir kutup yıldızı gibi parlar, tüm yaşamların üzerinde.
Sersemleten güzelliğiyle sevgi ve saflık bazen, yalnız ve karlı bir dağın eteğinde, nadir bulunan papatyalar gibi çimenlerin arasında cennet gibi kokar. Yine de insan insanın kurdudur işte.
Avlanır ve avlar, doğanın parçasıdır bu vahşet ve nefret dolu yüzlerimiz. Biz kimiz, neyiz öğrenmek için geldik bu evrene, yaradanla bahsimiz ve bir ahdimiz var, kelimelerin ötesinde.
Bir gün yepyeni bir evrene doğacağız elbet kendi özümüzde, belki talih dediğimiz şey sadece tek yapraklı bir hücre.
Bir cevap yazın