…
Dairenin kapısını yavaşça tıklattı:
“Gel!”
“Ben, yeni atandım buraya”, dedi ürkek bir ses.
Bir yüz, önce Hüseyin’in olmayan kolunu süzdü… Sonra başını kaldırdı:
“Ha! Şu özürlü kadrosundan…”
Hüseyin yutkundu; duyulur duyulmaz bir sesle;
“Evet” dedi…
“Tamam, bir alt kata in. Sol koridorda, en sondaki oda”,
Eliyle Hüseyin’in olmayan kolunu işaret ediyordu:
“Zaten senin durumun malum diye pek iş olmayan bir yere verdik seni. Rahat
edersin… Bekir Bey n’apacağını gösterir sana”.
Hüseyin baktı… Karşıdaki çoktan bilgisayar ekranına dalıp gitmişti bile…
…
“Sol koridorda, en sondaki oda…”
Kapıyı yavaşça tıklattı. Ses yok. Yine tıklattı. Bu sefer biraz daha sert. Gene ses yok.
Bekledi… En sonunda tedirginlikle açtı kapıyı.. Odada kimse yok… İki masa… Biri duvar
kenarında, arkasında eski bir koltuk… Köşede metal bir dolap… Alabildiğine gri… Diğeri
pencere kenarında… Büyük, geeeniş; arkasında siyah deri koltuk. Afilli bir müdür takımı,
altın rengi, pirinçten…
Hüseyin’in gözleri masadaki takvime takıldı bir an… Saatli maarif takvimi… Namaz
saatleri, günlük yemek listesi, bugün doğan çocuklar için kız, erkek isimleri…
“Bizim evde de vardı bunlardan!” Gülümsedi, “Hangi evde yoktu ki!”
Yavaşça takvim yapraklarını karıştırmaya başladı… 8 Kasım… Kız için Zeynep, erkek için
Hüseyin… Bir kahkaha attı: “Sonunda birileri hatırlamış beni” dedi; dışından…
…
Kapı tokmağının çevrilişi… Hüseyin irkildi birden… Karşısında ona “Kimsin,” der gibi dik
dik bakan bir yüz; önce olmayan koluna, sonra Hüseyin’in kendisine…
“Ben, yeni atandım buraya.”
“Haa, tamam! Şu özürlü kadrosundan…”
Hüseyin yutkundu. Duyulur duyulmaz bir sesle,
“Evet”, dedi; “evet”…
“ Osman Bey mi gönderdi seni?”
……..
“Müdür beyi diyorum ya!”
Hüseyin’in sararmış yüzüne birkaç saniye bakıp cevap vermesini beklemeden
devam etti:
“Şu soldaki masa senin. Geç, otur… Masa başı işi verdik sana. Pek bir şey
yapmayacaksın. Fazla gelen giden olmaz zaten buraya. Birkaç evrağa, mevrağa
damga basacaksın; o kadar. Evrak dosyası şu köşedeki dolapta. Ha, evrakları almakta,
çıkarmakta falan zorlanırsın ya da iş yoğun olur; kaygılanma. Yardımcı oluruz biz sana… “
Duvarlar beyaz… Hüseyin’in yüzü bembeyaz… Bekir Bey’in dudaklarında bir gülümseme:
“Hadi gene iyisin, bir önceki amirler, şefler falan öyle pek halden anlamazlardı…
İki ay önce başka yere atandılar.”
Bir kahkaha takip etti gülümsemeyi:
“Demek senin şansına tayin olmuşlar!”
Hüseyin yutkundu… Teşekkür etmesini mi bekliyorlar! Ya da, hiçbir şey
beklemiyorlar…
“Valla gene şanslısın, Allahtan sol kolun yok. Gene iyi! Şükret valla! İyi bir yere de
düştün! Burada herkes idare eder seni… Merak etme…”
Boğulacak gibi oldu Hüseyin. Nefes alabilmek için midir nedir, yoksa o esnada gözüne bir
parça kış güneşi vurduğundan mı; itiraz edecek oldu bir an: “İdare etmeyin ki beni. Ben
fazla bir şey istemiyorum! Hakkım neyse o yani…”
Böyle mi kurardı cümleyi Hüseyin, bilinmez… Ama sustu… Başını önüne eğdi, olmayan
koluna baktı… Şükretmedi, yutkundu, sadece yutkundu…
Karşıdaki ise, çoktan önündeki işe dalmıştı…
Bir cevap yazın