“Hayatımda hep eksik olan şey, zaman”
Honore de BALZAC
Bilim adamları, filozoflar, teologlar ve bu insanları takip eden bizler; paralel evren düşüncesine daha ne kadar teğet geçebiliriz? Paralel evren, iki farklı evrenin birbirine dokunmadan var olduğu düşüncesidir. İnsanın, üç boyutu algılayabilen bir varlık olduğu düşünülürse diğer bir evreni kavrayabilmesi ne kadar olası? Einstein’e göre böyle bir şey mümkün. Çünkü; paralel evrenler arasında köprüler var ve bizler bu köprülerden geçebiliriz.(rölativite kuramının bir parçası ve oldukça karışık) Ve ekler Einstein: “Neden beni hiç kimse anlamıyor, ama herkes beni seviyor?” İşte bizlerin paralel evrene karşı tutumu da böyledir. Anlamıyoruz ama fikri hoşumuza gidiyor.
Bence paralel evren denilen şey bizlerin hayatında saklı. Uzaya, yıldızlara, Einstein’e kadar gitmeye de gerek yok. Bırakalım evrenler yerlerinde genişleyip dursunlar. Bizlerse daralan hayatlarımızı genişletmeye çalışalım. Aslında o kadar çok şeye paralel ve teğet geçiyoruz ki şu hayatta! Düşünmeye dayalı olmayan seçimlerimiz, sorgulamaya kapalı skolastik zihinlerimiz, kural adı altında konular toplumsal aldatmalar ve nihayetinde tek zaman da sıkışmış küçük evrenimiz. Oysa ki paralel bir yaşamımızın olduğunu düşünseydik epeyce genişletirdik evrenimizi.
Bir gün boyunca acaba kaç tane seçimden uzaklaşıyor, kaç çeşit toplumsal rolde yaşıyor, kaç kez hayatımızdan nefret ediyor, kaç kez umut doluyoruz? Bu soruların cevabına bir bilanço tutsak; hayatımızda ki stokların çok sınırlı olduğunu görebilirdik. Madem Balzac’ın dediği gibi stoklarla sınırlı olan şey zaman, o halde birçok kez evrenler arası sıçrama yapmalıyız. Ancak bu şekilde elimizden kayıp giden yaşamımızı avuçlarımızda tutabiliriz.
Bir kadın düşünün, bir tek hayatı ve farklı farklı toplumsal rolleri olan. İş yerinde topuklu ayakkabılarının üzerinde durmakta zorlanan elit bir mimar, evde çocuğunun ödevlerini yaptırırken kontrolünü kaybeden bir anne, araba kullanırken trafik terörüyle boğuşan ve küfrü savuran bir şoför, manavdan domates seçerken bir ev kadını, yatakta kombinezonuyla bir sevgili… Bu kadın acaba yaşadığı evrende kaç tane kadına teğet geçiyor bir günde? Mimar, şoför, anne, ev kadını, sevgili… Sosyolojide en belirleyici rolümüze “anahtar rol ” ve bunu yansıtan statüye de “anahtar statü ” denir. Bu kişinin anahtar rolü de statüsü de kadındır. Evreni mi? Sadece paralelkenardır! Çünkü o kadar çok şeyle sarılmıştır ki köşelere çarpmaktan alanını kaybetmiştir!
“Rastlantının Böylesi” isimli bir film izlemiştim. Oyuncular, yönetmen, yapım yılı gibi bilgilerle sizi düşünce evreninizden uzaklaştırmadan kısaca filmin konusundan bahsetmek istiyorum. Zamanlama, kader ve aşk üçgeni üzerine kurulu olan, rastlantılar, zor verilen kararlar ve tekdüze yaşamların süregeldiği modern dünyada, sadece bir kaç saniyelik gecikmenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğini sergileyen bu filmde bir kadın sevgilisinin yanından ayrılır ve metroya binmek üzereyken metroyu kaçırır. Eve döndüğünde sevgilisini başka bir kadınla henüz kendisinin kokusunun bile geçmediğini düşündüğünü yatakta yakalar. Ve olaylar bu şekilde devam ederken; aynı kadın aynı yerde aynı metroya binmek üzereyken bu sefer metroyu kaçırmaz. (paralel evren olabilir bu an) İlginç olan kadının hem metroyu kaçırdığında hem de metroyu yakaladığında hayatında başka bir adamla tanışmasıdır. Rastlantı bu ya iki farklı kurguda da kadının aynı erkeğe aşık olur. Yani kısaca paralel evrende de olsak kaderin elindeyiz! Umarım metroyu kaçırdığınızda hayatınızın trenini de kaçırmaz ya da sevgilinizi başkasıyla yakalamazsınız!
Sorduğum sorular; aslında cevapları varken bile cevapsızlardır. Çünkü verebileceğimiz her cevap yeni bir soru doğurur. Örneğin; “Kaç kez umut doluyoruz? ” Cevap: Diyelim ki bir, üç, beş… Bu cevaplarla umudumuzun hem ne kadar çok hem de ne kadar az olduğunu anlamaz mıyız? Örneğin cevap bir olsa “Ne kadar umutsuzsun! ” beş olsa “Ne kadar hayalperestsin! ” der, insanlar. İşte yukarıda ki tüm bu sorular da bu cinstendir; hem bu evrende hem de diğerinde. Bizim yapmamız gereken şey nedir o halde? Attığımız adımlarda öyle çok yönlü düşünmeliyiz ki her evrene hem paralel geçmeliyiz hem de teğet! Daha da somutlaştırırsak; bir gün metroyu kaçırdın, sakın eve dönme! Yürümeye başla koşar adımlarla, zamanı yakala, oyunlardan körebeyi seçme, yıldızlara bak, birinin sen olduğunu düşün, diğer evrene köprüyü senin kurduğunu da.
Platon da ünlü idealar kuramın da iki farklı evrenden bahseder. Biri şu an yaşadığımız nesneler dünyası (gölgeler dünyası), diğeri de düşünceyle kavrayabileceğimiz idealar dünyasıdır(düşünceler dünyası). Bence: “Gölge, var olmasını gerçeklikten çalmayı başarabilendir. İşte bu yüzden gölge asıl gerçektir. ” Hayatımızı hayatımızdan çalabiliriz; eğer doğru koordinatları bulabilirsek.(!)