Perihan Mağden ile tanışmayı uzun bir zamandır bekliyordum. Biz kimden kaçıyorduk Anne? kitabı bizi bir araya getirdi. Fakat böylesi trajik bir karşılaşmayı hiç hayal etmemiştim. Hazırlıksız yakalandım. Bir anda hiç istenmeyen bir sona doğru giden kaçış hikâyesinin içinde buluverdim kendimi.
Kitabın ilk sayfasında küçük bir kız karşıladı beni. Dünya güzeli bir kız. Adı belli değil. Fakat Annesi kendisine bebekliğinden beri Bambi’yi okuduğu ve ikisi de bu öyküyü çok sevdikleri için Anne kızına Bambim diye sesleniyor. Bambi aslında on üç, on dört yaşlarında. Bilemediniz on beş. Fakat yaşının kıyafetlerini giymiyor. Anne tarafından küçük bir kız gibi giydirilip, bebek pembeleri, mavileri, sarıları ve su yeşilleri ile süsleniyor. Anne kızı büyüsün istemiyor. Hep onun minik bebeği olarak kalsın istiyor.
Hayatları otellerde geçiyor. Bir otelden diğerine, bir şehirden ötekine, bir ülkeden başka bir ülkeye kaçarak, hep kaçarak yaşıyorlar. Hiçbir şeyi sahiplenmiyorlar. Azla yetinmeyi öğrenmişler. Eşyalara bağlanmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Çok istedikleri şeyleri gittikleri yerlerden alıyor, bir süre kullanıyor, fakat kaçma vakti geldiğinde hepsini otel odalarında bırakıyorlar. Sadece sırt çantaları var. Kolayca kaçabilmek, hayatta kalabilmek için kendilerine yük yapmamaları gerekiyor. Vazgeçmeyi biliyorlar.
Belki fark etmişsinizdir. Anne’yi büyük harfle yazdım. Çünkü kitapta da böyle yazıyor. Annenin de adı yok. Sadece varlıklı, üst sınıftan bir ailenin iyi bir eğitim almış kızı olduğunu anlıyoruz.
Anne kızına, kız annesine çok düşkün. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Ne yaparlarsa birlikte yapıyorlar. Anne kızının yanına başkalarının yaklaşmasına izin vermiyor. Sürekli koruyucu ve kollayıcı konumda. Başkaları kaba, terbiyesiz, hain. Üstelik Çoklar ve Kötüler. Uzak durmak gerekiyor bunlardan. Olur da kızını üzerlerse Anne’nin onlara günlerini göstermesi gerekiyor.
Kitap ağırlıklı olarak bir kız çocuğunun dilinden yazıldığı için oldukça kısa, anlaşılır ve net cümlelerden oluşuyor. Arada üçüncü şahısların anlatımına da yer verilmiş. Onların anlatımı da konuşma dilinde. Anlatımı çok hafif, fakat anlatılanlar çok ağır. Bütün bu travmatik hikâyeyi bir kız çocuğu anlatıyor, düşünebiliyor musunuz? Okuru asıl çarpan da bu zaten. Anne’nin dilinden anlatılsaydı bu etkiyi yaratamazdı.
Kitabın konusunun tuhaflığı yanında kullanılan tamlamaların garipliği de beni çok etkiledi. Mesela otellerden ne zaman ayrılacaklarına Anne’nin İç Saati karar veriyor. Sonra Anne’nin atlatması gereken Ağır Yürek Günleri var. Her ikisi için de oldukça sancılı geçen günler. Anne geçmişinden bahsederken Geçmiş Zaman Sesi’ne geçiyor. Anne’yi derin bir acıya boğan, uğursuz bir ses bu.
Aslında kitapla ilgili anlatacağım çok şey var. Uzun uzun konuşmak istiyorum. Fakat biliyorum ki uzun uzun anlatırsam kitabın bütün sihri uçup gidecek. Tadında bırakmak en güzeli. Okuyacak olanların hevesini kaçırmak istemem.
Sadece şunu söylemek istiyorum. Eğer kitabı okursanız siz de tıpkı benim gibi her ne yaşanmış olursa olsun, bu yaralı Anne ve kızını korumak, kaçmalarına yardımcı olmak, onları tüm kötülüklerden sakınmak isteyeceksiniz.
Bir cevap yazın