Bu odada yatardı hep. Hep bu odada yatardı. Duvarın dibindeki şu tahta divanda boylu boyunca yatardı. İstese de başka bir odada başka bir divanda yatamazdı.
Hep bu odada, bu divanda yatardı annem!
Televizyon izlemeyi sevmezdi pek. Boş durmayı da sevmezdi. Boş durmayı sevmezdi ama hep de boş boş yatardı.
Ayağım kıbleye gelmesin diye en başından baş tarafı kuzeye gelecek şekilde yatırmamızı istemişti onu. Zaten ben beni bildim bileli baş tarafı hep kuzeye gelecek şekilde yatardı. Öylece yatardı.
Odanın kuzeyinde pencere vardı. Baş tarafı kuzeye gelecek şekilde yattığı için pencereyi ve pencereden dışarısını hiç ama hiç görmezdi. Kalkıp bakamazdı da. Bazen “kuşlar mı geçiyor gökyüzünden?”diye sorardı. Şaşırırdım. Şaşırdığımı anlardı. Gerçektende kuşlar geçiyor olurdu o sırada gökyüzünden. ‘‘Arkan dönük pencereden dışarısını nasıl gördün?’’ diye sorardım. Gülerdi takatsizce. Sonrada ‘‘ben görürüm,’’ derdi.
Sabahları işe gitmeden önce altına bezini bağlardım. Her seferinde utanırdı. Gözlerini kaçırırdı gözlerimden. Bezini bağlamayı tamamlayınca utancı biraz da olsa geçerdi. Ardından hüzünlü hüzünlü yüzüme bakardı. Ben gidiyorum akşama bir şey ister misin? diye sorardım. Hayır demezdi. Yavaşça kaşlarını yukarı kaldırırdı. Anlardım hayır demek istediğini. Konuşmayı pek sevmezdi. Kendimi bildim bileli çok az konuşurdu zaten. Ama her sabah ben tam odadan çıkarken mutlaka “günün güzel geçsin,’’ derdi. Seninki de güzel geçsin derdim. Nasıl güzel geçecektiyse artık günü…? Ben gelene kadar, geldikten sonra, gidince hep yatardı…
Sürekli yatmaktan sırtında yaralar açılmıştı. Ama yinede hep yatardı. Hep yatardı…! Bazen ‘‘otur sırtını bana daya,’’ derdim. Kıyamazdı bana. ‘‘Ben böyle iyiyim,’’ derdi. Oysa sırtında açılan yaraların canını acıttığı her halinden belliydi. Zaten canını acıtmayacak gibide değildi yaraları. Bazıları gazoz kapağı kadar derindi. Ama hiç acıyor demezdi. Halinden hiç şikayet etmezdi. O kadar şikayet etmezdi ki gören de halinden memnun sanırdı!
Bazen gördüğü rüyaları anlatırdı. Rüyalarında hep ben olurdum. Bazen evlendiğimi görürdü! Bazen bir kızımın olduğunu! Bazen de bir oğlumun…! Zaten ben doğduğumdan beri hayatı yalnızca benim üzerime kuruluydu…!
Kısacık kesilmiş kahverengi saçları vardı. Gözleri de kahverengiydi tıpkı saçları gibi. Uzun, gür kirpikleri vardı… Güzel sayılmazdı. Çirkinde sayılmazdı. Sıradan bir kadındı. Kadındı işte. Yani insandı. Tek suçu da buydu zaten. İnsan olmak! Ama insanlar ikiye ayrılır. Yani cinsiyetlerine göre ikiye ayrılır; kadınlar ve erkekler. Erkek olmak suç değil. Kadın olmak suç! Yani tek suçu insan olmak değildi aslında annemin. Tek suçu kadın olmaktı…!
Tıpkı bu gün ki gibi rüzgarlı bir sonbahar akşamıydı onun kötürüm olup da bu yatağa mahkum olduğu gece. Çorba pişiriyordu ocakta. Tarhana, ezogelin ya da yayla çorbası… Ne fark eder? Hepsi de çorba değil mi…?
Bende yanında oyun oynuyordum. ‘‘Karnın acıktı mı?’’ diye sordu. ‘‘Acıktı dedim.’’ ‘‘Öyleyse sofrayı hazırla, çorba oldu sayılır,’’ dedi. ‘‘Tamam’’ dedim. Sofrayı hazırlamak için doğruldum oturduğum yerden. Tam o sırada dış kapının gıcırtısı duyuldu. ‘‘Baban geldi herhalde’’ dedi. ‘‘Babam geldi herhalde’’ dedim. Zaten babamdan başka kim gelecekti bu saatte kapıyı anahtarla açarak.
Sahiden de babam gelmişti!
Babam her zamanki gibi sarhoş gelmişti eve. Elinde kocaman bir rakı şişesi vardı. Şişeyi elinde tutmakta zorlanıyordu. Bir oyana bir buyana sendeleyerek ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Sudan bir sebepten kavga çıkardı. Zaten babam her akşam kavga çıkarırdı sudan bir sebepten. Yine sudan bir sebepten kavga çıkarmıştı babam!
Önce annemi dövdü tekme tokat. Sonra beni. Sonra annemi. Sonra yine beni! Annem beni elinden almaya çalışınca annemi dövdü yeniden. Sonra yine beni! Sonra sıra karıştı. Beni, annemi, annemi, beni, annemi…
En son beni dövüyordu babam. Annem beni elinden almaya çalışınca öfkesi iyice arttı. Öfkeden deliye döndü gözleri. Öfkelenince kendini kaybederdi. Zaten hep kendini kaybetmiş bir vaziyette dolaşırdı ortalıklarda. Hep içerdi. Hep sarhoştu…! Öfkelenince iyice kendini kaybederdi. Bu sefer daha da kaybetti kendini…! Bir an için beni dövmeyi bırakıp yatak odasına gitti. Rahatladım biraz. Annemde rahatladı. ‘‘Şimdi sızar,’’ dedi. ‘’Şimdi sızar,’’ dedim. Sımsıkı sarıldım anneme. Sımsıkı doya doya sarıldım. Hafifledi acılarım. Daha da sıkı sarıldım. Sımsıkı sarıldım. Sanki olacakları önceden anlamış gibi. Daha da sıkı, sımsıkı, sıkı sıkı sarıldım…
Babam yeniden mutfağa geldi. Elinde yıllardır yatak odasının duvarında asılı duran av tüfeği vardı. Gözleri ateş saçıyordu. Belliydi ikimizden birini vuracaktı.
Ya da ikimizi de vuracaktı…!
Annem hızla beni kenara itti. Elindeki tüfeği almak için babamın üzerine doğru fırladı. Daha dur ne yapıyorsun diyemeden ateş etti tüfeği babam.
Annem kanlar içinde yere yığıldı. Babam sızdı. Annemin kafasından kanlar akıyordu. Babamın ağzından salyalar. Odanın ortasında kanlar, kapının girişinde salyalar. Akan kanla salyalar ortada bir yerde buluşup birbirine karıştı. Salyalar kanı beyaza boyadı. Kan salyaları kırmızıya. Kan salya oldu, salya kan…
Babam kapının önünde sere serpe yatıyordu, annem odanın orta yerinde boylu boyunca. Annemin yüzü yere dönüktü. Babamınki sağa çevrili. Annemin avuçları açıktı. Babamınkiler kapalı.
On dört yaşında bir çocuktum ben o gün. Bıyıklarım daha yeni çıkıyordu. Sesim henüz kararsızdı. Çocuklukta mı kalsam? Erkek mi olsam? Sesim çatallıydı…! Ağlayarak bir anneme bakıyordum, bir babama. Korkmuştum…! Çaresizdim…! Bir yandan da bağırıyordum. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Yardım edin! Yardım edin…!
Sesimi duydu birileri. Beş on dakika sonra evin içi ana baba gününe döndü.
İnce esmer bir adam hemen ambulans çağırmalı diyordu. Ak saçlı yaşlı bir teyze asıl polise haber vermeli dedi. Genç bir kadın 112’yi aradı. Aynı anda orta yaşlı bir adam polis çağırdı. Kadının biri ah ah diyordu. Öbürü vah vah! Bir diğeri tüh tüh! Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimin ne dediği belli değildi. Kimin ne dediği önemli değildi!
Bir ambulans yanaştı kapının önüne. Annemi apar topar hastaneye götürdüler. Ne kadar yalvarsam da onunla birlikte hastaneye gitmeme izin vermediler. Evde kaldım. Mutfakta! Annemin bana her gün yemek pişirdiği mutfakta! Babamın annemi vurduğu mutfakta! Annemin kanının, babamın salyalarının birbirine karıştığı mutfakta…!
Birkaç metre ilerimde yere sızmış olan babam vardı. Hemen yanı başımda ise komşular. Komşular acıyan gözlerle bana bakıyordu. Bense ne yapacağını bilmez bir vaziyette bir babama bakıyordum bir komşulara! Bir de yerdeki kana ve salyaya!
Kan ve salyalar midemi bulandırdı. Ne olduğunu anlamadan kustum bir anda. Annemin kanı, babamın salyaları, benim kusmuğum hepsi birbirine karıştı…
Kısa bir süre sonra iki polis geldi eve. Polislerin biri bodurdu, diğer
i tombul! Birinin elinde sigara vardı, diğerinin elinde anahtar! Biri sigarasını tüttürüyordu. Diğeri anahtarını şıngırdatıyordu. Sigaranın külleri yere savruluyordu. Annemin kanı, babamın salyaları, benim kusmuğum, sigaranın külleri iyice birbirine karıştı. Bozulmuştu ailemizin olmayan saadeti!
Polisler birkaç soru sordular bana. Hiçbirini de cevaplayamadım. Şaşkın şaşkın polislerin yüzüne bakıyordum. Sanki söylenecek hiçbir şey yoktu ortada!
Boş boş etrafa bakıyordum. Boş boş etrafıma bakınıyordum… Yaşadıklarım karşısında kanım donmuştu…
Okkalı bir tokat attılar suratıma!
Kendime geldiğimde babamın tutuklanıp hapse atıldığını öğrendim… Annemi ise kötürüm bir vaziyette hastaneden taburcu etmişlerdi… Babam tutuklu idi, annem ise kötürüm! Çocuktum! Daha çok çocuktum! O yaşta omuzlarına yüklenen bu ağır yükü kaldıramayacak kadar çocuktum…!
Altı yıl boyunca kötürüm olan anneme baktım. Dile kolay altı yıl. Tam altı yıl! Yorgundum. Bitkindim. Çocuktum. Daha çok çocuktum! Adı üstünde çocuktum!
Büyüdüm. Yirmime geldim. Yirmime gelince hikaye de bitti…!
Annem bu odada yatardı hep. Hep bu odada yatardı. Duvarın dibindeki şu tahta divanda boylu boyunca yatardı. O sabah uyandığımda yalnızca bedeni vardı divanda. Ruhu çoktan uçup gitmişti! Uzun zamandır yatalak olduğu için akciğerlerine pıhtı atmış dedi doktorlar. Buymuş ölüm nedeni. Akciğerlerine atan pıhtı öldürmüş annemi!
Yani babam vurmamış annemi. Babamın tüfeğinden çıkan saçmalar değilmiş annemin ölüm nedeni. Babam masummuş! Öyle ya hangi baba çocuğunun annesini öldürebilir ki…? Hangi baba çocuğunun annesini vurarak hem karısının hem de çocuğunun hayatını karartır…?
Katil pıhtı, annemin katili, eli kanlı pıhtı! Duvarın dibindeki şu tahta divanda boylu boyunca yatardı annem. Ne zararı vardı sana da öldürdün annemi diye söylendim durdum yıllarca! Hiç affetmedim onu! Affedemedim…!
Geçenlerde duydum. Pıhtı hapisten çıkmış dediler. Yine bir kadın ölecek diye düşündüm. Yine bir kadını öldürecek lanet pıhtı. Aklıma kurt düştü. Yine öldürmesin annemi? Bir kere öldürdü zaten! Bir daha öldürmesin…?
Doğruca annemin mezarına gittim. Çok şükür mezarı yerli yerinde idi! Hiçbir şey yapmamıştı pıhtı ona! İçimden derin bir oh çektim. Ardından üzerine örtülü toprağı sevdim. Çiçekleri suladım. Bir önceki gelişimde bir dahaki sefer ağlamayacağım diye söz vermiştim oysa ona! Dayanamadım! Mezarına kapanıp ağladım. Ne çok ağladım! Hıçkıra hıçkıra, salya sümük ağladım. Bağıra bağıra, anıra anıra ağladım. Ağladım. Ağladım. Çok ağladım…
Bir cevap yazın