Sıdıka Gelin orağı bıraktı oracığa. Tülbende sardığı azığının ağzı sıkı sıkıya bağlıydı. Sabırla açtı. Taşmadı elbet sabrı.
Telaşla bağırdı Sıdıka Gelin. “Rahvan Karı! Gel hele. Güneş yakmadan iyicene doyuralım aç karnımızı.”
Rahvan Karı gülümsedi. “Bekle az hele.” Dedi. “Az yolayım şunları, geliyom hemen.”
Atlara baktı usulca. Gözü salık ipleri aradı. Buldu aradığını. Sıdıka Gelin arkasından bakıyordu. Yardım-ı şükufeye ortak oldu o da. Bağladı salık iplerini. Sıra camışlardaydı. Bu kez de avare gözler usulca camışların tüğnüklerini aradı. Ahanda oradaydı! Tutarım dedi, ha bu ikisinin de tüğnüğünden. Tutardı tutmasına da… Eli, kolu güçlü değildi ama eskisi gibi. Ne kalkardı ta beş karış havaya, ne inerdi minare himmetiyle mermere. Tutamadı.
Daha da hızlandı camışlar. Rüzgâr gibi estiler. Fırtınaya özendiler. Yakıp, biçtiler. Kuyrukları havalandı. Camışların erbezleri yerleri yaladı. Toprak yalanırken böylesine, Rahvan Karı’nın yüzü ıslandı. Kırmızı kırmızı.
Sıdıka Gelin koştu hemen oracığa. Ağaçların, dalların… Gölgenin, esintinin… Dinlenmişliğin arasından sıyrıldı. Güneşin kavurduğu yâre ulaştı. Darı koçanı kalınlığındaydı elindeki sopası. Değne-i deli. Yola doğru sürdü hayvanları. Kambur sırtlarını parçaladı. Hafif yokuş patikadan aşağı rahvan koyverdi.
Ötesi ağaçlarla kaplı yolda Rahvan Karı yatıyordu. Geniş, kocaman kalçasını, mosmor olmuş şiş dudaklarını, bir inip bir çıkan karnını, kapalı göz kapaklarını sıyırdı bakarken uzaktan. Kestane renkli gözleri göstermiyordu kendini. Burnundan akanla daha da boyanıyordu yüzü. Güldü Sıdıka Gelin.
Derken, yerde yatan birden…
Koşmamaya başladı artık. Yavaşladı. Yediği paparayı duydu kulakları. Sonra daha da yavaşladı, rahvan oldu. Tamamen durdu. Kulaklarını dikip etrafı dinledi. Terden ciyak ciyak yanan ensesinden buharlar yükseldi. Dinginliğin içinde, az öteden gelen derenin şırıltısı duyuluyordu sadece. O da öyle yaptı; dinledi öylece.
Ağaçların, dalların… Gölgenin, esintinin… Dinlenmişliğin arasından bir gölge sıyrıldı. Tok ve boğuk. Hemen sonra da çullandı üstüne.
Rahvan geldi rahvan-i yardan; azık etti, hısım etti. Şükür etti.
Emine Hatun’du giden.
Rahvan yâre, rahvan koyverdi.
Bir cevap yazın