“Sadece bir iyi vardır, bilgi; ve yalnızca bir kötü vardır, cehalet.” Sokrates.
Düşünce ile eylem arasındaki ince çizgide ne kadar çok kalıyoruz; iş yerindeki bir toplantıda söylemek istediklerimiz dilimizin ucuna geldiğinde ama söylemediğimizde, pazartesi günü başlayacağımız diyeti bir kez daha bir sonraki haftaya ertlediğimizde ya da her yıl başında kendimiz için koyduğumuz ama gerçekleştiremeden bir yılı daha geçirdiğimiz hedeflerimizde.
30 yaşını geçeli bir kaç yıl oldu, hissettiğim en büyük ve belki de kabul etmesi en ağır şeylerden biri zamanın çok çok hızlı geçtiği ve durdurabilmek hatta yavaşlatabilmek için bile elimden bir şey gelmediği. Hayatlarımız bilgisayarlar, cep telefonları, facebook, instagram, tweetler, fotoğraflar, diziler ve onlarca şey ile o kadar dolup taştı ki. Tüm bunlar bizi oturduğumuz koltuğa adeta yapıştırırken haftalar aylar ve yıllar geçiyor. Tüme varım yaparsak hayatımız başkalarının hayatlarını ve eylemlerini (!) izleyerek geçip gidiyor.
Hem eyleme geçememenin stresini hem de başkalarının hayatlarını izleyerek geçen günlerin amaçsızlığını yenmek için çareler ararken, rönesans insanı kavramıyla karşılaştım. 10 yaşımdan beri aralıksız dinlediğim müzik grubunun vokali hem inanılmaz sesiyle ben de dahil milyonlarca insanın hayranlığını topluyordu hem de boş zamanlarında yolcu uçağı kullanıyordu, evet şu yurtdışına çıktığımızda bindiğimiz Boeing 737’yi! Bununla da yetinmemişti; daha 30’lu yaşlarındayken iki tane çocuk kitabı yazmış, 40 ve 50’li yaşlarında ulusal radyoda program sunmuş, kendi otobiyografi kitabını çıkartmış, bir filmin prodüktörlüğünü yapmış ve Discovery Channel’da belgeseller sunmuştu. Yazarken bile çok uzun gelen bu kadar eylemi yapan kişi Iron Maiden’ın vokali Bruce Dickinson. Bir forumda Dickinson için kullanılan tam bir rönesans insanı ifadesi dikkatimi çekmişti. Sanata hep ilgim vardı, daha doğrusu bilgiye olan hayranlığımın etkisiyle kısa süreli de olsa sanat tarihi kurslarına katılmıştım. Rönesans hakkında da yüzeysel sayılabilecek bir bilgim vardı ama rönesans insanı deyimini ilk defa duymuştum.
Rönesans, Avrupa’da 1300 ve 1600 yılları arasındaki döneme verilen isim. Bu dönemde İtalya Asya ve Avrupa ile ticaretini arttırmış ve büyük bir refah içindeydi, kilise odaklı skolastik düşünce yerini insanı, doğayı, estetiği, sorgulamaya ve rasyonal düşünceye bıraktı.
Rönesansta hedeflenen şey tüm bireylerin düsüncelerini sözlü ya da yazılı olarak özgürce ifade edebildiği ve diğer bireyleri de erdemli olmaya yönelten bir toplum oluşturmaktı. Bunu başarmak için insan doğasını, uygarlıkları ve toplumsal değerleri anlamak, öğrenmek ve yüceltmek gerektiğine inanmışlardı.
Rönesans’ın politika, din, sosyoloji alanındaki etkileri de insanlık tarihi için çok değerliyken dönem ile ilgil aklımda kalanlar sanat tarihi ile ilgili kısımlarıydı. Sanattaki gerçekçilik çabasının, resimlerde perspektif kullanımının, detaylı ışık ve gölge etkilerinden haberdardım. Merak ettiğim terimin hayat bulmuş ve gerçekten kimlik kazanmış hali Leonardo Da Vinci’ydi. Leonardo sanatında gerçekçiliğe ulaşmak isterken, gözlem yeteneğini ve bilgiye açlığını (1452-1519) 67 yıllık kısa sayılabilecek yaşamında sonuna kadar kullanmış ve insanlar olarak amacımız olduğunda ve eyleme geçtiğimizde neler yapabileceğimizi göstermişti. Günümüzde Leonardo Da Vinci için ressam, heykeltıraş, mimar, bilim adamı, ve mühendis deniyor ve hayatı filmlere dizilere konu oluyor. Kendisi, tam 500 yıl sonra hala popüler.
Rönesans’ta insanlar klasik yunan felsefesini yeniden keşfetme şansı bulmuşlardı. Bunlardan biri M.Ö 490-420 yılları arasında yaşamış `İnsan, her seyin ölçüsüdür.`sözünün sahibi felsefeci Protagoras’tı. Bu kısacık söz üzerine kitaplar yazılabilir değil mi? Sıcak soğuk, doğru yanlış, iyi kötü her şey insandan insana değişir. Rönesans’ta bu düşünce sanatta, mimaride, politikada bilim ve edebiyatta bir manifesto oldu.
Leonardo Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği’ni resmederken gerçekliğe ulaşmak adına anatomi ve doğa ile ilgili deneyimsel izlenimlerini de çizmişti. Su akışı ile ilgili kontrollü deneyler yaparken araştırma metodları geliştirmiş ve mimaride kullanmak için makine tasarımları yapmıştı. Leonardo ve diğer polimatlar sanatı ve bilimi iç içe geçirmişlerdi.
Bu dönemde yapılan ampirik bütün bu çalışmalar klasik dogmatik düşünceyle çeliştiğinde yeni fikirleri, yeni bakış açılarını ve sorgulamaları doğurdu. Leonardo yalnız değildi, Kopernik, Galile, Kepler, Kolomb, Martin Luther, Erasmus, Shakespeare, Montaigne, Jan Van Eyck ve daha niceleri sanatta bilimde sosyolojide, din alanında dünyayı etkileyecek eylemlerde bulundular.
Polimat (polymath) birden çok alanda uzmanlaşmış, bilgi sahibi ve bilgisini kullanarak (eyleme geçerek) problemleri çözme yeteneğine sahip kişilere verilen isim.
Tüm bu insanların ortak düşüncesi insanın güçlü olduğuna olan inançlarıydı, öyle ki bu sonsuz güçle büyük başarılar elde edebileceklerine yapabileceklerinin sınırlarının olmadığına inandılar. Aynı şekilde yaşadığımız dünyanın ilgi çekici ve araştırmaya değer olduğunu da düşünmüşlerdi. Cep telefonuna saatlerce bakmaktan daha ilgi çekici. Daha da etkileyici olan ise insanın sürekli faal olması fikriydi. Sonuçtan bağımsız insanın faal olmasının şerefli ve güzel olduğuna inanmışlardı.
“İnsanlık hayal etmekten ve eyleme geçmekten korkmayanlar sayesinde ileriye gidiyor.”
Çok farklı alanlarda eşsiz bilgiler elde etmiş ve başarılar kazanmış bu insanların yaptıklarının en azından bir kısmını biz neden yapamayalım? Eyleme geçmek, sonuç alamasak bile süreci yaşamanın hazzına varmak için bizi alıkoyan ataletimizi, ağırlığımızı neden kaldırıp atmayalım? Dünyanın bir ucundan diğer ucuna seyahat etmek sadece saatler sürerken, bilgiye erişim bu kadar kolaylaşmışken, bizi hızlandırabilecek araçlar bu kadar erişilebilirken biz neden bilgimizi arttırmayalım? Daha da önemlisi eyleme neden geçmeyelim? Dünyayı küçük eylemlerle değiştirebiliriz, değişime kendimizden, çevremizden başlayabiliriz. Tüketirken tükenmek yerine eyleme geçip, harekete geçip, bilgimizi arttırıp paylaşabiliriz.
İnsan olarak erdemli yolculuğumuz tam burada başlıyor.
“Yaşamındaki sınırlar yalnızca senin belirlediklerindir.” Epiktetos.
Bir cevap yazın