Sinek gibi örümceğe yakalanmıştı, hepsinin bir ağı vardı, hepsi sabırla beklerdi. Gözleri perdeli, sahne gerisinde duymak isterlerdi; ne çok erkek ve fakat ne kadar az insan, ne çok kadın ve fakat ne kadar az insan hamamböcekleri gibi tezgahın üstünü alırlardı; yeter ki gece olsun, yeter ki nefesleri kesilsin.
Hamamböcekleri gibi tezgâhın üstünü almıştı, onun için gece evdi sonra susamıştı, kalktı, ışığı yaktığında kaçtı… Kaçıştı… Işıktan… Sondu, söndü, bir benekli bela idi; bir yeşil karınlı tonbul karasinek, akşamına kanlı batak bir kısa gün… Bir kanatlı halat, yere sağır çeken. Aşk.
Hamamböceği ses vermedi; hayatının kara hesabını tutuyordu, kabarıktı ama sonra bak aşk neydi, yukarıda bir örümcek boz bulutlu ağdaki sineğin kanadı ile meşguldü, kanat kopmak bilmemişti, sahibi bir deli aşıktı sonra aşağıdaki köpek tümden yalandı, ilikli bir kemik de olabilirdi, genç kız eteğini aşağı, oğlan pantolonunu yukarı çekti; gece siyah olmak üzereydi, herkes evcağızlarının makakların alkışları eşliğinde yerle bir olacağı bir kâbusa dalmak üzere iken, bir küçük mutfak böceği sordu, hamamböceği değilim, mutfak böceğiyim: “biz ışıktan hep endişeli, beklemek zorunda mıyız?” Şehir büyüktü, hayvan küçük, gece uzun, ışık açılacak gibi değildi… Sonra tek parmak boylu kedi kısa yürüdü ve bir kuş yayvan kanat çırptı. Bunlar “biz dünyanın eniyiz”, dediler…. Sabaha bir lodos iki poyraz vardı… Günbatısı kaçağında bekleriz madem, dediler… Genç kız eteğini aşağı ve oğlan pantolonunu yukarı çekti… Sonra sabah oldu… Balıkağı mucizesi.
Mısır püskülleri geceye baktıklarında hiç hoşlanmıyorlardı, yüzünde görmüş geçirmiş sokak direşkenlerinde olmayan bir çocuksu gülüş ve masum merak vardı. Öyle aptalca, öyle uyurgezer bir bakışta hiç telaş yoktu, hayat o kadar uzundu ki bitmek bilmez geliyordu; bütün bir budala gün… Koca bir hayat… berikiler odun kömürü gibi güneşin alnına saçın serip usuldan yanıp ağlıyorlardı, yıllar geçmiş, yaş kemale ermiş… Ah pürçek Yaş! Karanlıkta ancak hışırdadılar. O, dans ediyordu, ayakları yoktu; bazen bir yaprakla beraber üstünde çiğ titrerdi… Sonra üşür yapracığa bir tokat aşkederdi… Ölüm nedir ki sen altta ben üstte, sevişmek… Berikiler odun kömürü gibi usuldan çıtır çıtır pişer, gözlerlerdi, dişlerini karıştırırlar, közlenirlerdi…. gece karanlık, tan yeri Kop Geçidi… odun kömürleri yaşıyorlardı, o ise yaprağın tam çiğ üstünde…
Fakat o bir yeğin oğlak gibi…boynunu hemen tutuverene koyvermiyordu, oğlak gülüyordu, o uzaktan oğlağı mut ile görmek için ağaçtan kalın bir dal kırdı, damarları için, dal ölürken koptuğu ağaç bedene şükür duası etti ve katilinin yeşil ellerine teslim oldu ne var ki kırık kemikler ellerde ısınmadı bile, sonra daha ses vermedi, hemen kurudu,… Bir kısa rüzgar esti… O uzaktan oğlağı seyretti… Oğlak Mut ileydi, ğöğe baktı, Zühre okyanus içinde bir tahta kayık gibi mum lambalıydı… Gökyüzüne bir mum yaktı, mum gerçekti, kimse yoktu… Sonra içine nasıl bir mavi girdi… Gece göğün yüzü ayna gibiydi… Oğlak çok uzağa, eflatun boyunduruğa gitmişti… Yeşil, çok yeşili çıkaramadı sonra avuç içlerinden…
Sonra küçük bir sincap onun ellerindeki yeşili kazıdı, dedi ki “ölmeliydin”, oğlak kahverengi derin güzel baktı “neden” diye sordu sanki sincabın cevabı vardı… gece griye evrilmişti, bir göğe baktı sincap dedi ki “bulutları süpürürsen derin yer bak Oğlak ölmek için sebep nedir? Görmüyor musun ağacın burnu kanıyor?” Oğlak “Ben zaten ölüyüm, konuşma benimle, yer altına” dedi… Mutfak böceği duydu, yukarıdaki sinekçil örümcek de… Bir sineğe daha kıydı… Oğlak gök için ölmüştü ama çınardan dal kırmıştı, yeşil topukları kanadı; oğlan pantolonunu yukarı çekti, yemin etti; kız eteğini aşağı çekti, yemin etti; gece sonra sabah olmuş… Gene günbatısı kaçağı… Olmuş…
Sonra hamamböcekleri, mutfak keşişi; yukarıdaki örümcek ile son anından memnun kurbanı bir günlük sinek, kahverengi sevgin gözlü oğlak ile aşığı sıcak sincap, ilik kemik köpek ve bir ılıman kedi dediler ki “yeşilin yamacında sevgi vardır… göremez pantolonunu yukarı çeker oğlan, kız eteğini aşağı çeker… Sabah olur… Yengeç kabuklu kıskaçlı olur suda yaşar aşk, oğlan pantolununu yukarı çeker kurur anlamaz, kız eteğini aşağı çeker kurur anlamaz.
Sofra “mükellef”, dost “mültefit”, hayat “mustakar” olmalıydı. Olamaz budala. Öleli birkaç dakika bile olmadan doğrulmuş, ‘Kaçan Ayna’ya, “sen onu külahıma göster” demişti, “ben öldüm, sen şimdi ağlıyorsun, bir gün bunun ‘pek öğretici bir deneyim’ olduğunu bile iddia edeceksin”. Beriki, sedası görünmezliğinde yitik Ölü’yü duymamıştı; sadece iç-yüzüne bakıyor ve sessizce hıçkırıyordu. Birden ağlamayı kesti, birkaç saniye içinde kararmış, kendisini yanı başındaki ölünün varlığından soyutlamıştı. Hiç kimsenin bir ölüden daha iyi susamayacağını düşününce genişlemeye başladı, genişlemeye başlayınca çatlaklardan bir ağ oluştu yüzeyinde önce, yüzü bir örümcek ağı gibi gölgeli çizgilerle kaplı kaldı bir süre ve sonunda parçalara ayrıldı. İç-yüzündeki karanlık da parçalara bölündü ama bölündüğü her bir parçasının, kendisi kadar büyük kalmasına özen gösterdi. Mağrurdu. ‘Zihinsel Bir Ölüm’ün, kabul etmekle reddetmeyi denk kıldığı o anda, zaman içinde çevrilen büsbütün bir sırtın, içinde beliriveren sureti de suskundu. Ölü, Çevrik Sırt ve Kaçan Ayna, üçü birbirlerine bakıyor ama içlerinden sadece biri, kastettiği şeyin hakkını verebiliyordu. Ölü öyle bir susuyordu ki bu ikisi, onun yanında kalmayı sürdürürlerse yeterince sessiz kalamayacaklarını düşündüler. Birkaç adım uzaklaştılar. Kaçan Ayna ‘Bu, pek öğretici bir deneyimdi’ diye düşündü; Çevrik Sırt ‘Evet. Bu bir daha unutturmayacak bir deneyim oldu’ diye düşündü. Susuyorlardı. Ölü, keyifle güldü; herkesten iyi susuyordu. Neden sonra kendisinden çok önce ölmüşlerin yanına gidince onların kendisinden çok daha iyi sustuklarına tanık oldu. Diğerleri daha derin bir sessizlik içindeydiler. Dehşete düştü. Kaçan Ayna ve Çevrik Sırt’a merhamet etmeli, acılarıyla alay etmemeliydi. Önce kimsenin kimseden daha iyi susamayacağına kanaat getirdi ve haykırdı: “Lanet olsun… bir deneyim oldu”. Hayat devam ediyor, konuşanlar konuşuyor, susanlar susuyor, aziz ölüler onlardan daha iyi susuyor, daha da aziz ölüler daha da iyi susuyordu. Karanlık, kırık bir aynanın içinde pek de rahat etmediğine kanaat getirdi. Bu kanaati bir süre hiçbir şeyi değiştirmedi.
Sonra simsiyah silkindi; dışarıya doğru yavaşça süzüldü. Ama Kaçan Ayna onu takip etmek istedi ve kırık parçalarının her birini kendi karanlıklarının peşine düşürdü. Ölü, az önce yanlarında bulunduğu ölülerden daha da aziz bir ölü olmaya karar verdiği için sessizliğini arttırmaya karar verdi. Fakat onun arttırılamayacak bir birim olduğunu söylediler. “Ama diğerlerinin daha da iyi sustuklarını gördüm” diye itiraz etti. Bunun öznel bir algı, hatta Hayal olduğunu söylediler. Hayal olmaya karar verdi. Hayal olur olmaz, tam da istediği gibi sessiz kalabildiğini gördü. Herkesten iyi susan şu diğer ölüler de demek ki Hayal olmuşlardı. Kimse kimseden daha iyi susamıyor ama Hayal herkesten daha iyi susuyordu.
Kaçan Ayna’ya Karanlığı kovaladığını söylediler. Karanlık kovalandığını anladığı anda parçaları ile bağını çözdü. Bunlar birer birer yittiler. Kovalayacak bir karanlık göremeyen Kaçan Ayna, birden durdu ve parçalarıyla bağını çözdü. Bunlar da tek bir fikrin sınırlarına kadar genişleyip öylece kaldılar, birbirlerinin aynı olduklarını görünce tek bir şekil halinde tezahür etmekte karar kıldılar. Böylece Karanlık, Aydınlık; Kaçan Ayna da Gerçek oldu.
Kaçan Ayna iç-yüzüne yeniden bakınca orada Hayalle karşılaştığını gördü. Ne kadar da muhteşem susuyordu. Zaman içinde çevrilen büsbütün bir sırtın, içinde beliriveren sureti de büyüdü. Çevrik Sırt, Mekân olmuştu.
Ölü, Kaçan Ayna, Karanlık, Çevrik Sırt, Diğer Ölüler, Hayal ve Gerçek, Bir’e doğru baktılar. Önce ikiye sonra üçe ve sonra yediye bölünmüştü. Hepsi birden sekize çıkıp Hakikat olmaya karar verdiler. Âlemin ne kadar ahenkli bir sükûneti vardı. Kürelerin Müziği buydu. Dünya üzerine düşen gürültülü gölgeleri o kaldırır, bir hikâyenin çoğul sesi olurdu.
Sonra hamamböcekleri, mutfak keşişi; yukarıdaki örümcek ile son anından memnun kurbanı bir günlük sinek, kahverengi sevgin gözlü oğlak ile aşığı sıcak sincap, ilik kemik köpek ve bir ılıman kedi dediler ki “yeşilin yamacında hakikat vardır… göremez pantolonunu yukarı çeker oğlan, göremez kız eteğini aşağı çeker… Sabah olur… Yengeç kabuklu kıskaçlı olur suda yaşar hayat, oğlan pantolununu yukarı çeker kurur anlamaz, kız eteğini aşağı çeker kurur anlamaz.
Bir cevap yazın