Uçsuz bucaksız bir sahilin yanı başında dört arkadaş oturuyorlardı. İkisi yanına aldıkları oltalar ile yan tarafa balık tutmaya koyuldular. Bir diğeri olduğu yerde uzandı. Öteki ise kendince bir şeyler mırıldanmaya, ince elleriyle kumullarda bir şeyler çizmeye başladı. Sanki dünya onlara ilk defa böyle güzel, böyle masum görünüyordu. Yerde alabildiğine uzanmış kızıl kumullar, börtü böcek, yan tarafta dalgalı vakur sahil, içinde yengeçler ahtapotlar balıklar… Fosforlu gökyüzünde uçuşan kuşlar, martılar, esen huzur verici yel ve sessizlik…
Hepsi de bu günü yaşamayı arzu etmişlerdi. Kalabalık, kötü kokulu ve fesat insanların arasındayken henüz küçük yaşlarda kirli düzene bakıp imrendiklerini göstermiş ve bir gün sessiz bir yerde oturup dünya, insanlar ve insanlık hakkında münakaşa edeceklerini beyan etmişlerdi.
İnsan kurduğu hayale erişince dünyanın en bahtlı kişisi oluyor ve bu baht, kirli dünyanın sevilmesine de olanak sağlıyordu. Aynı zamanda gerçekleşmiş o büyük hayalin muhkem boşlukları doldurulmaya çalışılıyordu. Mesela Siya ve Nala sahile vardıklarında ilk iş olarak oltayla balık tutacaklarını düşlediler. İşte şimdide o düşü yaşıyorlardı. Siya daha fazla yakaladığı balıkları kendisinden az yakaladığı Nala’nın sepetine doldurdu. Sırtlayıp Pitry ve Jack’in yanına vardılar. Hep beraber balıkları pişirip yemeye koyuldular. Yemeğe başlar başlamaz Jack asıl meseleye kapı araladı:
—Dostlarım… İşte; küfrün bataklığın, seviyesizliğin ve eşitsizliğin içinden çıkıp bir günlüğüne şu güzelim yere geldik. Elbette ki insan ömür boyu burada yaşamayı isteyebilir fakat yanımızdaki erzak ancak bir güne yetiyor. Bencil olmayalım. Yüce Mevla’ya bugünü bir günde olsa bize gösterdiğine şükredelim. Hatırlar mısınız çirkef yerlerde ne konuşmuştuk. Böyle sessiz bir yerde dünyayı konuşacaktık.
Siya:
—Evet, bunu beyan etmiştik. Evvelden başlamak gerekirse ben kendi yaşamımdan bir kesit sunaraktan dünyanın çirkefliğini kanıtlayabilirim. Fakat bence dünyayı bir tarafa bırakalım. Çünkü değil dünyayı değiştirmek, dünyayı konuşup tartışmak dahi biz kuş beyinlilere ağır gelir. Ancak şunu söyleyebilirim ki bana göre iyi bir dünya iyi bir olgunlaşmaya bağlıdır. Yani iyi yönden bir olgunlaşma… Ne yazık ki ben bunu başaramadım fakat şu kanıya vardım. Bana göre olgunlaşmanın başı da sonu da çevredir.
Nala:
—Çevre mi?
Siya:
—Elbette. Bakınız ben küçük yaşlarda çok sade ve güzel bir yaşam sürüyordum. Sadece ailemle beraberdim. Bir ablam vardı. Hep onunla oyunlar oynar, birbirimize şarkılar söylerdik. Sonra ikimizde büyüdük. Ben arkadaşlarımın çevresine taptım. Günde üç paket sigara, iki şişe votka içer, geceleri de pavyonlarda geçirir oldum. Şimdi bırakın ablamı ailemi, evimin nerde olduğunu bilmiyorum. Tek bil taşındıklarıdır. Anlayacağınız kötü bir yönden olgunlaştım. Dünya bana daha bir kötü göründü ve çevrenin insanı etkisi altına aldığına da inanmış oldum.
Nala:
—Hâlbuki değişen dünya ve çevre şartlarına pragmatist bir şekilde olanak sağlayıp aklını kullansaydın bu hale gelmezdin.
Siya ufaktan başına yana kayırdı. Bir sigara yakıp gözlerini sahilin dalgalı sularına çevirdi, öylece daldı kaldı orada. Nala ise yediği balığın kılçıklarını yan tarafa fırlattı. Parmaklarını ağzıyla emdikten sonra peçete ile sildi. Konuşmaya başlarken kalın vücudunu geriye verip, tek kaşını mütenasip bir şekilde kaldırırdı. İşte yine aynısını yapıyordu.
—Bana göre her şeyi mahveden kötü ailedir. Biliyor musunuz ben en büyük korkuyu ailemden aldım. Ailemden hiç kimse beni sevmedi, arkamda durmadı. Hep boynu bükük ve ezik bir şekilde yetiştirildim. Babamın beni dövmesinden, annemin azarlamasından, ağabeyimin de sadece kendisini methedip beni küçük düşürmesinden başka yaptıkları bir şey yoktu. O yüzden şuan insanlar arasında mahmurluk çekiyorum. Düşünüyorum da bana ilgi gösterip arkamda dursalardı şuan vaziyetim çok daha güzel olabilirdi. İşte böyle benim ailem gibi çağ dışı kalmış aileler var olduğu sürece kendini bilen ve kendine güvenen ihtişamlı bireyler yetişmeyecektir. Kendine güvenmeyen bireyin de değil dünyaya ve insanlara kendisine bile zerre faydası olamaz.
Jack:
—Yani ailenin ölüme dek süren yılları etkisi altına aldığını mı iddia ediyorsun?
Nala:
—İddia etmiyorum Jack. Kesin bir dil ile bunun doğruluğunu beyan ediyorum. Çünkü yaşamın kökü aileden gelir. Kök ne kadar sağlam ve esaslıysa verecekleri meyvelerde o derece sağlam ve kuvvetli olur, dallarından da düşmez.
Ortalığı kısa bir sessizlik aldı. Siya bitirdiği sigarasını sertçe yukarıya attı. Jack ise kederli başını sağa sola salladı. Yüzü ciddi bir hal ile beraber maziye bir düşkünlük belirtisi de belirginleşti. Naif ses tonuyla mırıldandı:
—Bana göre ise her şey aşktır. Çünkü bütün ömrün sadece bir ana bakar. Sadece bir anda âşık olursun ve o aşk bütün ömrünü etkiler, sancılı bir hale çevirir.
Siya:
—Böyle konuştuğuna göre bu hastalığa fena yakalandığını hissediyorum.
Jack:
—Sorma dostum, sorma… Ben hayatımı zorlaştıran bu baskın etkeni çok ağır yaşadım. Bilirim ki ne kadar iyi anlatsam ve ne kadar detaya girsem âşık olduğum kızın güzelliğini size tarif edemem. Önceleri de birçok sevda maceralarına adım karışmıştı fakat bu unutamadığım bir başkaydı. Uzun boylu, narin, şirin, kara gözlü, sarı saçlı, körpe vücutlu olup oldukça şefkatli bir mahlûktu. Bu güzellik bir kraliçe edasıyla kaynaşıp birleşirse işte o an görenlerin kendinden geçeceğine kefil olabilirim. Fakat şimdi ne oldu? İki erkek bir kız üç çocuğu var.
İki elini birbirine sürttü. Yaşamının yanlış olduğunu, en çok sevginin kötü yanlarının olduğunu düşündü. Başını öne eğdi. Şu ana kadar hiç konuşmayan orta boylu, geniş alınlı Pitry işaret parmağını zarifçe kaldırdı:
—Ben sizlerden farklı düşünüyorum. Şöyle ki ben şahsiliğe girmeyeceğim. Hepiniz yaşamınızın kötü oluşunun sebeplerini ve olumsuzluklarını saydınız. Ben sadece ve sadece dünyanın bir yok oluştan ibaret olduğuna kanaat getiriyorum. Peki, bu yok oluşun nasıl bir yok oluş olduğunu biliyor musunuz dostlarım?
Üç arkadaş zarif bir şekilde, olağanca dikkatleriyle dinlemeye koyulmuşlardı. Pitry sözlerini sürdürdü:
—Bu yok oluş tıpkı cahil bir kürdün ve cahil bir türkün düşüncesine benzer.
Jack:
—Cahil Kürt ve cahil Türk de kimdir?
Pitry:
—Her yeri yakıp yıkanlara, istikbale, özgürlüğe, barışa ve kardeşliğe kurşun sıkanlara, ocak söndürenlere, çoluk çocuğu katledenlere inanan Kürt, cahil Kürt’tür. Aynı zamanda var olan haklarından vazgeçen Kürt de cahil Kürt’tür.
Jack:
—Peki ya cahil Türk?
Pitry:
—Sadece kendi varlıklarını ve kimliklerini beyan eden, kendisinden başkasını tanımayan, bencil davranan ve eşitliği öngörmeyen Türk, cahil Türk’tür. Küçük düşüren, alay eden Türk de cahil Türk’tür. Bana göre en önemli unsur budur. Dünya da, insanlar da, insanlık da ancak eşitlikle düzelebilir ve dünya ancak böyle çirkefliğinden kurtulabilir.
Aniden ortalık karardı ve dört arkadaş aynı anda bulundukları farklı yerlerde hayalini kurdukları sessiz sahil kenarının rüyasından uyandılar. Fakat akılları sahilden çok münakaşa ettikleri konularda kalmıştı…
Bir cevap yazın