Duygusallığın ve insan sevgisinin anlatım ustası Sait Faik ölümünün üzerinden kuşaklar geçse de hâlâ canlı, dipdiri karşımızda duruyor. Bunun sonraki nesiller için de böyle olacağını hepimiz biliyoruz. Çünkü O, insana ve yaşama, çağını aşan bir bakışla yaklaşarak insanın tüm hallerini öykülerine yansıtmıştır. Öyle ki konu her zaman “insan”ın ardında kalmış, onun nitelikli anlatımı içinde kaybolmuştur. İnsana olan sevgisinden yola çıkarak yaşama, doğaya, hayvanlara duyduğu derin bağlılığa ulaşırız. Onun bu tutkusunu, yaşamı boyunca süren yalnızlığının dışa vurumu olarak da görebiliriz.
Sait Faik, yüreğindeki insan sevgisinin heyecanıyla onları gözlemlemiş, kendinden hiçbir şey katmadan, yorumlamadan olduğu gibi öykülerine almıştır. O, insanların bunalımlarını, mutluluklarını, yalnızlıklarını olduğu kadar; ahlak düşkünlüklerini, türlü serseriliklerini de gözler önüne serer. Öykülerinde insanlık hallerinin tümü vardır.Onun birçok öyküsünde kahramanları ile birlikte sarhoş olduğunu, hayat kadınlarıyla yattığını, küfür ettiğini okuruz. O, tatlı serseri olduğu kadar, bilge bir dosttur da. Bazen dünyaya metelik vermeyen bir kalender meşrep, bazen dünyayı kurtarmaya hazır bir kahraman. Kısaca onun öyküleri hayatı, hayatı öyküleridir.
Sait Faik, baharı bir Çingene kızın göğsünde görüp onu yirmi beş kuruşa öperken ne kadar mutluysa, elindeki kağıdı uzatarak ne yazdığını soran adama, firengili olduğunu yazdığını söyleyemeyecek kadar umarsızdır: “Bir daha, bir daha baktım. Yüreğime bir şey oturdu… Yazın susamışken birdenbire bir soğuk su içtiniz mi, bir ağırlık, bir sancı oturuverir, öyle bir şey oturdu can evime. Adamın yüzüne bakakaldım.”(Dört Zait)
Bazı öykülerinde de içindeki çocuğun hınzırlığını bizimle paylaşmak ister gibidir. Çalmadığı halde, çalmış hissini uyandırarak tesbih sahibiyle içten içe alay eden adamın çocuksu sevincini gülümseyerek okuruz: “Hani bazı çocuklar vardır, ısrarla fena bir hareketi yapmadıklarını iddia ederler. Hakikaten de yapmamışlardır. Ama yapmış gibi bir halleri vardır. Yapmamış insanların doğallığını bir türlü alamazlar. İşte ben o çocuklardan biri gibiydim.”(Mahalle Kahvesi)
Sait Faik’in insanları sıradan, günlük yaşamın içindeki insanlardır. Onlar yaşamın yükünü, sıkıntılarını omuzlarından çok yüreklerinde taşırlar. Bu yüzden Film Hayri, genelevde çalışan kapatması Ayşe’nin namusuna toz kondurmaz. Kör Mustafa’nın azmi, balıkçı Varbet’in gizli duygusallığı , çöpçü Mehmet’in yürekliliği de hep bu yüzdendir.Yaşamının son yıllarına doğru ise yalnızlığı hiç olmadığı kadar ağır gelmeye başlar. Alemdağda Var Bir Yılan’da bizimle yalnızlığını ve karamsarlığını paylaşır: “Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek.” İnsanın iç yalnızlığını bu kadar içten vurgulayan bir başka cümle olabilir mi?
Bu kitapta yazdığı öykülerde karamsarlığın yanı sıra önüne geçilmez bir kırılganlık buluruz. Aynı kitabın Çarşıya İnemem adlı öyküsünde insanlar için “Yasaklı hayvandır” der ve devam eder. “Aşklar yasaktır, gün olur sular, yemişler bile yasaktı. İnsanlar birbirine yasaktır. Canım çekiyor diye öpemem seni güzel çocuk! Canım çekiyor diye içemem körkütük oluncaya kadar, aklı boğuncaya kadar; karaciğer yasağı.”Gerçekçi bir gözlemi yansıttığı öykülerinde içindeki yaşama sevincini okuyucusuyla paylaşır: “Halbuki ben yaşamayı severim, delicesine.” Gözlemlerini fotoğraf çeker gibi kağıda aktardığından, kaleminden çıkan öyküler hayatın ta kendisidir ve biz o öyküleri okurken, “Çıplak ayaklı bir Arnavut kızının pespembe topukları, kuyruğu havada düşmanca dönüvermiş, sırtında tüyleri diken diken, burnu ağzı kapkara, ıpıslak, dili bir eski zaman pembesiyle acar, edepsiz bir dişi köpek, burma kırmızı bıyıklarında hıyar çekirdekleri, sigara dumanları, tütün ve hiddet tutuşan bir ellilik bahçıvan” birden gözümüzün önünde canlanıverir.
Sait Faik’in öykülerinde çocuklara sevgiyle yaklaşması, onları yüreği ile görüp anlatması içindeki çocukla birlikte kendisinin de hep çocuk kalmasındandır. Oysa çocuklar için yazdığı özel öyküleri yoktur. Çocuklar, öykülerin içinden öylesine geçiverirler. Onlar geçip giderken, Sait Faik bize gördüklerini aktarır sadece. Ama onun gördükleri daima bizim gördüklerimizden çok farklıdır. Yüzlerine baktığında içlerini de okur.
F. H. Dağlarca, Sait Faik’in ardından yazdığı şiirde “Yüzünde sarışın çocukluğuyla” öldüğünü yazıyor. Sanırım, çocuk adam olarak yaşayıp ölmek böyle bir şey olmalı…“Ölmüş Sait / Deniz mavisinden erken / Bunca sevgiden sonra / Ölmüş annesini öperken.””Ölmüş eli ayağı uzak / Camların üstü buğu / Ölmüş, çocuklar izin vermeden / Yüzünde sarışın çocukluğu.”
(Kasım 1906/ 11 Mayıs 1954) Anısına saygıyla
Bir cevap yazın