Tik tak, tik tak, tik tak…
Yan odada duvarda asılı duran, baba yadigarı saatin sarkacı en olunmadık yerde ve zamanda yine o her zamanki gıcırtılı hali ile başımı ağrıtmaya devam ediyordu. O kadar sessiz, gürültüden uzak ve hatta kimsesiz ki hayatım elimde avucumda olan her şeyi un ufak edip bu eve tıkamışım.Evin her odasında benle yer kaplayan bütün nesnelerin sesini duyar gibi oluyorum.Tıpkı canımı acıtan bu saatin sesi gibi.Evet, zamanın her akışı başımı ağrıtıyordu artık.Uzandığım yerde ‘’acaba bu durum herkeste de aynı mı’’ diye düşünmeye başladım. Yoksa, yoksa kendi yarattığım o gereksiz kuruntulardan biri miydi?Yooo yo!Bu kez gerçekten iş ciddi galiba,bayadır böyle huzursuz hissediyordum kendimi.Hem geçen gün karşı apartmanda oturan komşum Aysel Hanım da iyi akşamlar deyip arkasından‘’Memduh Bey! Sanki biraz yorgun gibisiniz, hasta falan mısınız yoksa?’’dememiş miydi. Bunu söyledikten sonra merdivenleri sırtımda yük varmış gibi terli bir şekilde bitirip kapıyı açıp kendimi zar zor içeri atmamış mıydım? Sebebi? Imm sebebi belli aslında:Yaşlanıyordum çünkü. Beyazın en sevimsiz hali düşüyordu ömrüme, her duyulan tik tak sesinden sonra üzerimi kaplamaya devam ediyordu.Anlamıştım zaten aylardır sabahları erken kalkmamdan. Susup kaldım bir süre. Bugün,uzun bir zaman sonra yapılacak işlerimin olduğunu hatırladım. Sonra kalkıp ocağa çay suyu koyayım dedim. Kahvaltı hazırlayayım yoksa yine ağlamaklı bir hal alacam.Gece uyumadan önce çıkarıp yatağın kenarında duran boş sandalyeye asılı halde bıraktığım ince kareli gömleğimi üzerime geçirip düğmelerini ilikleye ilikleye lavaboya doğru gittim.Varıp çeşmeyi aniden açmamla tazyikli bir şekilde su akmaya başladı ve tabii ki yüzümden önce gömleğim ıslandı. Hay aksi! Gözlerim ayılmamış hala, musluğun ayarını tutturamamıştım. Çevirip azcık kıstım ve yüzümü yıkayıverdim. Havluyu alıp yüzümü kurulanırken kapının zili çaldı, ilk önce kim acaba bu saatte diye şaşırdım, sonra saatin 07:30 olduğunu görüp kapıcının ekmek sepeti ve gazete ile kapıya dayandığını anladım.Yanılmamıştım da,kapının kilidini açmadan mercek gözlü delikten bakıp bizim Tokatlı geveze kapıcı Hikmet’in kafasını kocaman şekilde gördüm. Kapıyı açtıktan sonra:
‘’Günaydın Memduh Bey,sabah şerifleriniz hayrolsun’’dedi.
‘’Sağ ol evladım.Sana da günaydın, günaydın ama kaç defa dedim şu zili uzun uzun çalma diye,bak yine telaşa kapıldım gereksiz yere!’’
Hikmet her zamanki gibi yine hazırlıklıydı ve anında o bilindik tepkiyi verdi:
‘’Kusura bakmayın Memduh Bey,yine elimin ayarını tutturamadım.Valla isteyerek olmadı’’
‘’Tamam tamam,hadi ver şu ekmeği de bir an evvel sofraya oturayım’’deyip kendimin de Hikmet’ten pek de geri kalır yanımın olmadığını ortaya koyan o her zamanki huzursuz edici tavrımı takınıp karşılık vermiştim.
‘’Memduh Bey!dün akşam Leyla Hanımı gördüm, apartmanın önünü süpürürken. Galiba bugün yine dersiniz var’’
Gerildim.Bu çocuk neden böyle her şeye yorum yapma gereği duyuyor ki anlamıyorum.Geveze işte!Kapıyı kapadım nihayet ve alelacele kurduğum sofraya oturup bir parça ekmeğe sevdiğim gül reçelinden sürüp lokmayı boğazıma götürdüm. Çaydan da bir yudum alıp gazeteye şöyle bir göz gezdirdim. Ülkenin sıkıntılı ruh hali işte, hep aynı! Tıpkı benim gibi diye içimden kendimin de zor duyabileceği şekilde mırıldandım.
Evet,Leyla gelecekti yine bugün.Harfleri uzun bir uğraş sonucu öğrendikten sonra kaldığımız yerden okuma alıştırmalarına devam edecektik.Leyla…Karşı apartmanda oturuyor.Felçli halasına bakacak kimse olmadığından köyden Ankara’ya gelmiş.Orta yaşlı, güzel, hafif uzun boylu bir kadın.Kızıla çalan örgülü saçları ve öğrenme heyecanı en güzel yanıydı. Bir inme sonucu elden ayaktan düşen halasının benden ricası idi.Gerçi emekli bir öğretmenden de başka ne istenebilirdi ki!Bugün saat on bir gibi gelmesini söylemiştim. Normalde ikindi vakti gelir bir saat ders çalıştıktan sonra eve dönerdi.Bugün erken gelmesini tembihledim çünkü öğle sonrasını akşama de, uzun yıllar sonra göreceğim fakülteden dostum Ziya’ya ayırmıştım.
Tik tak, tik tak, tik tak…
Saat aynı hali ile ilerlemeye devam ediyordu. O ilerledikçe ben geriliyordum. Zamana karşı koyamamak ne acı değil mi! Yaşlı kılması bir yana iyice huysuz bir hale sokuyordu beni. Ders saati yaklaştıkça hazırlıklarımı bitirdim. Masaya iki çay bardağı, öğrencimin yerken yüzünün güldüğünü hissettiğim aslında benim de sevdiğim o kurabiyeden koydum. Ucu azalan kurşun kalemi açacakla çoğaltıp defterin arasına koyuverdim. Bir de bugün okuyacağımız öykü kitabın hazır ettim. Zil çaldı. Hızlı adımlarla kapıya yöneldim, delikten bakınca Leyla’yı gördüm, örgülü saçlarını.Kapıyı açıp buyur ettim:
‘’Hoş geldin Leyla’’
‘’Hoş gördük Memduh Bey’’
Yüzümün kaslarına bile tam anlamıyla sinmeyen gülümseyişime bakıp kaldı öyle, sonra beraber içeri,salona geçtik.Masaya oturması ile‘’halan nasıl, bugün daha iyidir umarım’’demem bir oldu. Belki de amacım her derste olduğu gibi o üzerimdeki gerginliği atmaktı. Ona bir şeyler öğretmek hoşuma gidiyordu,belki de şu kötü geçen son zamanlarımın en çekilir yanı bu olmuştu.Tek başıma yaşamanın verdiği sıkılganlık değildi bu başka bir şeydi. Gökten bir elma sunulmuştu belki de bana.Yahut hiçbir hissiyatta olmadığım halde o hiçbir şey’i görünür kılma uğraşı idi benimki.Ama nafile!Sabahki halimi düşünüp kendime acıdım bir an. Kitabı açıp başla dedim sen,sağ elimi kaldığımız yerin arasına koyarak. Leyla heceleyerek okumaya başladı,başını kitaba gömüp daldı gitti.O okudukça ben dinliyor,takıldığı yere işaret parmağımı koyup yardımcı oluyordum.O hikayeye düşmüş, okumaya dalmış;bense örgülü saçının değdiği masadaki boşluğa çakılıp kalmıştım.
Ev sessiz,ev sakin…Harfler kelimelere dönüşüyor kelimeler cümleye.Çocukluğuma dönüyorum,ilk yıllarıma.Her öğrenemediğim harf içime batıyordu sanki.Yumru gibi olup şakağıma değiyordu.Ağlamaklı bir hal alıyordum.Gençliğime sonra.Şimdi mi? Şimdi’nin de o yıllardan pek geri kalır yanı yok.Yaşlanıyorum, çocuklaşıyorum yine.Evet farkındayım bir bebeğe dönüşeceğim en sonunda,ana rahmine tekrar düşüp yok olacağım,toprağa değerken‘’işte buraya kadarmış Memduh Efendi’’diyeceğimden o kadar eminim ki!
Tik tak, tik tak, tik tak…
Leyla bitirmiş okumayı,saat de dolmuş.Salondaki malum tek gürültü duyulmakta. Ziya’ya gidecem daha,hazırlanmam lazım diyerek öğrencimi belki de öğreticimi uğurladım kapıya kadar eşlik ederek.Bir başıma kaldım yine.Etrafı süzdükten sonra içimi de toplayıp geceden hazır ettiğim takım elbisemi kuşanıp çıkmalıydım.Kızılay’a.
Tik tak,tik tak,tik tak…Zaman,bana aldırış etmeden koşarcasına ilerliyor iç burka burka.Bense şimdilik yapabileceğim tek şeyi yapıyorum:Hüznümü bir mendil gibi katlayıp arka cebime sıkıştırıyorum.Ayakkabılarımı giyip 412 nolu otobüse binmek için durağa gidiyorum.Ziya bekliyor,sıra arkadaşım.
Bir cevap yazın