Herkesin hayatı boyunca en çok bedel ödediği sınavdır anlaşılmak. Kendini en çok kendinden gizlemek zorunda kalanların varlığı hep gölgelidir, solgunluğun tarihidir geçmişleri. Sürgün, köklerini sadece başka yere taşımak değil, varlığını kabul ve idame ettirmek istediğin topraklara yabancı düşmen, damarlarının kesilmesidir. Ruhunun ve gövdenin ağrısı diline sirayet eder, susarsın. Suskunluk bir tür görünme biçimidir aslında, kelam erbaplığı suskunluğun mealini anlamaktan geçer. Varlığını tanıtlamanın ilk basamağıdır insanın adı. Adımız kimliğimizin ilk aynasıdır. Neden Dimitri oluruz? Neden Linda oluruz? Neden Berfin oluruz? Adımız geçmişimizin genlerini taşır, ilk göstergemizdir. Çağrılmayanların adı ilk unutulandır oysa.
Var olmak fiziksel sınırlarımızı aşmakla mümkün olur.Var olabilmek yok olmaktan daha zor, daha acı verici, daha şüphe uyandırıcıdır çoğu zaman. Benliği oluşturmak bir nevi yaratma sürecidir aslında. Kendimizi yaratırız, herkese rağmen, herşeye rağmen.
Yalnızlık ıssızlığın ikizi olur ki, insan kendi acısına bile yabancı hale gelir, varolamamanın bir nedeni de budur. Kanıksamak ve yetinmek. Bir de kanıksamayanlar, yetinmeyenler, hayatı değiştirmek için mücadele edenler vardır, onların varlığı kalıcıdır, bu dünyadan göçüp gitseler bile.
“Dünyada başka yerler var ki oralarda çocuklar başlarını yastıklarına koymuşlar, hiçbir tehlike duygusuna kapılmadan huzur içinde uyuyorlar. Öyle bir ülkenin hasretini çekiyorum ben. Ben bu ülkede olmanın acısını çektim” demiş Sarkis Çerkezyan.
Tarihi kör odalara hapsedenlere, unutmanın acısını ölümlerle bileyenlere, gülgoncası kelimelerle ” Dünya Hepimize Yeter” diyen insana hasreti ömrünce sürmüş bir adam Sarkis Çerkezyan. Hayatı kederlerin kaynağından umudun merhemine sürüklediği, amansız vedaların yüreğine attığı kesikleri gülümseyerek iyileştirdiği günlerin toplamı.
Deniz Koçak ” Yaşam Marangozu” adlı belgeselinde 2009 yılında, 91 yaşındayken kaybettiğimiz “Türkiye’nin en yaşlı komünisti”nin birçoklarının bilmediği ya da görmezden geldiği, daha fazlasının ileride belki unutturmaya çalışacağı yaşamını anlatmış. Çerkezyan ailesi Tehcir Kanunu ile Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış, Sarkis Çerkezyan okula başladığında tek kelime Ermenice bilmiyormuş, fakat 4. sınıftan sonra geçtiği Getronogan Lisesi’nde 5. sınıfı birincilikle bitirmiş, yoksulluk nedeniyle 7 . sınıfta okuldan ayrılmış. 1940’ta, babasının öldüğü gün, 20 ay sürecek askerlik döneminde “gavur asker” denilerek silahsız bırakılmış. Askerden dönünce marangozhanede çalışmaya başlamış.
“Annem bizi okutmak için hizmetçilik yaptı, basamak sildi, geceleri sabahlara kadar el makinesiyle pantolon dikti, kömür ütüsüyle onları ütüledi. Yapmadık şey bırakmadı o kadıncağız bizim için. Yine de çabası yetmedi hepimizi okutmaya. Sonunda ben okuyayım diye ablamı okuldan aldı, işe soktu. 1932’de ablam Şam’a gelin gidince, iş tamamen bozuldu artık.” diye anlatmış o günleri.
1961’de TİP’e kaydolmuş. Dört sene boyunca Kumkapı’daki marangozhanesinde Atılım dergisini neşretmiş. O puslu dönemde, kendi fikrini anlatma ve yayma özgürlüğünün, demokrasinin temel şartlarından birinin her daim ihlal edildiği o günlerde dergi çıkarmanın zorluğunu şöyle anlatıyor: “Dükkânın bodrumunda bir sarnıç vardı, ağzında da bir kapak. Kapak kaldırılınca sarnıç ortaya çıkardı. İçinde de bir kuyu vardı. Bir gün o sarnıca girdim, kazarak makine sığacak kadar bir yer açtım. Bir mekanizma kurarak, makineyi indirdik sarnıcın içine. İşimiz olunca çıkarırdık. Her tezgâhın dibinde düğmeler olurdu, yabancı biri geldiğinde herkes aşağıyla haberleşirdi. O zaman makine durdurulurdu. Baskı bitince kapak kalkar, makine inerdi yerine, kaybolurdu. Bütün klişeler ateşe verilir, yakılırdı.”
Ragıp Zarakolu Ermeni gençlerin Ermeni tarihini ve edebiyatını ondan öğrendiğini dile getiriyor. Binlerce şiiri ezbere bildiğini, gençliğinde şiirler yazdığını belirtiyor. 91 yaşında bile hâlâ kitap okuyor, sosyalizmi anlatıyor, çeviriler yapıyor, türküler söylüyordu. “Bu memlekette doğduk. Bu memleketin insanıyız. Ermenistan’a gittim, burası burnumda tüttü” demiş bir keresinde.
1900’lerin başında 166 Ermeni okulu vardı, şimdi kaç tane kaldı ki. 287 Ermeni aydını katledildi bu topraklarda. Varlık vergisi, Aşkale sürgünü, 6-7 Eylül olayları hâlâ belleklerimizi sızlatmalı, utancını iliklerimizde hissetmeli, gönlümüzün ağrısını birlikte dindirmeliyiz. Birinin varlığını tanımak, kabullenmek ne hukuki yaptırımlarla mümkün olabilir, ne de kutsal metinlerin yazdıklarıyla . Bunun için biraz olsun vicdanımıza kulak vermek yeterlidir, gönül o vakit dile gelebilir kolaylıkla. Başkasının acısına dokunabilme cesaretini felaketleri yarıştırmadan, kederleri terazide kıyaslamadan, tarihi alacak-verecek kavgasına dönüştürmeden bulabiliriz.
Gerçek kıvrımlıdır, girintili çıkıntılıdır, alaca bulacalıdır. Herkes temellük ettikçe o kabuğuna çekilir. Herkes çekiştirdikçe o yekpare olur, parçalanmak yerine. Görünenin söylenmeyenin karanlığında kaybolduğu, davudi bir sessizliğin gerçeği boydan boya yırttığı zamanlardan sayfaların tozunu sildiğimiz günlere evrilmenin umudu ayakta tutar bizi. Sarkis Çerkezyan’ın hatırası böyle bir umudu tazeler işte.
pınar doğu.
Bir cevap yazın