“Samsundangelpistanblstikametne gitmekteoln… Saranturzmişletmesninsayınyolçlarııı… otobüsnüzyarımsaatçayveihtiyaçmlasıvermştrrr… Çaylarşirkttendir, afyetolsnnn…”
Gibi, cızırtılı ve anlaması zor anonsları siz de duymuşsunuzdur.
Ben, çok otobüs yolculuğu yaparım. İşim gereği, ülkenin çoğu iline gitmişimdir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye… Binlerce kez, otobüs mola yerlerine uğramışımdır ve yukarıdakine benzer anonsları, binlerce kez duymuşumdur. Her duyuşumda anlamaya çalışırım. Kulak kesilirim. İşi gücü bırakır, o sese odaklanırım. Bu yüzden, otobüsümü kaçırma tehlikesi bile geçirdiğim olmuştur. Buna karşın, şimdiye kadar bir kez bile bu anonsları tam olarak anlamayı başaramadım.
Mola yerleri, yöreden yöreye farklılıklar gösterir. Bazısı çok sadedir. Yemek yiyip çay içebileceğiniz küçük bir salon, içine pek girmek istemeyeceğiniz, kokusu uzaklardan duyulan tuvaletler, sadece yöresel hediyelik yiyeceklerin (Leblebi, pişmaniye, lokum, fındık, pestil çeşitleri vs.) satıldığı ufak dükkânlar… Bazı mola yerleri ise alışveriş merkezi gibidir. Self servis yemek alınabilen ve çay içilebilen çok büyük lokanta-salonlar ve bunların 15-20 masa sığdırılmış balkonları… Lokantaların dış kısmında ayrıca pide, tost, gözleme gibi, ayaküstü yenebilecek şeyler üreten büfeler… Temiz, bakımlı, modern, (sıcak havalı el kurutucular falan) ve çok geniş tuvaletler… Kadın, erkek için ayrı mescitler… Hediyelik eşya, hazır gıda, manav bölümleri olan; her birisi bir market büyüklüğünde, dev dükkânlar… (Bunların bazısı işi abartmıştır; giyim, kozmetik, bijuteri bölümleri bile vardır.) Akaryakıt istasyonları, çocuk oyun alanları, parklar…
Mola yeri ne kadar gösterişli de olsa sizi karşılayan anons, yukarıdakinin bir benzeridir. Cızırtılı bir hoparlörden çıkan bıkkın, bezgin, uykulu bir ses ve anlaşılmaz sözcükler bütünü… Bu anonsları dinlerken, hep aynı şeyi hayal ederim: Birisi bu arkadaşın kafasına tabancayı dayamış, önüne koyduğu metni zorla okutuyor. Zavallı da ne yapsın, bir an önce okuyayım da tehditten kurtulayım diye, palas pandıras dalıyor sözcüklerin içine… Bunu, başka nasıl yorumlayabilirsiniz ki?
Bu anons, otobüsten inenleri de etkiler. Zaten yol yorgunu, uykusuz, halsiz insanlar, bu anlamsız sözleri duyunca, hepten dağılır gider; ne yapacağını kestiremez. Şaşkınlıkla dinlenme tesisi yerine, anayola doğru, geri gidenleri görmüşlüğüm vardır.
Bir gurup, daha araçtan inmeden sigarasını yakar. Onlar için yemekten, içmekten, her şeyden önemlidir sigara. Eskiden, bunlar rahattı. Otobüslerde sigara içmenin serbest olduğu zamanlarda… Aşağıda gezer dolanır, arabaya biner binmez sigarayı yakarlardı. Şimdi, kendilerini mola yerine zor atıyorlar. Mola süresince, başka hiçbir şey yapmadan, üst üste 3-4 sigara içip otobüse binenler bile oluyor.
Tuvaletin yerini arayanlar, direk lokantaya, yemek kuyruğuna girenler, hiçbir şey yapmayıp sadece açık havada dolaşanlar alışveriş yapanlar ve en çok da çay içenler… Otobüsten, hiç inmeyenler de vardır. Bir garson, elinde tepsi, üzerinde 30-40 bardak yarı soğumuş çay; bu otobüsleri dolaşarak, “şirketten” olan çayları dağıtır.
Molanın sonuna yakın, yeni bir anonsla otobüsünüze davet edilirsiniz. Eğer kendinizi buna göre ayarlıyorsanız, her an otobüsünüzü kaçırabilirsiniz çünkü o anonsun da anlayabilme açısından ilk anonstan pek farkı yoktur. Yine o arkadaşın kafasına tabanca doğrultulmuştur ve zoraki okumaktadır önündeki metni. En sağlam yöntem arada bir bakarak, otobüsün iç ışıklarının yanıp yanmadığını kontrol etmektir. Hareketten 5-10 dakika önce, muavin motoru çalıştırır; klimayı veya havalandırmaları etkinleştirir, iç ışıkları yanık bırakır. Bu arada en çok dikkat edilmesi gereken, otobüsleri karıştırmamaktır. Şaşırıp bizim araca binerek, benim yerime oturan bir amcayı, bütün yolcular, zor ikna etmiştik yanlış yerde olduğuna. Bu arada, benim de yanlışlıkla başka otobüslere bindiğim olmuştur bir iki kez…
Kaptan yerine geçtikten sonra, muavin arka kapıdan biner ve içeriye doğru seslenir: “Yanında gelmeyen var mı?” Ses çıkmazsa otobüs hareket eder. Bu arada “gelmeyen”in yanı boşsa veya uyuyorsa, o “gelmeyen,” mola yerinde bir güzel unutulur. Eğer unutulmuşsanız, bulabilirseniz taksi tutup otobüse yetişmeye çalışırsınız; taksi yoksa aynı yöne giden başka bir otobüs, sizi bedelsiz olarak kabul eder; yola devam edersiniz.
**********
Yolculuğun başlangıcında herkes, (Acısı olanlar dışında) çok neşeli ve canlıdır. Montlar, kazaklar çıkarılır, üstteki rafa yerleştirilir. Aşağıdakilerle, el sallayarak -bazen çok duygusal, hatta gözyaşlarıyla- vedalaştıktan sonra, herkes yerine yerleşir; arkaya yaslanır.
Otobüs hareket ettikten sonra ilk yapılan iş, koltuk ayarlarını kontrol etmektir. Ayar çubuklarını bulmaya çalışanlar, bulup da nasıl çalıştıracağını bilemeyenler, uğraşırken bozduğu koltuk ayarını eski durumuna getiremeyenler… Eğilenler, doğrulanlar… Bu dakikalarda otobüsün içinde bir hareket curcunası yaşanır.
İlk yarım saatin sonunda, herkes kaynaşmış ve sohbete başlamıştır. Biraz önce, geride bıraktıklarıyla gözyaşları içinde vedalaşan kadın, yanındakiyle, karşılıklı kahkahalar atmaktadır. Daha önceden hiç tanışıklığı olmayanlar bile, ortak bir nokta bulup canciğer kuzu sarması olmuşlardır. Yaşanılan yer, daha önceden yaşanılan yerler, askerlik yapılan birlik, meslek, akrabalar… Bir ortak payda bulunur mutlaka ve bu payda üzerinden sohbet başlar. Hiç ara verilmemelidir. Konu tıkanmaya yüz tutarsa taraflardan biri, derhal duruma el koyar ve yeni bir sohbet konusu atar ortaya. Bazen, iş o kadar abartılır ki; koridorun bir tarafındaki ikili ile diğer tarafındaki ikili arasında, “kıtalararası” sohbetler bile olur. Zamanla düşen enerji,“Müessese”nin ikramı, sıcak çay-kahve ve kek servisi ile yeniden yükselir ve yeni konular atılır ortaya.
Bu anlattıklarım, yolculuk dışında da konuşmayı sevenler için geçerli tabi ki. Benim gibi sabit ortamlarda da sessiz kalmayı, daha çok dinlemeyi tercih eden, sohbet özürlüler bu kuralların dışında… Bu akşamki gibi… Yanımdaki yol arkadaşım, belli ki konuşmaya ve yanındakini tanımaya meraklı biri… Başlangıçta, bir ortam yaratabilmek için epey uğraştı. Mesleğimi sordu, kendi mesleğinin zorluklarından bahsetti biraz; oradan askerliğe, oradan yaşadığı ilçeye… İkimizin de tanıyabileceği kişileri sorguladı. Olmadı… Bir ortak nokta bulmayı başaramadı. Altıncı veya yedinci sorudan sonra pes etti. Her yolculukta yaptığım gibi kısa ve net yanıtlar vererek, kırmadan, konuşmak istemediğimi belli ettim ona. İlk on beş dakikanın sonunda, yanımdaki yol arkadaşım koltuğunu yatırmış ve uyku moduna geçmişti bile…
Ne yapayım, benim yapım bu… Diğer yolcuların konuşmalarına kulak misafiri olmak daha çok ilgimi çekiyor. Aile ilişkileri, askerlik anıları, başka birine ettiği küfrü yanındakinin yüzüne karşı, sanki ona ediyormuş gibi hem de yüksek sesle anlatanlar. Kahkahayla gülen gençler… Ciyak ciyak ağlayan bebekler… Örneğin bu akşam ön koltuğumda oturan Karadeniz’li hemşerilerim… Gece boyu kulağımın biri onlarda oldu. Merzifon’a yaklaştığımız sıra, biri diğerine şöyle diyordu:
“Ula İdris, yazıhanede haritaya bakmış idum; ha bu Samsun-Merzifon arası ne kadar kısa görüneyidi? Ula ne uzun yolmuş bu, git git bitmeyi!”
Diğeri biraz düşündükten sonra, ona, uzman edasıyla yanıt veriyordu:
“Ula o haritayı oyle yapsalar yazıhaneye sigmaz!”
Şimdi, siz hak verin. Yanınızdaki ile yapacağınız hangi gevezelik, böyle nefis ve veciz bir söyleşiyi kaçırmanıza değer?
Gecenin ilerleyen saatlerinde, bu sohbetler yavaş yavaş sona erer; herkes uykuya çekilir. Horlayanlar, uykusunda konuşanlar, ağlayan çocuğu susturmak için koridorda, çarşaftan yaptığı salıncakla onu sallayan ve otobüsün içine mahcup bakışlar atan anne babalar…
Herkes uyusa… Otobüsün içinde uyumayan iki kişi kalsa… Biri şofördür, biri benimdir mutlaka… Hiç uyuyamam. Normalde de az olan uykum, yolculukta tamamen terk eder beni. Otobüs yolculuğunda uyuma zamanı rekorum, yirmi dakikadır. Şehir girişlerindeki nüfus ve rakım tabelaları, ilk varılacak ilçe ve ile olan uzaklıkları gösteren tabelalar, hız limiti tabelaları, köy tabelaları… Bunları kaçırmamaya çalışırım ve bunun için de genellikle ön sıralardan alırım biletimi. Bir de otobüsün ön tarafında, tavana asılı elektronik saat vardır. O saat de bana, yolculuk uykusuzluklarımda yoldaş olur. Saat ve dakikaların aynı olduğu zamanlarda saate bakmaya çalışırım. Otobüsün hareket saatine göre: 18.18, 19.19, 20.20 veya gece yarısından sonra: 01.01, 02.02, 03.03 gibi zamanlarda, mutlaka göz atarım saate. Gece 22.22 ve gündüz 11.11 de ise, -bütün rakamlar aynı olduğu için- kesinlikle bakarım. Bazen, bu konuyla ilgili, psikolojik bir sorunum mu var acaba diye düşünürüm.
**********
Bir yolculuğu daha bitiriyoruz, hayırlısıyla. “İSTANBUL:50Km.” tabelasını gördüm biraz önce. Bir saatten az bir yolumuz kaldı. Herkes uykunun derin kollarında… Bir ben uyanık bir de otobüsün şoförü, kaptan… Muavin, otobüsün arkalarından gelerek, kaptana son sıcak çay servisini yapıyor. İkisi, kısık sesle konuşmaya başlıyorlar. Hemen, kulak kabartıyorum. Onlarla aramda sadece bir sıra olduğu için biraz öne eğilerek rahatça duyuyorum konuştuklarını.
“Bak oğlum,” diyor kaptan, “bu otobüste 40 yolcu taşıyoruz. Bu yolcuların canından, malından sorumlu olduğumuz gibi, rahatından da sorumluyuz. Eğer, iyi bir otobüs şoförü olmak istiyorsan en çok buna dikkat edeceksin. Yolcular, senin vites değiştirdiğini, fren yaptığını anlamayacak. Ani hızlanmalar, ani yavaşlamalar yolcuyu rahatsız eder, uykusundan uyandırır. Sollama yaparken, öndeki aracı izlerken, hızını ona göre ayarlayacaksın.” Çay bardağını tuttuğu eliyle ilerideki ışıkları gösteriyor, “bak, örneğin şu karşıdaki ışıklar… Görüyorsun, şu anda kırmızı yanıyor. Ben, oraya varana kadar, hızımı kademeli olarak azaltmalıyım ki, orada fren yapmak zorunda kalmamalıyım,” diyor ve gerçekten de fren yapmadan o ışıkları geçmeyi başarıyor. Bir sonraki ışıkları… Daha sonraki ışıkları da…
Yolculuğumun bundan sonrasında ne elektronik saat, ne de yol tabelaları… Hep, kaptanı ve ışıkları izliyorum. Otobüs terminaline kadar, bütün ışıkları fren yapmadan geçiyoruz. Bundan sonraki yaşamımda, bu yolculuğu hep hatırlayacağım. O kaptanın, muavinine verdiği şoförlük dersini ben de uygulayacağım mutlaka. Araba kullanırken, ışıklara her yaklaştığımda ayağımı gazdan yavaşça çekip, fren yapmadan geçmeye çalışacağım ve o bilge kaptanı hiç unutmayacağım.
Ali Şefik ARSLAN
26.12.2020
Bir cevap yazın