Sen gideli bugün tam bir yıl oldu. Değişen pek bir şey yok hayatımda. İşe gidip geliyorum her zamanki gibi. Bazen dışarıya çıkıyorum yemekten sonra eğer hava güzelse, kısa bir yürüyüş yapıyorum sahilde, denizi izliyorum, günbatımını, gelip geçen insanları… Rüzgâra karşı durup derin derin nefes alıyorum, bunlar bana iyi geliyor.
Hafta sonları annene uğruyorum ara sıra. Epeydir dışarıya çıkmıyor, iyiden iyiye bıraktı kendini, zorlamıyoruz, üstüne gitmiyoruz. Gözlerimiz buluşuyor sıklıkla bir aradayken o beni, ben onu anlıyorum. Yalnızca ikimiz bu zehir acıyı paylaşıyoruz. İnsanlar ölümden bahsetmek istemiyor. Galiba değişen dünya bizlere yaşlanmayı ve ölmeyi yasaklıyor. Türlü kozmetik ürünler, estetik ameliyatlar, gözümüze sokulan fit vücutlar, her an duyduğumuz beslenme öğütleri şunu söylüyor açıkça: ey sen insanoğlu daima genç ve zinde kalabilirsin, yaşlanmayabilirsin, ölmek mi, o da ne? Bu komik algıya kapılan bizler de aptal aptal inanıyoruz yaratılan bu uydurma dünyaya. Gerçek şu ki, yaşlanacağız ve öleceğiz.
Seninle ilgili en ufak bir şey duysalar fısıltılarımızdan hemen tesellileri giriyor aramıza, avuntuları kızgınlıklarına karışıyor çoğu zaman, seni unutmamızı istiyorlar ve hala acımızın nasıl bu kadar taptaze olabileceğini sorguluyorlar. Bu yüzden annene gidişlerim azaldı artık. Yargılanmak bıktırıyor insanı.
Çoğunlukla yalnızım son zamanlarda anlayacağın. Dışarıya çıkmadığımda kanepemize oturup üç beş satır bir şeyler okuyorum. Televizyonla aram yoktur bilirsin. Gün geçip gidiyor çalışırken. En zoru gecelere katlanmak oluyor. Yatağın kendi tarafımda uyurken sıçrayarak uyanıyorum bazen. Seni kontrol etmek için elimi uzatıyorum boşluğa, soğuk çarşafa takılıyor ellerim. O zaman seni dinlemediğime kızıyorum, beni zehirliyorlar dediğinde tedaviyi bırakmak istediğinde, vazgeçtiğinde, gidelim Nurhan, çekip gidelim Ada’ya dediğinde, direttiğime pişman oluyorum. İstediğini yapsaydım belki yaşardı diyorum kendi kendime, suçluluk peşimi bırakmıyor, bırakmayacak.
İşteyken bazen okuduğum kitaptan satırlar geliyor aklıma, ya da küçük bir anı beraberken yaşadığımız, derinden bir melodi, bazen izlediğimiz bir filmin karesi, hemen telefonumu çıkarıyorum bunu Hakan’a söylemeliyim diyorum, hastalıktan önce yaptığım gibi, sonradan fark ediyorum yokluğunu. Gülümsemem dudaklarımdan dökülüyor. Tuhaftır ki o lanet hastane sürecini hayal meyal hatırlıyorum.
Bu birinci yıl için özel bir anma düzenlemek istedim. Sana söz verdiğimden dua okuma, mevlit yapmadım. Sadece arkadaşları çağırdım hafta sonu. Okuldan, işyerinden, eski mahalleden. En çok sevdiklerini.. Günler öncesinden bir liste hazırladım. Hepi topu otuz kişi. Sabah erkenden girdim mutfağa. En sevdiğin yemekleri yaptım önce, karnıyarık, fırında makarna, et sote, bir sürü meze de hazırladım yanına. Tatlılar, salatalar derken donattım masayı. Her şey mükemmel oldu. Fakat son anda çoğunun işi çıktı her nedense, on kişi geldi gelmedi. Onlarda fazla muhabbet etmeden, yemeklerini yediler ve çok oturmadan gittiler. Ben ve Deli Ayten kaldık baş başa. İnsanlar ölümü sevmedikleri gibi hüzünden de kaçıyorlar belli ki, bana hastalıklı biriymişim gibi baktılar tüm gece. Hayata bir an önce adapte olmam gerektiğini falan söylediler. Hatta laf arasında kimdi hatırlamıyorum, Hakan olsaydı çoktan evlenmişti dedi. Hayat galiba onlar için bir sonraki aşamaya geçilen bir bilgisayar oyunu gibi. E, ne yapacaksın bundan sonra? Düşündüğün biri var mı? Birileriyle tanışman lazım falan filan..Neyse, erken gitmeleri iyi oldu.
Ayten sabaha kadar kaldı. Yanında içkisini de getirmiş deli. Herkes gittikten sonra çıkardı. Hem yedi hem içti, hem küfretti bağıra bağıra. Zor susturdum. Dert ettiği şeyler o kadar komik geldi ki bana! Okan’ la da yapamamış, ayrılıyorlarmış. Bu kaçıncı evlilik diye sıkıştırıyormuş anne babası, akrabaları. Sahi dedi ağlarken siz nasıl başardınız onca sene? Yirmi dedim, yirmi sene evli kalmak. Bilmiyorum, bunun bir formülü yok aslında. İki kere iki dört eder gibi bir şeyde değil. Neden yürüdüğüne dair somut bir kanıt sunamam sana. Belki de yürümesi gerektiği için yürümüştür.
Ayten koltukta sızdıktan sonra balkona çıktım, gökyüzünü seyrettim dakikalarca. Dolunay tepede, lacivert gökyüzü yıldızlarını donatmış akşam sefası yapıyor. Acaba sende o yıldızlardan biri olup gökyüzüne mi yerleştin? Bana oradan göz mü kırpıyorsun? Bir çiçeğe, bir böceğe mi dönüştün? Ya da rüzgârın dallarını okşadığı bir ağaç mı oldun? Kim bilir? Belki de sadece öldün ve toprağa karıştın.
İşte böyle, dediğim gibi senden sonra değişen bir şey olmadı. Gök yarılmadı, denizler taşmadı, hayat kolaylaşmadı, savaşlar, açlık, yokluk, kıtlık, acımasızlık bitmedi. İnsanlar mutlu olmadı, her gün ölümler yanına yeni ölümler ekledi, doğumlar onları takip etti ve hepsi birer rakama dönüştü. Bizleri sorarsan, neden ve niçin yaşadığımızı bilmeden yaşamaya devam ediyoruz.
SENDEN SONRA – DİDEM SAYAT
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın