“Ben kendimi ekime feda ederirn ama,
şu bilinsin ki elimdeki altın sazımı asla.”
Sergey Yesenin
Tolstoy, ‘Acının Yolu’ romanında devrim döneminin tipik bir kahvesinden söz etmektedir. Dönemin şairleri, gazetecileri, edebiyatçıları, macera düşkünü anarşistleri kısacası dönemin tüm aydın profilinin bulunduğu kesif dumana batmış yarı bohem ortamından bahseder.
Bu hava içinde kahvedekilerin hayran olduğu gür sesiyle etrafını saran kalabalığa şiir okuyan melankolik şair vardır. Sırtındaki mavi gömleği, belindeki uzun Rus önlüğü, yüksek, yumuşak çizmeleriyle göze çarpan elbisesi, saçları hoş buğday sarısı, mavi gözlü, oradan oraya koşuşturan kabına sığmaz bu köy delikanlısı, şair Sergey Yesenindir. (1895-1925)
Yesenin tarafından bir eğlence parkına gürültünün olduğu bir yere zorla sürüklenmiş olan Gorki, Yesenin’in herhangi bir yüküm duygusuyla, alışkanlıktan ve nezaketen böyle aşırı taşkınlığın olduğu yerleri ziyaret ettiğini düşündüğünü söyler. Tıpkı imansızların zorla kiliseye götürülmesi, orada ibadetin ruhlarına bir şey vermezken ibadet bitinceye kadar sabretmesi gibi bu içkiyle ruhunu yıkıyor, içinden çıktığı köye duyduğu özlemi böyle gideriyordu.
Şiirlerinde ıhlamur ağaçları onun önünde veda eden kilise ayini gibi eğilir, turnalar uzaklaşır, lapa lapa yağan kar taneleri, gözyaşı gibi pencere camında çözülür ve ikonlar son bir kez ışıldar. Ay çayırların üzerinde durur, bülbül şakır, karatavuk flüt gibi ses çıkartır, eriyen damlalar dallarda sallanır, sular, bataklık, ormanlar sisin içinde fısıltıyla dibe çöker.
Atlar ayaklarını dans edercesine kımıldatır ve çifte atarlar, araba tekerleri gıcırdar, rençber kulübeleri alacakaranlıkta büzülür. Kız çocuklarının gülüşü gümüşi bir aydınlıkla nağmelenir ve öpüşleri aşkla doludur. “Evet, ses ver, ses ver altın ülke!” …
Yesenin’in mısraları eski şarkıların tanıdık ve melankolik melodisini taşır. Bunlardan halka mahsus resimleyici bir dindarlık ve her hayvanın sesine, bitkilerin kımıltısına ve toprağın her soluk alıp verişine yakın bir tabiata bağlılık duyulur. Yurtseverlik, güzellik ve veda ediş bir şairin “yalın, saf mutluluğuna, yitirilmiş cennete yönelik” bir acı iç çekişidir: “Ne hoş çayırla gülümseyerek ayın ağzıyla saman çiğnemek !”
Devrim öncesi pek ciddi görevler almasa da Yesenin, devrimci faaliyetlerde bulunmuştur. Bolşevik devriminden sonra mujik cennetinin tekrar doğacağına olan inancını hep diri tutmuş, bir çok şiirini Sovyet Rusya’ya adamıştır. ” Beni doğuran ülke / anamdır/ ve ben Bolşeviğim…” Gök Davulcusu, “bu yeryüzü kırmızı çiçeklenecek…” Nefes(Ode), “yeni şarkılarımızı dinle…” Stanzen, sekiz mısralık onbir hecelik şiirlerde “Marks’ı oku, ayık kutsal kağıda basılmış olarak” 26’ların Baladı, îç savaş esnasında Baku’de kurşuna dizilen 26 komiserin üzerine yazdığı şiirinde ” elli el hala toprağı kazıyarak/ yukarıya kalkıyor mezardan” Inonia şiiri ” ben dilimle şehitlerin / ve azizlerin ikonlannı / yalayarak tertemiz edeceğim” demiştir ancak; sevdiği köyünün Sovyet İktidarınca sanayileşmesini düpedüz ölüme mahkum edilme olarak görecektir. Aklı duygularıyla karışmış bir halde şu dizeleri yazar:
“Sen benim Rusyam!
Atalarının kancalı pulluğuyla
Çok uzun süre yürüdün
Senin felaketten
Ve yürek acısından çektiklerine
Ihlamur ve akça ağaç bile
Artık yeter demekte” (1)
Fakat aynı zamanda şöyle de şikayet eder;
” Ben de bilmiyorum
Sağduyumla yeniye nasıl uyacağım”
Sovyetrus (1924) şiirinde bir iç direnişiyle yeni döneme yabancılaşmasını şu dizelerle dile getirmektir :
” Tepeden Komsomol aşağıya iniyor
Ve ağız mızıkasıyla şarkısını sevinçle okuyor
Partisinin şarkısını
Bütün vadi yankılanıyor
Sovyet sevinciyle ve sevinç çığlıkğıyla
Böyledir benim ülkem
Ama hangi şeytan beni dürttü
Kim bana bu mısraları söyletti
Yoksa ben halkla mı birleştim?
Burada beni kimse dinlemek istemiyor,
Kötü acı çektim
Bana burada ihtiyaçları yok
Öyle görünüyor.
Bundan bana ne!
Ey vatan toprağı bağışla beni
Ben sana hizmet etti,
Elimden geldiğince,
Bundan hoşnudum
Bugün şiirlerimi yanlış anlasan da
Mutluluğun senden kaçındığı
Bir zamanda yazdım onları” (2)
Böylece son şiirleriyle Sovyet rejiminin gidişatından üzüntü duyduğunu, hayal kırıklığı yaşadığını belirtir. Şiirlerinde eşitlik dürtüsü içinde çatışmış, kimlerin daha eşit olduğunu sorgulamış, hile ve yalanın devam etmesini Sovyet rejimine yakıştıramadığını vurgular. Dramatik şiirlerinden Pugatschov (1921) ve Haylazların Ülkesi (bitirememiştir.) ile açık açık Ukrayna’daki Tambow ve Machnos vilayetlerindeki Antonovs’un trajik olarak sonuçlanan köylü hareketlerinden yana olduğunu, Bolşeviklerce yok edilen “Narodniklerin” safını tuttuğunu ifade eder.
Haylazların Ülkesi’nin kahramanı köylü lideri Nornach’a (Machno) atıfta bulunarak İhtîlal’ın yozlaştığını düşündüğünü belirtirken şöyle söylemektedir; “Eğer basitlik ve ikiyüzlülük bir ülkenin dini haline gelmişse, bunun sonucu karşı çıkma ve anarşi olur. Eğer Hamlet bugün yaşasaydı o da hırsızların ev mücrimlerin arasına karışırdı.”
Maksim Gorki, güneşten esmerleşmiş, içkiden ve sefahatten ölmeye mahkum olan şairin, Pugatschov adlı şiirini nasıl okuduğunu şöyle anlatır. “Yesenin konuşurken büsbütün solup sararmıştı, hatta gözleri de grileşmiş gibiydi. Kollarıyla jestler yapıyordu, ama bu jestleri mısralarının ritmine uymuyordu, bunun böyle oluşu doğaldı, çünkü ritim yansıtılamazdı. Taş gibi sözlerinin sıkıcı ağırlığı keyfi olarak değişiyordu; adeta sözlerin birini kendi bacaklarının arasına, ondan sonra geleni daha öteye, bir üçüncüsünü de tiksindiği bir yüze fırlatıyordu.”
Kısık, bitik sesi, güvensiz jestleri, sallanan gövdesi, melankoliyle alevlenen gözleri hepsi bir arada olması gereken şekildeydi. O anki durumuna bunlar uygundu. Çok şaşırtıcı olarak Pugatschov’un üç kez tekrarlanan sorusunu dile getirir: “Siz delirdiniz mi?” İtkin yüksek sesle, öfkeli, daha sonra pes, ama en sonunda da çok hafiften, umutsuzca soluk almaya çalışırak, “Deli misiniz, Mahvolduğumuzu kim söyledi?” Şu soru anlatılamaz bir güzellikle nağmeliyordu: ” Sen ruhunun altında bir yükün altındaymış gibi mi çöküyor sun?” Kısa bir aralıktan sonra umutsuzca ve veda ederek iç çekişi duyulur: ” Sevgili yoldaşlarım, iyi insanlarım,.,”
Gorki, Yesenin’in bu şiirini okuduktan sonra onun, bir insan olmadığını, tersine tabiatın eliyle sadece şiir için yaratılmış kırların tükenmez acısını ifade etmek, yeryüzünde yaşayan her şeyin ve bütün varlıklardan daha çok insanın sevgiyi hak ettiğini, acımayı şiirleştirmek için tabiat tarafından özel olarak şiir için yaratılmış bir organ olduğunu hissetmişti.
Yesenin, son yıllarını Sovyet bürokrasinden sürekli kaçarak geçirir. Dansöz Izadora Duncan ile kısa ve mutsuz bir evliliğin ardından ( Gorki’nin belirttiği gibi o şairin ihtiyacı olmayan her şeyin temsilcisi kadın), bir dünya yolculuğu, mutsuzluğuna yenisini ekleyen Leo Tolstoy’un sorunu ile mutsuz evlilik, sefalet ve yinede yeni volkanik şiirleriyle geçen son birkaç yıl…
“Ihlamurlar sessiz sedasız hıçkırıyor
Beyazlaşmış saçlarıyla
Burada ölen kim?
Kimdir bozulan
Yoksa sonunda ben de mi öyle oldum”
1925 yılının zifiri karanlık olan aralık ayının bir gününde Sergey Yesenin, Leningrat’taki Angleterre Otelinde bileklerini keser ve son şiirini kanıyla duvara yazar. Mayakovski’ye veda ettiği bu şiiri şöyledir:
“Hoşçakal dostum, ayrılmak
Geldi çattı, göğsüme bastırdığım değerli dost,
Önceden belirlenen ayrılık her ikimize de
Tekrar buluşmanın vaatlerini şuurlu kılıyor
Hoşça kal dostum!
Hiç bir söz, hiç bir el sıkışı istemez!
Kaşlarını öyle çatma, yüreğini katılaştır!
Bu hayat yeni ölüm diye bir şey bilmez
Ama yeni tarzda da yaşanmıyor ki…”
Yesenin bundan sonra kendini otel odasındaki avizeye asar ve o çok sevdiği kırlara, topraklara karışarak yaşamı son bulur.
Dipnotlar:
(l}(2) Rusçadan Almancaya çeviren Jüîgen Rühle, Almancadan Tiirkçeye çeviren Sedat Ümran, düzenleme Mehmet Özgür
Kaynaklar: l- Edebiyat ve İhtilal Jürgen Rühle Almanca’dan çeviren Sedat Ümran Milliyet Yayınlan Ekim 1990
Mehmet Özgür Ersan
Bir cevap yazın