Uyuma, kalk hadi…
Kalk, kalk, vakit geldi, uyan!
Sesler… Sesler… Zehra susturamıyor sesleri. Tam uykuya dalacakken üşüşüyorlar kafasına. Uyuyamıyor Zehra, aylardır uykusuz, aylardır korkuyor. Ya onlar! Onlar duymuyorlar mı bu sesleri? Yanında yatan adama değmemeye çalışıyor; pis sarhoş, kim bilir kaçta geldi… Hangi karının koynundan geldiyse… Zıbarıp kalmış. Leş gibi de kokuyor. Karyola gıcırdamasın diye dikkatlice kalkıyor yataktan Zehra. Beline doğru toplanan geceliğinin eteklerini çekiştiriyor, gözleriyle terliklerini arıyor. Marleyler buz gibi… Yine de ses çıkarır diye giymekten vazgeçiyor.
Beşiğe uzanırken sık sık gördüğü ama tanımadığı gölge beliriveriyor: Onlar uyanmadan al çocuğu… Onlar seni yok etmeden… Onlar… onlar… onlar… Zehra biliyor onların kimler olduğunu, biliyor ve korkuyor.
Uykusunda gülümsüyor çocuk; nasıl da masum, melekler gibi! Sakın kanma, o melek değil o bir şeytan! Beşiğe uzanan eli havada kalıyor Zehra’nın. Gözünü nefret bürüyor; geberesice velet! Tıpkı babası, sarı çiyan! Gölge susmuyor: Acele et, acele et! Onlardan hızlı ol. Önce bu küçük şeytan… Odadan çıkmak istiyor Zehra. Tam kapının kolunu kavramışken ensesinde duyduğu nefesle buz kesiyor. Eyvah! Hızla başını çeviriyor, oh neyse! Herif uyuyor. Pis domuz! Sessizce arkasından kapatıyor kapıyı. Bunu atlatıyor, ya diğerleri! Parmak uçlarında tuvalete yöneliyor. Ana kızın yattıkları odanın kapısı aralık. Hiç kapatmazlar zaten. Kaçmasın diye Zehra’yı gözetlerler… Cadılar! Kapı aralığından kaynanasının başının secdede olduğunu görüyor. Kadın başını kaldırmadan uzaklaşıyor kapının önünden. Gölge onu izliyor, tuvalette de susmuyor: Çocuktan kurtul önce, çocuktan kurtul. Şeytan o! Bir titreme alıyor Zehra’yı. Tuvaletin duvarları üzerine üzerine geliyor. Boğulacak gibi hissediyor, nefes alamıyor, kendini dışarı atıyor hemen. Yakalandı işte! Seccadesini toplarken kapı aralığından sesleniyor büyük cadı. Zehra, bu saatte ayakta ne işin var kızım, erken daha, git yat. Soluk soluğa odasına giriyor, kapıyı sıkı sıkı kapatıyor. Pis cadı, nasıl da numara yapıyor. Sanki onu düşünüyormuş da… Duvardaki aynaya takılıyor gözleri. Kendini tanıyamıyor; kuzguni siyah saçları taranmamaktan keçe gibi, esmer teni soluk, gözaltları mosmor, avurtları çökmüş, sanki yirmi yaşında değil… Aynada yabancı bir kadın… Hemen arkasında gölge beliriyor. Zehra hızla kaçırıyor gözlerini… Yatağın kenarına oturuyor, bir kocasına bir çocuğuna bakıyor. Nasıl da uyuyorlar öyle. O hep uykusuz, sesler susmuyor ki uyusun. Aynadaki gölge hiç susmuyor: Huzura ermenin yolu… Biliyorsun… Hadi artık, bak uyuyorlar, vakittir. Zehra ani bir kararla beşiğe uzanıyor. Dokunmasıyla çocuk uyanıp ağlamaya başlıyor. Kucağına alıp sus, diye bağırıyor Zehra. Sus dedim, babanı uyandıracaksın, sus! Uyanıyor Selim, çocuk acıkmıştır canım, mamasını ver istersen. Zehra hırsla beşiğe bırakıyor çocuğu. Yatıp yorganı kafasına çekiyor. Yırtınırcasına ağlayan çocuğun sesine tahammül edemiyor. Cenin gibi kıvrılıyor yorganın altında, iki elini kulaklarına bastırıyor. Çaresiz kalkıyor adam, çocuğu kucağına alıp, mutfağa gidiyor. Tek eliyle cezvede su ısıtıyor. Bir yandan da biberona bakınıyor. Hatice Hanım el örgüsü yeleğini sırtına geçirirken, ne bitmeyen çilemiz varmış, diye söyleniyor. Yine ne oldu oğlum, diye cevabını bildiği soruyu soruyor. Ne olacak anne, yorganı çekti kafasına yattı. Sen oğlanı tut biraz, ben mamasını hazırlayayım. Derin bir iç çekiyor kadın, ah ah! Ana sütü ememedi ki sabi. Seda annesinin arkasından gözlerini ovuştura ovuştura mutfağa geliyor, yeğeninin sapsarı başını okşayıp yine mi ya, diye sızlanıyor. Bir pazarımız var onda da uyumak haram! İki yıl önce her şey ne güzeldi oysa. Ağbisinin yanında gözlerinin içi gülen bu kara kızı gördüğünde hemen kanı kaynamıştı. Ona bir arkadaş gelmişti. Yabancı sayılmazdı üstelik ne de olsa aynı köydendiler. Bu yaşına kadar köyden dışarı çıkmamış olan Zehra, İstanbul’da yaşama hevesiyle hiç düşünmeden kaçmıştı Selim’le. Hatice Hanım, madem uyandık bari çayı koyayım, diyerek çocuğu Seda’nın kucağına veriyor. Mavi çinko çaydanlığı musluktan doldururken, ah oğlum ah, bu nasıl bir kader diye mırıldanıyor ağzının içinde. Çocukluğunu bilirlerdi Zehra’nın, ama İstanbul’a göçtükten sonra bir daha görmemişlerdi. Oğlunun kız kaçırdığını öğrenince deliye dönmüş, ne para var ne pul, elde avuçta yok; oğlum sen ne yaptın, diye dövünüp durmuştu. Kaçan kız geri gönderilmez, çaresiz borç harç evlendirmişti. Bebek haberiyle de umutları yeşermişti yeniden. Oğlan olursa ölen kocasının adını verecekti bebeğe… Keşke kocası yanında olsaydı şimdi. Bir akıl verirdi belki. Bu evi yapmak için ne uğraşmışlardı karı koca. Tuğla taşımışlar, harç karmışlar, elleri parçalanıncaya kadar inşaatta çalışmışlardı. Köyden iki çocukla göç ettiklerinde elde avuçta yoktu. Fabrikaya girmişti adam. Gece gündüz dememişti. İki katlı olsun evimiz hanım, evlenince Selim alt katta oturur, biz de üst katta… Yaşasaydı hiç alt katı kiraya verirler de gelini yanlarına alırlar mıydı?
Hatice Hanım gelininin içine cin girdiğine inanıyor, lohusalığında onu kırk gün hiç yalnız bırakmadılar oysa. Nasıl olup da cinlere karıştığını anlayamıyor. Zehra’nın halası için de köyde cinlere karıştı da iflah olmadı derlerdi. Soylarında var demek ki! Ah oğlum! Anlamadan dinlemeden… Selim, bugün bir hoca bulalım, bu böyle olmayacak. Ne kendine hayrı var ne çocuğuna, iğne ipliğe döndü. Kendi kendine konuştuğunu duyuyorum bazen. Cinlere karıştı zahir.
Selim, Zehra’nın zeytin karası gözlerinin feri nasıl oldu da soldu, anlayamıyor. İlk görüşte vurulduğu cıvıl cıvıl genç kızın yerinde yeller esiyor şimdi. Anne, hocalık iş değil bu. Bir doktora mı göstersek? Yok, oğlum yok. Doktor ne yapacak, karnı mı ağrıyor, başı mı? Ben bir soruşturayım bakalım mahallede iyi bir hoca bilen var mı?
Çaresiz boynunu büküyor Selim. İnşallah annesinin dediği gibidir, hoca cinleri çıkarır karısının içinden. Bir iki lokma bir şey atıştırıp ben kahveye gidiyorum, diyerek çıkıyor evden. Son zamanlarda kahveler bile silahlı gruplarca taranıyor, ama bunu düşünmüyor Selim, evin havası boğuyor onu. Hatice Hanım, komşulara soruyor soruşturuyor, iyi bir cinci hoca arıyor. Seda evde çocukla ilgileniyor, Zehra bütün gün yataktan çıkmıyor.
Zehra İstanbul burası mı, diye çok şaşırmıştı mahalleyi ilk gördüğünde. Onların köyü bile daha güzeldi. Selim, anneme alıştıra alıştıra söyleyeyim diyerek, onu komşuları Mediha Hanımların evine götürmüştü. Kızcağız dudaklarında bir gülümseme hiç konuşmadan oturup beklemişti Selim’i. Mutfakta çay demleyen annesine fısıldayarak sormuştu Nevin, niye kaçmışlar ki, aileler istememişler mi? Cehalet demişti kadın, sen odaya git, kızı yalnız bırakma. Nevin odaya girdiğinde kızı kütüphaneli divanın üzerinde duran oyuncak bebeği seyrederken bulmuştu. Zehra hiç böyle bir bebek görmemişti, zenci bir erkek bebek. Benden bile kara, diye geçirmişti içinden. Odanın ortasındaki sehpanın üzerinde duran kitaplara, defterlere, kalemlere dalmıştı gözleri sonra. Kendi evlerinden ne kadar farklıydı burası. Mediha Hanım’ın ikram ettiği çayla bisküviyi büyük bir iştahla yerken Selim gelip almıştı onu.
Bu eve iki yıl boyunca hep gidip geldi Zehra. Hep çayın yanında bisküvi yedi, o tadı kendi evinde hiçbir zaman bulamayarak. Üniversite sınavına hazırlanan Nevin’in ders çalışmalarını gıptayla izledi. Hayrandı ona. Meslek sahibi olacak, kendi parasını kazanacak, ele güne muhtaç olmayacaktı. O ilkokuldan terkti. Mediha Hanım, Nevin’in okumasını çok istiyorum; ama üniversiteler çok karışık, bir yandan da korkuyorum, derdi zaman zaman. Babası da olaylara karışmaması için tembih ediyor hep. Güveniyoruz kızımıza, Allah’a emanet artık. Zehra’nın aklına kendi ailesi gelirdi böyle zamanlarda. Onu hâlâ affetmeyen anası, babası, kardeşleri!
Zehra gelişlerini sıklaştırmıştı. Her fırsatta çocuğunu da alır koşardı bu eve. Mediha Abla ben çok korkuyorum, diye başlardı anlatmaya. Bunlar beni öldürecekler. Yemeklere, suya zehir koyuyorlar. Bir tek sende güvenle yiyebiliyorum. Mediha Hanım olur mu öyle şey kızım, diyerek araya girmeye çalışır, ama Zehra onu hiç duymaz anlatmaya devam ederdi. Selim içip içip dövüyor beni. Hep o ana kızın yüzünden; onlar her akşam şikâyet ediyorlar beni. Kadınlara gitmeye başladı, eve sabaha karşı geliyor bu yüzden. Gelince de çok canımı yakıyor, ben istemiyorum, tiksiniyorum, kollarımı bastırıyor, bağırıyorum; ama onlar gülüyorlar hep. Seslerini duyuyorum, çok eğleniyorlar.
Her gelişinde aynı şeyleri ilk kez söylüyormuş gibi anlatması Mediha Hanım’ı çok endişelendirmeye başlamıştı. Çoğu kez Nevin de tanık olurdu bu konuşmalara. Önceleri anlam verememiş amma da abartıyor, diye düşünmüştü. Halasının yıllar önce Almanya’dan getirdiği -şimdi kütüphaneli divanın üzerinde duran- oyuncak bebeğe bakışlarını yakaladığı günden beriyse Zehra’dan korkar olmuştu. Kaç kere onu uzun uzun bebeği seyrederken ve arada kendi kendine gülümserken, ağzının içinde konuşurken yakalamıştı. O sırada oğlunu kucağından bırakır, çocuk ağlasa bile ilgilenmez, o yokmuş gibi davranırdı.
Mediha Hanım, bir gün dayanamayıp komşusuna çıtlatmıştı bu durumu, senin gelinde bir haller var, bir doktora mı gösterseniz! Ah ah komşum! Doğumdan sonra başladı bu haller; cinlere karıştı besbelli. Nevin dayanamayıp, hiç öyle şey olur mu Hatice Teyze, demişti. Psikolojik rahatsızlığı var bence. Çok bozulmuştu kadın: Kızı okutursan böyle bilmiş bilmiş konuşur işte! İyi ki Seda’yı okutmadım. Kız kısmı okuyacak da ne olacak. Gitsin kocaya evini barkını bilsin.
Hatice Hanım eve döndüğünde Zehra’yı yatakta buluyor. Seda’ya bakıyor, hiç kalkmadı diyor genç kız. Aç açına yatıyor. Zehra’nın kafasındaki sesler susmuyor. Kalk, vakit geldi, hadi… hadi… hadi! Zehra atıyor yorganı üzerinden. Terliklerini giyiyor. Yatağın kenarında duran eprimiş tülbendini bağlıyor başına. Oturma odasına giriyor, Seda’nın kucağından alıyor çocuğu, kız ürkek bakışlarla bakıyor yengesine. Bir gariplik var. Hareketleri robot gibi… Zehra hiç konuşmadan çocukla beraber balkona çıkıyor. Seda’nın çığlığına koşuyor annesi; Nevin karşı evin penceresinde, canhıraş bağırışların geldiği eve bakıyor, gözlerine inanamıyor önce, Zehra balkonda kucağında çocuk… Oyuncak bebeğini kaptığı gibi koşuyor. Onun geldiğini gören Seda gözyaşları içinde açıyor kapıyı. Hatice Hanım, yapma, diye bağırıyor! Zehra yapma kızım n’olursun! Sabinin ne günahı var. Ver çocuğu. Duymuyor Zehra. Kendi kendine konuşuyor. Artık kurtulma vakti… Küçük şeytan! Kurtulacağım senden de onlardan da. Çocuk dudağını bükmüş annesinin deli gözlerine bakıyor. Zavallı kadın dil döküyor, yalvarıyor, dualar okuyor, Seda ağlıyor. Zehra bunların hiçbirini duymuyor; çocuğunun ağlamasını da… Zehra, diye bağırıyor Nevin. Bak sana ne getirdim. Zehra oyuncak zenci bebeğe bakıyor. Feri sönmüş gözlerinde bir ışıltı, kurumuş dudaklarında bir gülümseme beliriyor birden. Oğlanı sertçe yere bırakıp Nevin’in uzattığı oyuncak bebeği alıyor. Hatice Hanım salya sümük ağlayan çocuğu kaptığı gibi içeri giriyor. Zehra ellerindeki bebeğe dikiyor gözlerini, bir süre gülümseyerek seyrediyor, sonra aniden iki eliyle hafifçe yukarı kaldırıp balkondan aşağıya beton zemine bırakıyor. Huzur içinde duvara doğru dönüyor, görevini yapmış olmanın rahatlığıyla göz kırpıyor gölgeye.
SESLER – Güler Ganjuk
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
Bir cevap yazın