Casper’in güneşle pazarlık ettiği bir bölüm vardı. En sevdiğim çizgi filmdi. Mevsimlerden yaz, küçük çocuklar kısa kollu tişörtleriyle ip atlarken, mütebessim balıkçılar inci kefal kovalarken, “güzelim yaz havasında hoş bir ezgiyle yükselen sesi sanki mutlu bir kara sevdayla yüklüyken”, birden hava bulutlandı, görmüş geçirmiş ihtiyarlar soğukkanlı, yaz yağmuru, birazdan geçer diyordu, endişeye mahal yok…
Yağmur, karla karışıyor, biraz sonra tipi halinde keskin soğuğuyla insanların yüzüne çarpıyordu. Kutup soğuğu bu ama yaz ortasında! Mutfaktan Antartika’nın kral penguenlerinin çıktığı görüldü, göç çoktan başlamıştı. “Kıyamet alameti kıyamet alameti!” diyordu herkes, on beş yıldır sevdiğiyle sevişme hayali kurmuş adam bile işi yarım bırakıp cenabet gitmeyeyim diye musluklardan akan buzla gusül alıyor, başına takke geçirip elinde tespih, dilinde dua kıyametin gelmesini bekliyordu…
İnsan ürkmesi hayvan ürkmesine de benzemiyor; insanlar öyle acınası bir haldeydi ki, üşümekten korkuyu unutuyor; korkudan üşümeyi, anne evladı tanımıyor; evlat anneyi, bir mumyaya dönüşüyorlar adeta, bir mahşer yeri… İnsanlar, ilk şoku atlattıktan sonra kışlıklarını indirdi, mert politikacılar halkı sükunete davet etti, “kimse bizim enerji gücümüzü sınamaya kalkmasın, artık bıçak kemiğe dayandı!” diyerek meydan okumayı da ihmal etmediler. Ne fayda, her saat sıcaklık bir derece düşüyordu, sonra o meydan okumanın da bant kaydı olduğu, her yıl yapıldığı ortaya çıktı. İnsanlar akciğerlerinden, sıcak kalan son şey olan nefeslerini avuçlarına hohlayıp ellerini birazcık ısıtabiliyorlardı, karınları körük olmuş bir şişip bir iniyordu. Yeryüzü bezgin. Yeryüzü perişan. Kaçınılmaz bir sona itilmek üzere insan. Bu kriz insanı İsrail’e bile yakınlaştırır…
Casper, helikopter gibi uçarken yere bakıp dost olacağı iyi bir fani arıyordu yine. Gezegende ivedi olan bu iklim değişikliği geç de olsa onun da dikkatini çekti. “Küresel Isınma” teşhisi koymaya kalktı ilk önce, ozon tabakasını deldi namussuzlar dedi ama hayır, bir terslik var bu işte…
Havada uçuşurken semaya baktı, güneşi gördü, daha doğrusu göremedi, çıplak gezmeyi alışkanlık edinmiş olan Casper bir hayaletti ama eksi yirmi dereceden sonra o da üşüyordu, zira beyaz kaplı hayalet derisi onu ancak eksi yirmiye kadar koruyordu. Olabildiğince hızla güneşe yükseldi ve sonunda yanına vardı, titreyerek sordu vaziyeti. Güneş kollarını kapatmış, dünyayla sulh anlaşmasını tek taraflı feshetmiş, kararlı ve sinirli duruyor, vermem diyordu. Bundan sonra size tek santigrat ısı vermem…
-Kötüler hakim oldu dünyaya, dünyayı avucunun içlerine almış istediği gibi yöneten bu adamların it gibi titreyişi beni memnun ediyor sevimli hayalet. Bu insanlar akrep gibi ama bilmiyorlar ki açtıkları yarada, soktukları iğnede kendi canlarını bırakacaklar şimdi.
Casper damardan girdi:
-Benim hayatım bunun serencamı, ben “sevimli” olmamın yanında dünyada iyiliğiyle nam salmış bir hayaletim, biraderlerim gibi kötü değilim. Kötüler ve kötülük konusunda seninle hemfikirim güneş kardeş, gel, beraber kötülüklere karşı zırhımızı giyip kılıç kuşanalım, savaşalım ama böyle yaparak çoluk çocuğu perişan ediyorsun, şu an yeryüzündeki bebeklerin annesinden emdiği süt, vanilyalı dondurma kıvamına gelmiş, bilmem durumun vahametini ne kadar anlatabildim?
Güneş, kavuşturduğu ellerini alkışlamak için serbest bıraktı ama aynı zamanda diretti, konuştukça öfkesi arttı:
-Eşsiz ve çok inandırıcı bir hatipsin sevimli hayalet… Etkilendim. Fakat kötülüğün altında ezilenler, şu anda statü olarak ezenlerle aynı konuma sahipler. Sen, sevimli hayalet, gökyüzüne bakıp bana kadar ulaşan “Allahından bulsunlar!” diyen annelerin çaresizce haykırışlarından birini duydun mu? Senin ömrün, çift kale maçta defans oynayabileceğin bir arkadaş grubu aramakla geçti, benimle felsefe yapmak senin haddin değil!
Casper çok yorulmuştu, yine de söyleyeceğinden geri kalmadı:
-Felsefe sana insanları ve hayaletleri küçümsemesini öğretmiş. Kötülüğün beterini kötülük eden görür. Sen fil olmuşsun, kapitalistlerin yanında zavallıları da çimen gibi eziyorsun, adaleti böyle mi temin edeceksin? Tek eğlencesi, akşamları balkonda hava almaya çıkmak olan iki ihtiyarın içindeki gençlik parıltısını bir düşün, beyaz masanın üzerinde ufak bir radyo ve erkeğin omzuna başını yaslayan kör bir kadın… Bu mutluluğun heybetiyle hangi kötülüğü kıyaslayabilirsin sen? Şu anda yeryüzünde senin yüzünden hasta olacak milyonlarca masum bebek, çocuk hatta yetişkin var ve gökyüzünde senin kendince sağladığın bir adalet! Bu hiç adil değil dostum! Seninki adalet değil, inat.
Casper’ın çok vakti yoktu, arkasına bakmadan son sürat dünyaya yol alırken, son cümlesinden sonra hayli bozulan güneş arkasından alay ederek seslendi:
-Hey Casper, sana ısıdan bir tutam vereyim, nazik kıçın donmasın, stratosfer katmanı şimdi çok soğuk olmalı, ha ha ha!
Casper’ın gözü yaşlı, birden kıçında bir sıcaklık hissetti. Bu, güneşin verdiği -geçici- ısıydı. Casper, onun bu kadar taş yürekli olabileceğini hiç düşünmemişti. Güneş, hep felsefe okuyordu son yıllarda, demek ki felsefenin fazlası duygularını köreltti diye düşündü kendi kendine… Casper dalgın, üzgün dünya yolculuğuna devam etmekteydi. Gaz katmanını geçip buz tutmak üzere olan dünyaya yavaşça süzüldü. Üzüntüden dört kilo vermiş, gözlerinin akı gitmiş, iskorbütten dişleri dökülmüştü. Kıçındaki ısı da yavaş yavaş etkisini yitirmişti. Casper ve dünya için karanlık bir son gözüküyordu. Ne söylediyse güneşi ikna edememiş, onca dili boşuna dökmüştü. Şimdi nereye gitse aynıydı. Kanatları yoktu fakat gökdoğan kuşundan bile daha hızlı uçabiliyordu. Ne faydası vardı uçmanın ona, dünyaya, insanlığa? Hayat boş diyen, intihara eğilimli bunalım takılan bir şair gibi elleri cebinde, bacakları titreyerek dolanıyordu. Son bir şans, evet, yıldırım hızıyla bir kez daha şansını deneyecekti, yine ikna edemezse, kurtaramadığı gezegenine bu defa dönmeyecek, olduğu yerde son nefesini verecekti. Tam yükselip yeniden atmosfere varıyordu ki yeryüzünden bir çocuk sesi işitir gibi oldu. Duraksadı. Hemen yankının geldiği yeri takip etti. Bir çocuk çığlığıydı bu:
-Hey Casper, bizimle oynamaya ne dersin?
Casper doğru mu duydu? Etrafına baktı ve gözlerine inanamadı. Köşe dönülmüş, doruk aşılmış, buhran geçmiş, karlar erimiş ve güneş kendini yeniden göstermişti. Göğe baktı, gülümseyerek göz kırptı güneş. Casper karşılık verdi, çok mutluydular… Çok daha mutlu olan, hiçbir şeyden habersiz oynayan çocuklardı. Casper, ilk zamanlar bu olaydan bahsedecek olsa da kimse bir şey hatırlamadı. Yaşananların hepsi unutuldu. Gizli kahraman Casper, olanların unutulmasını yadırgamadı ve bu konuda ebediyen sustu.
Ne zaman sıcaktan soğuğa, soğuktan sıcağa; kar yağarken evden dışarı çıksam ya da dışarıdan sıcacık bir eve girsem; Casper’in bu bölümünü hayal meyal gözümde canlandırırım. Evrende bir şey var, bir ruh, bir cevher, ‘belki iyi ve sevimli bir hayalet’, bilemiyorum, işte onu hiçbir zaman yenemeyeceksiniz, derim George Orwell gibi…
22 Aralık 2015
Bir cevap yazın