Oyun oynamanın en güzel yerine doğmuştum,dağlarında her dem kar olan zengin bir ova köyüne.
Her yer benim için mutluluk kaynağıydı.
Eşsiz Tabiat Ana’ nın kucağında,
Dedemle babaannemin kavuğundaydım.
Evet resmen öyleydi.
Ne özgürce, ne zengin!
Leylek yuvaları vardı kapımızın önünde, hala da ordalar.
Çimenler içinde uyuyacağınız, meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçe ve kapısı heybetli, kilidi demir tokmaklı, bir konağı andıran ahşap evimiz.
İlk oyuncağım bu tabiat içinde bulduğum gördüğüm herşeydi.
Dedemin gözü gibi baktığı traktörü,
Sap saman, tırmık, tarım araç gereçleri ile dolu kiler,
Çeşmesi,ahırı, toprak yolu, limonata satan köy bakkalı,
Çerçici diye tabir edilen gezici panayırı,
Konu komşu çocukları ile herşey.
Karanlığı besleyici, gizemli bu kilere bayılırdım.
Bolluk bereket duygusuyla orda tanıştım.
Güneş ışığının sızdığı pencerelerden, künt taşıma yastıkları, un torbaları, bakliyat elegi, ve birçok hırdavat, büyülü görünüyordu.
Tavukların kuluçka zamanı bitip, yumurtaları toplama vakti gelince müthiş bir heyecan ve coşku yaşıyorduk arkadaşlarla.
Oyun herşeyde, oyuncak ise bu dünyanın ufak tefegindeydi.
Tandır yanarken, hamur taşıma görevinden memnun olur, kendimi iyi hissederdim.
Ulak olmak, o zamandan beri anlamlı.
Annem, küçükken gazete kağıtlarını verirmiş,
tarlada herkes bir işin ucundan tutarken.
O gün bugündür, kağıdı, sözcükleri seviyorum desem, espri yerini bulmuş olur.
Sonra şişelerle oynadığımı, bundan büyük keyif aldığımı hatırlıyorum.
Hala da severim şişeleri
Nedeni bilinmez belki,
Cam ve şeffaflık.
Sazlık vardı, tarla başına doğru o sazlıkların kıyısında kurbağaları izlerdik farklı görüntüleri, acayip sesleri ile zamanı degistiriyorlardı.
O sazlıklar boyanınca çok güzel ev süsü olurdu, komşumuzda görmüştüm.
Köyün gezi bahçesinde en büyük yardımcım ise bir asa idi ;
Dedemden gördüğüm, tepede bayırda el ayak olan, ağaç dalından bir asa.
O olmasa taşı gediği bilemezdim.
Benim yol ışığım idi; ağaç, kuş, tabiat.
Biraz büyüyünce yurtdışından Asteriks kumbarası ile çizgi romanlarını getirdi Amcam.
Onunla hayaller kurdum, uzak yerleri ve bulutların ötesini düşledim.
Babamın getirdiği çocuk kitapları ise en sevdiğim hediyelerden biri olmuştu ;
” 100 paralık bulut “
” Bir şeftali Bin şeftali” beni fazlasıyla etkilemiş ne getirelim diye soranlara çikolata yerine kitap diye cevap verer hale gelmiştim.
Harflerle karşılaştığım ilk andan itibaren okumayı, öğrenmeyi sevmiş, aşkla tutkuyla bağlanmıştım.
Ayşegül tatilde serisi ile kağıt bebekleri giydirip, estetik zevk kazanırken,
Misketler ile sokağın nabzını tutuyordu çocukluğum.
Ah o rengarenk misketler,
Dünya hem küçük hem büyüktü onlarla ve
kazanmak kadar kaybetmek de zevkliydi.
Annem yemeğe çağırdığında, acıkmadım oyun karnımı doyuruyor dediğim, bitmesin istediğim zamanlardı.
Su ve biraz ekmek yetiyordu, tüm gün oyun ile oynamaya,
İp ile atlamaya,
Beş taş’ a
Dalya ‘ ya.
Çiçek çocukların zamanıydı,
Değişim rüzgarları esiyordu.
Oyuncaklarla, varoluyor, bir enstrüman gibi onları çalarak büyüyorduk.
Oyun oynayan çocuk güçlü, oyuncak enstrümanını ile gücünü farkeden çocukta, sihirbaz oluyordu.
Sihirli bir flüt var elimde o günlerden kalma. Nefesimle var olup, kelimelerle ete kemiğe bürünen.
O gün bugündür enstrümanım budur benim.
Özgür Polat / Mayıs 2021
Bir cevap yazın