Damla damla eriyor;
Sevgilerimiz, umutlarımız…
Yola beraber çıktıklarımız ;
Yollarını ayırıyor bizden ilk kavşakta…
Biz bir kitaba başlamıştık ama durakladık şimdi…
Ay Tanrısı Sin’e kurban edilen her adaklık bize şer olarak geri döndü..
İçimizdeki kasvet; büyüyerek tenimizden irinler şeklinde akıyor…
İzini sürdüğümüz avcılar; bizi terk etti…
Yollarımız karışmış şekilde; şaşkın duruyoruz…
Biz bir yola çıkmıştık…
Dostlarla…
Şimdi biz nereye, niçin gidiyoruz ?
İçimizdeki hakkaniyet terazisi sağlam ama bu bulmaca nasıl çözülecek?
Yolda tüm kahramanlarımızı kaybettik…
Heyula bakışları ile arp çalan askerler,
Bakışları ile kader tayin eden, can alan ve bağışlayan prensesler,
Yollarda çocukluğunu kaybetmemek için; kalbine tutunmuş, tombul yanaklı bir kral,
Gülücükleri ile erkekleri etkilemeye çalışan, hoş kokan ve güzel giyinmiş kadınlar,
Michelangelo’nun Davut’u gibi elinde bir taş ile bekleyen adamlar…
Güzel yemek yapan ve güzel yaltaklanan kadınlar,
Sesiz ve gizlice hükümranlıklarını sürdüren asalaklar,
Varlığı; sadece bir nüfus kağıdında, gülümsen bir insan olmaktan öteye gidemeyen varlıklar…
Şimdi hiçbiri yok.
Biz yol aldıkça;
Yollar tenhalaştı;
Okuduğumuz kitaplar ; artık kahramansız…
Dizlerimize çöktük…
Yorgunuz ve belki de epeyce kırgın..
Bundan sonra uykularımız da tenhalaşır belki; renksiz, kokusuz ve hareketsiz biblolar misali, kalırız…
Savaşın da kendine özgü bir ruhu var ama bu sessizlik, bu insansızlıkta, biz nereye ilerleyeceğiz, hangi kavşaktan dönüp hangi soruyu soracağız kendimize…
Ümit nerede?
Bir cevap yazın