There was snow in the streets, Dad was angry and Mom was crying…
Andy Warhol *
Andy Warhol sıra dışı bir insandır. Dostları Jane Fonda ve Dennis Hopper aracılığıyla davet edildiği bir partiden dönerken karar aldı: Sinema yapacaktı. Bu kararın birdenbire nerden çıktığını soran dostlarına gülümseyerek : “…hep aynı şeylerin resmini yapmaktan sıkıldım. Film yapacağım. Resim yapmak bir iş, ama film yapmak tamamen eğlence!” (1)
Andy Warhol hemen gidip kendine Audicor marka, 16 mm’lik bir film kamerası almır. Ancak nasıl çalıştırıcağını bilmediğinden eski dostu, Film Culture dergisinin kurucusu Jonas Mekas’ı başvurur ve ondan “şu aleti” kullanmayı bana öğretmesini ister.
Hemen ardından birkaç hafta içinde Brakhage’dan Markapoulos’a, Kermeth Nger’den Jack Smith’e uzanan birçok seçkin ürünü izlemişti. Hepsinden çok etkilendiğini söylese de, “Jack Smith’in Warhol sineması üzerindeki etkisi müthiş oldu” (2)
Smith’in başta çıplaklık olmak üzere, birçok yönüyle Andy üzerinde doğrudan etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Beverly Hills Oteli’nin süit odalarından birinin banyosunun küvetinde Taylor Mead ve Naomi’nin oynadığı ilk Andy Warhol filmi, iki saat içinde çekildi: Tarzan ve Jane Yeniden Kazanıldı…Gibi (1963).
Bir dizi çektiği bu dönem filmlerinin hem teknik, hem de içerik açısından oldukça benzerler birbirlerine… Tamamı siyah/beyaz, tamamı sessiz, tamamı oldukça minimal görüntülere dayalı ve birçoğu da süre olarak oldukça uzundur. İlk dönem filmlerinde temelde “hiçbir şey gösterilmez”. Kamera hemen tamamında, neredeyse kesin bir durağanlığa sahiptir ve izleyiciler film boyunca hemen hiç değişmeyen bir görüntü “tüketmeye” hazırdırlar. Bu dönem filmleriyle Andy, bir anlamda resimlerinde yapmak istediği, ancak farklı boyut anlayışı nedeniyle başaramadığı bir takım şeyleri filmleriyle başarır. “Bu dönem Warhol filmlerindeki tekrarlanıp duran, durağanlık ve tekdüzelik sonunda hipnotik bir etkiye dönüşür.”(3)
Zaman adeta hiç akmıyor gibidir. Andy’nin savına göre ise bu filmdeki “… en az derecede hareket eden objeler bir noktadan sonra seyirciyi sıkar ve sıkılan izleyici filmi bırakıp, yanında oturan insanlarla ilgilenmeye başlar. Bu arada yemek yiyebilir, içki veya sigara içebilir, öksürebilir, her şeyi yapabilir; çünkü bilir ki başını ekrana çevirdiği anda film, en küçük bir değişiklik olmadan kaldığı yerden devam edecektir.”(4)
Klaus Honnef, Warhol’un bu dönem filmlerindeki “dondurulmuş zaman” kavramıyla bağlantısını kurar ve şöyle der; “… bir tür ölüm korkusunu ve akıp giden zamana karşı gösterilen bu Faustien ‘durdurma’ tepkisini Andy Warhol’un bu dönem filmlerinde yoğun olarak görürüz”(5)
Böylece Andy ‘sessiz ve derinden’ bir dizi film çekmeye başlar. İkinci filmi olan Öpüşme (1963) yalnızca Naomi’nin Babe Jane Holzer, Gerard Malanga, Pierre Restany ve Marisol gibi Fabrika ‘yıldız’ ve ‘ müdavim’leriyle öpüşmesini sergileyen elli dakikalık, siyah/beyaz, sessiz bir filmdir.
Bir süre sonra herkesin Warhol filmi yapıyor, yoksa bizimle gırgır mı geçiyor? Düşünceleri arasında “… Naomi’yi öpüşürken göstermek öpüşme sanatı mıdır, yoksa sinema sanatı mı?”(6)
Yine aynı yıl Uyku (1963) filmini çekti. Film altı saatlik, siyah/beyaz uyuyan bir adamın 20 dakikalık bir çekim boyunca vücudunun çeşitli açılardan görüntülenmesi ibaretti. Walt Whitman’ın deyimiyle seyirciyi “ininde saklanan bir hayvan gibi görü, onu sopasıyla dürten” Andy’nin tuval üzerine elli tane çorba kutusu çizmesi gibi tekrar tekrar kullanılarak “çoğaltılmış” ve “tüketime” hazır duruma getirilmiştir.
Arka arkaya Bili Linch adında bir adamın saçını kestirmesi, Yeme (1963) Ressam Robert Indiana’nın mantarı yemesini, New York’taki ünlü Empire State Buliding’in tepesini gösteren ve karşısındaki Time- Life binasının kır dördüncü kat penceresinden Jonas Mekas’ın kamerasından çekilen Empire (1964), dansçı Lucinde Childs’ın omzunu gösteren Omuz (1964), Henry Geldzahler ‘in puro içmesini gösteren Henry Geldsahler (1964), Edie Sedgwick’in yüzünü gösteren Yüz (1965), muz yemeyi gösteren Mario Banana (1964) filmlerini çekmiştir.
Bu filmlerindeki Andy Warhol’un resimde yaptığı ‘tekrarlama yoluyla sıradanlığı yakalama’ olgusunun perdede yansımalarıdır. Warhol sineması üzerine yazılan en yetkin çalışmalardan birinin yazarı Stephen Koch’a göre ise, Andy’nin ilk dönem filmlerindeki en etkin özellik röntgenciliktir.(voyeurism) (7)
Andy Warhol bu film üzerine şunları söylemişti: “Empire State Binası gerçek bir yıldız. Sekiz saatlik bir gösteri bu film. Yıldızlar gidiyor, ışıklar yanıyor… çok çarpıcı! Bina sanki uzaya giden Flash Gordon ‘a benziyor.”
Onun yaptığı da buydu: “dünyasındaki herkesin izlenir, görülür kılınmasına meraklıydı. İzlenmenin bir tek anlamı varsa, o da —sadece ve sadece-teşhir edilmektir.”(8)
Aslında yapmak istediği “günlük zaman ve perde zamanı kavramlarını perdede çakıştırarak, ‘zaman’ kavramına kendine göre bir yorum getirmektir. Temelde ‘hiçbir şey olmayan’ bu filmlerde, Warhol’a göre, altı çizilmek istenen yaşamın durağanlığı, sıkıcılığı ve bundan doğan anlamsızlık duygusudur.(9)
Bu ilk dönem filmlerine sonrasında ikinci dönemine geçiş yaptığı Sürtük (1964) adlı filmini çekti. İlk sesli filmidir. Ancak sesli deyince kimsenin aklına düzenli konuşmalar ve amaçlı ses efektler (sesleme) gelmesin. Burada da Andy yine kendi üslubunca sesi kullanıyordu. Hem saldırgan, hem de savunmacı… Sonrasında yine sessiz filmler olan Dünyanın En güzel On Üç Kadını (1964) ve Dünyanın En Güzel On Üç Oğlanı (1965) adlı iki filmin arasında çekilen Sürtük belki de zamansız bir filmdi. Böylece Warhol yavaş yavaş sesi ve hareketi keşfetmeye başladı ve sineması yeni bir döneme girdi.
İkinci dönem filmleri bir dizi teknik hatanın bulunduğu bu yüzden bir veya iki kez ancak gösterilmiş, önemli bölümü izleyici karşısına çıkmamış bir dizi film çekti. Zavallı Küçük Zengin Kız (1965) Edie Sedgwick bu filmde yetmiş dakika boyunca yatağa uzanmıştır ve durmadan telefonun diğer ucundaki, asla göremeyeceğimiz birini kendinden söz eder.
Vinil (1965) filminde Gearrda Malanga bir sandalyede oturur ve şiir okur; ancak bir yandan da yukarıdan damlayan mumlar marifetiyle işkence görmektedir. Anthony Burgess’in Otomatik Portakal adlı romanından uyarlanan filmde, Andy hareketi yeni yeni keşfetmeye başlamıştır. Mutfak (1965) filminde ise oyuncular ellerinde senaryoyu okuyarak oynarlar. “Karakterler derinlikli karakterden yoksun, hatta gülünç… Doğru, tıpkı gerçek yaşam gibi”lerdir.(10)
Pezevengim (1965) filmi bir eşcinselle kiraladığı erkek fahişe arasındaki uzun konuşmalarından oluşur. Sonuç yine mutsuzluktur. “Film, renksiz olması bir yana, Andy Warhol’un üçüncü döneminin de erken bir habercisidir.”(11)
Annesi Julia Warhola onun için; “Size Andy’yi nasıl anlatayım… O dahidir. Her şey vardır onda… İyi, kötü, ikisinin arası, çok kötü, felaket, korkunç… Nasıl diyeyim… Andy yaşamın kendisi gibidir yani…”der.
Andy Warhol ilk büyük başarısını New York Chelsea Oteli’nin çeşitli odalarında çekilen Chelsea’li Kızlar (1966) filmiyle elde etmiştir. Ticari bir başarıda elde eden ilk deneysel film olma özelliğiyle de önemli olan bu filmdir. Bu filmin hemen ardından bir dizi kısa film çekmiştir. Grup Bir, İsa’nın Taklidi, Katerina Öldü ya da Alan ve Elma gibi ilginç adaları olan bu bölümler deneysel film şenliğine sunulmuştur.
Andy Warhol bu film üzerine; “Bana hayatımı anlat, ama lafın bir yerinde pantolonunu indirmeyi sakın unutma!” demiştir.
Dönemine uyarak yaptığı Yalnız Kovboylar (1967) filmi yapar. Bu filmde Andy Warhol hayranları şaşırtmaz hiç umulmadık bir anda, sanki öykünün ortasında biti verir tüm deneysel filmlerin olması gerektiği gibi olur. Cinsellik filmde açıkça sergilenmekte ve kovboy kültüründe eskiden beri varolan eşcinsellik (daha doğrusu çiftcinsellik) tüm boyutlarıyla ortaya konmaktadır.
Filmin politik yapısı ise tüm devrimciliğine karşın Herbert Marcuse’ten çok, Samuel Beckett’in kine yakın bir eylemsizlik içindedir. Genelde şaşmaz bir nihilizmdir.
Andy Warhol hiç beklemedik bir saldırıya uğrar. “İşte o anda korkunç bir acı hissettim. Gömleğimden sızan kam seyretmeye başladım. Sonraları bana 32 kalibrelik iki kurşunun midemi, ciğerimi, bağırsaklarımı ve bütün içimi parçaladığını söylediler. Cankurtaran gelene kadar yarım saat öylece yattım” diye anlatır sonraları.
1968 yılının gelmesiyle birlikte Andy Warhol filmleri, Paul Morrisey tarafından yapılmaya başlandı. Bu dönemin ilk filmi Seks Filmi/ Sikiş (1968) adındadır. Andy filmlere kendi dokusunu katıyor ve cinsel duygulara yönelik bir film olması beklenirken zihinsel duygulara yönelik bir film ortaya çıkıyordu. Filmde görmek değil yaşamak hedefleniyordu. Viva partneri Louis Waldon’la sevişirken bir yandan bir söyleşi verir gibi porno filmde oynamanın zorluklarını anlatıyordu.(12)
Andy Warhol’un bu filmi şunları söylemişti; “Sanırım filmler şehvani duyguları harekete geçirmeli. Yani, şu hale baksanıza… İnsanlar gittikçe yabancılaşıyor. Filmler insanı azdırmalı. Hollywood filmleri planlanmış ticari ürünler, ama benim Sikiş adlı filmim gerçektir. Ama onu pornografi olusun diye çekmedim. O bir denemeydi, alıştırmaydı. Ama bence filmler gerçekten insanı azdırmalı, insanlara yönlendirmeli, şehvet uyandırmalı.”
Et (1968) filmi Jose D’Alesandro’nun günlük yaşamından görüntüler içeriyordu. D’Alessandr, giyinik olmaktan çok çıplak gösterilerek görsel bir tüketim aracına indirgeniyordu. Çöplük (1970) New York’un marjinal (uçta, sıra dışı) sanat çevreleri ve alt sınıfların arasında gezinen bir filmdi.
Başkaldıran Kadınlar (Seks) (1972) filminde ise Üç travestinin özelinde kadınlaşmak isteyen erkekleri yıldızlaşmak isteyen kadınlara benzeten bir alegori yaratıyordu. Erkek tam olarak kadınlaşamazdı; çünkü biyolojik olarak erkekti ve kadın da tam olarak yıldızlaşamazdı; çünkü artık yıldız olunabilecek bir Hollywood bile yoktu!
Daha sonra Andy sinema tarihini renkli ve sesli Sunset Bulvarı ve Isı (1972) filmleri izledi. Paris’te çekilen Aşk (1973) filmi ve 1974 yılında ise Andy Warhol’un Drakula’sı ayrıca Andy Warhol’un Frankenstein’i (1974) birbirini izledi. Bu filmleri üç boyutlu çekerek “zirvede bırakma” düşüncesiyle çekilmiş filmlerdi.
Sonradan Andy’yi vuracak olan bir hayranı olan Valerie Solanas “Andy ile söyleşi yapmak bir iskemleyle söyleşi yapmak gibi bir şeydi!” demişti. Andy Warhol İsveçli gazetecilerle söyleşisinde bu konu hatırlatıldığın onlara “Bana ne söylememi istediğinizi söyleyin, ben onu aynen tekrarlarım…” diyerek ironi yapmıştı.
Andy Warhol kendi sinemasıyla ilgili olarak ilk dönem filmlerinde neden oyuncuları saatlerce hiçbir şey yapmadan gösterdiğini şöyle açıklıyordu; “İlk filmlerimde saatler boyu bir tek oyuncuya, hep aynı hareketi yaptırdım… Yemek yeme, uyuma ya da sigara içme gibi… Bunu yaptım; çünkü insanlar genelde sinemaya filmin oyuncusunu görmeye gidiyorlar. Ben de ‘İşte size oyuncu, saatlerce da karşınızda olacak. İstediğiniz kadar seyredin, tüketin onu!’ dedim… Ayrıca böyle film yapmak da çok kolaydı.”
Asistanı Paul Morrisey’in söylediği gibi “Andy sinemayla değil, insanlarla deney yapıyordu.”
Oysa Andy kendinin de söylediği gibi asıl görmek istediği iki insanın nasıl karşılaşıp, neler konuşabilecekleriydi. Şöyle söylüyordu tıpkı bir belgesel gibi “belki sizuymazsa, yalnızca bir belgesel olarak kalır. Ama tanıdığınız başka birine uyar ve bu sayede onun hakkında kafanızda olan bazı sorunları bile çözebilirsiniz…”
Onun için sanatın kalıcı değildi. “Sanatımın herhangi bir kalıcılığa sahip olduğuna inanmıyorum.” O sinema sanatının önünün parlak olduğunu zamanla romanın yerini alacağını savunuyordu. “Film sanatı gittikçe romanın yerini alıyor. Hatta ne yazık ki Norman Mailer ve Susan Sontag gibi yazarlar bile film çekiyorlar artık! Yeni roman biçimi bu. Artık kimse kitap okumayacak. Film çekmek daha kolay. Lisedeki çocuklar okumak zorunda değiller artık. Film seyredebilirler, hatta çekebilirler!”
Andy’nin oldum olsa senaryolarla arası iyi olmamıştı. “Senaryolar beni sıkıyor. Bir sonraki an ne olacağını bilmemek daha heyecanlı. Olay örgüsünün önemli olduğuna inanmıyorum. Olay örgüsü olan bir filmi ikinci kez kim izler! Sonu belli zaten. Öylesine konuşan insanları izlemek ve filme çekmek daha eğlenceli…”
“Biz turuncuya dönüşüyoruz. Onlar mora.
Mil döndükçe başkalaşım ş kayalar üretiyor.
Empire State binası kararıyor
Gün döndükçe. Plaj de tanrılar var,
Hepsinin sırtı birbirine dönük,
Her birinin gözleri fır dönerken
Bir başkasının üstünde.
(…)
Divandaki ikili dedikodu ederken, canım,
Biz bir azıp, bir durulup, bir azıyoruz.
Bir peruk kayıyor ve adama
Dönüşüyor kadın. Adam feryat
Ediyor turuncu yüzüyle. Biz
Kapıya doğru kayıyoruz. Açıyor.
Sonunda tüm dünyayı açıyor gözlerimizin
Önüne, rüzgârın üfürdüğü Empire State binası kadar
Sarsılmaz olan dünyayı.”
Edwin Morgan, Warhol
22 Şubat 1987’de Öldüğünde Andy Warhol hayatın sıradan akışını anlatmayı başarmış sinemanın en sıra dışı adamı ve gelmiş geçmiş en zengin deneysel film yapıcısıydı.
* [Sokaklarda kar vardı, Baba kızgındı, Anneyse ağlıyordu… ]
Kaynak:
1)Sabri Kaliç Deneysel Sinemacı Kimliğiyle Andy Warhol Yapı Kredi Yayınları Temmuz 1997.
Dipnotlar:
1)David EJames, Allegories of Cinema- American Films in ten Sixties, Princeton Universİty Pres, New Jersey 1989, s.62.
2)P. Adams Sitney, Visionary Film: The American Avant-Garde, Oxford Üniversity Pres,London 1979, .s.371
3)H.H. Arnason , A History of Modern Art, Thames and Hudson Ltd. London 1977. s.638
4)Klaus Honnef, Andy Warhol, Benedikt Taschen Verlag, Köln 1990 s.74
5)Age s.81
6)David EJames, Agy. s.65
7)Stephen Koch. S.42
8)Age s 6.
9)Age P. Adams Sitney .s.371
10)Carter Rattcliff, Warhol, Abbeville Pres New York 1983 s.52
11)Adriano Apra İL Cinema di Andy Warhol, Arcana Publicazione, Rome 1972.
Bir cevap yazın