Belki hepimiz kendi çapımızda bazı işler yapıyoruz. Kimimiz yazıyor, kimimiz satıyor, kimimiz kesiyor, biçiyor, dikiyoruz. Çeşit çeşit yemek yapan marifetli eller de var. Kendi işinde çalışıp üreten de başkasının işinde alın teriyle çalışıp parasını kazanan da. Hepimiz bir şekilde yaşam savaşındayız yani.
Bu noktada beni düşündüren soru şu: “Çalışan kişi, hangi işte çalışırsa çalışsın, gerekli özeni gösteriyor mu acaba? Gerçekten içinden gelerek mi yapıyor işini? “Nasıl olsa ben yemiyorum” veya “Ben kullanmıyorum ya” düşüncesiyle savsaklıyor mu dersiniz? Kazandığı parayı hak eden kaç kişi var çevrenizde? Hiç düşündünüz mü?
Şu anda bu yazdıklarımı okuyan bazı arkadaşların bana tepki gösterdiklerini duyar gibiyim. “Çalışan insanların ilk amacı para kazanmaktır. Kendilerinden istenen işleri yapar, saatlerini doldurur, evlerine giderler. Ne yani, dokuma fabrikasındaki işçi, ipliklerle duygusal bir bağ ile mı kursun? Veya bir restoranın yemekhanesindeki bir aşçı konuşsun mu yaptığı yemeklerle?” diyor olabilirsiniz. “Sevgisini katmak” deyimi vardır ya hani… İşte ondan söz ediyorum ben. Toprağını okşayıp, “gözünü sevdiğim, emeğimi boşa çıkarma, tutunacak tek dalımsın benim” diyen çiftçiler gördüm. Öğrencisinin akan burnunu bir anne şefkatiyle silen, kendi çocuğuymuş gibi okşayıp seven öğretmenlerin çok olduğunu biliyorum. Benim derdim işini gerektiği kadar dikkatli yapmayanlara. Sırf para kazanmak için işe girip çalışma saatinin bitiminde işi bırakanlarla değil.
Hakkıyla çalışıp yorulan, alın teri döken emekçilere saygımız sonsuz. Bu yazı hak edene teşekkür, hak etmeyene “yazıklar olsun!” yazısı.
İşini severek yapan insanlar, mutlu insanlardır. İşlerini yaparken çevrelerinde bir sevgi yumağı oluştururlar. Her zaman güler onların yüzleri. Önce gözlerinin içi güler. Karşısındaki insanları gözleriyle etkilerler. Sonra sevecen yaklaşımları; sıcacık, sevgi dolu, içten davranışlarıyla fethederler gönülleri. Etkilerler karşısındaki insanları. İster bir komşu, ister bir meslekdaş, ister bir müşteri, ister bir öğrenci…
Konuştuğumuz kişi kim olursa olsun, dostça davranışlarımızla kolayca anlaşabiliriz. İşlerimizde de daha başarılı oluruz. Hemen aklıma gelen bir kıssayı anlatmak isterim sizlere. Bilenleriniz vardır mutlaka…
Zamanın zamanında bir çarşıda yan yana iki dükkan varmış. Birinde sirke, diğerinde baklava satılıyormuş. Sirke satan dükkânın müşterisi öyle çokmuş ki bazı günler kapısında kuyruk bile oluyormuş müşteriler. Baklava satan dükkânın müşterisi çok azmış. Bu durum baklavacıyı öfkelendiriyormuş. Birgün kendisini tutamayıp salmış şirketinin dükkanına öfkeyle:
-Yahu benim baklavaları alan yok ama sen müşteriye sirke geliştiremiyorsun. Nasıl oluyor arkadaş bu böyle? deyince sirke satan bey sakince gülümsemiş:
-Şöyle buyrun, dinlenin biraz. Belli ki çok yorgunsunuz” demiş. Baklavacı iyice hiddetlenip bağırmaya başlamış.
-Sen benim müşterilerimi kandırıyorsun! diyecek kadar artmış öfkesi. Sirke satan adam, baklavacının sırtını sıvazlamış:
-Bak dostum, iyisin, hoşsun da dükkânında baklava var ama senin suratın sirke satıyor. Gülümse biraz. İşini severek yap. Daha sonra gör bak nasıl artacak müşterilerin, demiş.
Güleyüzlü, işine sevgisini katan gerçek emekçilere saygıyla…
Bir cevap yazın