Saklambaç oynarken bodrum katı kömürlüklere saklanırdık. Karanlık, soğuk ve kömür karası rutubeti ilk kez o minik kömür odalarında keşfettim. Sevimli olmayan, küçük bir kız çocuğu için aşırı gerçek ve pembeden uzak karanlık boşluk. Kömürün kaderi hep buydu. Derin, karanlık madenlerden; soğuk , nemli bodrum odalarına ta ki insan içine karışmayı hakkedip evlere giresiye kadar. Tıpkı onu madenden çıkaran madencilerin kaderi gibi.
Çoğunlukla kömür kendini daha şanslı görürdü madenciden. Kendisi zaten karanlığa aitti ,peki ya madenci? Sıcacık annesinin karnından lezzetli memesine giden bir yolculukla başlamamış mıydı hayata? Kendini şefkati ile koruyan varlık tarafından sarmalanmamış mıydı? Bizden farkı, o daha erken karşılaşmıştı kömür kokusu ile. Babası o doğduğu andan itibaren zaten kömür kokardı. Tıpkı ekmek gibi. O kömür kokmadığında açlık, sefalet ve hastalık onların evinde yaşardı. Neden babasının gözleri hep hüzünlü olurdu anlamazdı. Tüm babaları öyle sanırdı. ‘’Babaların tabiatı buydu demek. Kömür kokmaları ve puslu bakmaları. ‘’
Sevda ile aynı anda başına dert oldu ekmek parası. Hangisi daha baş edilir bilemedi. Sevda desen bahara yakışırdı . Ya ekmek parası? Onların çevresinde sadece madene yakışırdı gelecek kaygısı. Üzerinden kapıların kilitlendiği, reşit olmadan kaçak çalıştırıldığı katran karası kömür madeni . Maden-ev, ev-maden. Gerçek yaşamdan isteği dışında soyutlandığını itiraf edemedi kendine . Kocaman yüreği ve kocaman onuru vardı. Muayene olurken ki mahcubiyeti sadece kendi asaletindendi. Bilirdi hep kömür kokar ve kapkara isli görünürdü. Sabun bile tenine dokunmak istemezdi. Kendi gibi gönlü olanlarla o sevecen, hüzünlü ve kan kırmızı gözleri ile anlaşırdı. Bir bakışı bir ömre bedeldi insan kanı ile beslenmeyenler için…
Her zaman denetim söylentileri olur fakat hiç denetimcileri göremezdi. Zannederdi ki denetim onların dışında ki yerlerde yapılıyor. O şık arabalarla gelen ve zorla hangi partiye oy vereceğini söyleyen patronları elbet onların iyiliğini ister ve denetimleri yaptırırdı. Hem Allah razı olsundu yemek vermezdi , yemeklerini evden getirmek zorunda kalırlardı ama ekmek paralarını kazandırırdı ya onlara ! Nankör olmamalıydı. Göbekli , ağzında kürdanla dolaşan patronları ve sık sık patron dostları siyasiler de her daim hamdolsun demiyorlar mıydı? Belki kendi de hep elindeki ile yetinmeyi bilirse bir gün onlar kadar zengin olabilirdi.
Kendisinden iğrenilmesinin haklı yönleri olduğunu düşünürdü. Maden dışında yaşamları olanlar gibi hiç temiz, kendinden emin ve sağlıklı görünemedi ki ! Yine de eğer on yıl çalışırsa belki kaçak bir gecekondu kondurabilirdi. Kendinden işten atma tehdidi ile oy alan siyasiler nasılsa bir şey demezlerdi gecekonduya. Sert görünüyordu bu patron ve arkadaşları ama yine de iyi insanlardı. En azından kendisi 18 yaşına geldiğinde sigortasını yaptırmış ve kaçak çalıştığı dönemde kimseye bir şey söylemediği için onu ödüllendirmişti. Bir de yabancı uyruklu, kaçak çalışanlardan 10 lira daha fazla vermiyor muydu ? Yok yok aklına kötü bir şey getirmemeliydi. Daha banka borçları bitmemişti.
Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz demişti babası . Babası yaşına geldiğinde bile halen madenciydi fakat umudu vardı. Halen işten tazminatsız kovmamıştı patronu yalan yanlış bahaneler üretip. Her gün dua ediyor ve ölümün her an ensesinde olduğunu da biliyordu, hissediyordu. Bazı mühendis ve şefler son dönemde gergindi. Aksilikler vardı . Belki de kendi gibi onun da geçim problemi vardı. Kim bilir belki garip anası hastaydı. İşyerinde bazı tedirginlikler olsa da zaten tehlikeli bir işinin olduğunun farkındaydı. Patronları ne kadar önlem alsalar da Allah’ın işine kim karışabilirdi? Madencilik zor işti, tehlikeliydi. Daha yeni, emekliliğine az kalan amcası Zonguldak maden kazasında ölmüştü. Neyse ki çocukları biraz büyüktü. Hem biraz para da vermişti yengesine bir kağıt imzalatarak maden sahibi.
Hadi bugün de gidelim işe. Besmele çekmeden girmem madenden. Yine kilitlediler üzerimizden. Haklılar ama bazı kişiler hem az çalışma, hem de erkenden kaçma derdindeler. Haram yahu , olur mu öyle şey? Her gün dua eden namaz kılan, oruç tutan bize arada bir nevale veren patrona yapılır mı bu? Yok yok ben öyle değilim. İyi çalışırım. Hem borcum var ve başka nerede iş bulurum? Sağ olsunlar benim gibi benden 10 yaş küçük beşinci kardeşimi de ocağa aldılar küçük yaşına bakmadan. Onlar değil ki biz ısrar ettik eve daha çok para gelsin diye. Anam yatalak. Ben evlendim oğlum 5. Sınıfa gidiyor. Çok ağladı geçenlerde dağ bisikleti almam için. Biz dağda yaşamıyoruz diye söyleyince de bastı kalayı, yaygarayı. Şaka yapmıştım, biliyordum da üstelik dağ bisikleti dendiğini ama sıkışıktım biraz . Bu ay geçsin 12 taksitle veren bir yer var alacağım.
Şöyle bir bakıyorum arkadaşlarıma, hepsinin bir derdi var . Şu ilerideki Ahmet abinin çocuğu olmuyor . Herkes çocuğunu madene sokarken o hüzünleniyor. Arkasındaki Kemal amca devamlı öksürüyor ama doktora da gitmiyor. Biliyor ki kansere yakalandı fakat son günlerine kadar çalışma derdinde.
Başlayayım artık ben de ekmek paramı kazmaya . Bu nasıl bir gürültü? Eyvah patlama oldu. Hadi çıkışa gidelim. Ne oluyor yahu? Yangın buraya geliyormuş. İnanıyorum, kısa sürede bizi kurtarırlar. Neden hâlâ kimse gelmiyor? Burası çok havasız olmaya başladı. Demek böyle bir şeymiş hayatının gözlerinin önünden geçmesi. Amcamda bunları yaşadı mı acaba ? Yok ya biz kesin kurtulacağız. Oğlum, birden oğlum geldi gözlerimin önüne. Buradan bir çıkayım, canımın içine hemen bisikletini alacağım. Hak ediyor çocuk; dersleri iyi. Vermem onu madene. Bu çile çekilmez
Herkes helalleşmeye başladı. Neler oluyor? Allah’ım bizi kurtar! Bizden ekmek bekleyenler biz yokken ne yapar? Ah oğlum, canım benim. Umudumuz azaldı. Arkadaşlardan bazıları bayılmaya başladı. Belki de baygınken kurtarırlar bizi. Nerede şu kâğıt, kalem? Sana not yazmak istiyorum, belli mi olur ? ‘’Hakkını helal et, oğlum!’’ . Baygın da olsam, ölü de olsam çıkacağım dışarıya. Nasılsa üzerimize beton dökmezler en azından cesedimizi çıkarırlar. Patron çok seviyor bizi. Ona da hakkımız helal olsun bize oy karşılığında iş ve ekmek parası verdi.
Bir hafifleme var herkeste. Kurtulduk da baygın mıyız? Açılmıyor ki gözlerim! Hareket de edemiyorum. Nasıl oldu da tepeden bakabiliyorum her şeye, madene? Ha ha ha ha ha kafayı mı yedim gaz zehirlenmesinden? Şuradaki kalabalık, ağlaşanlar da kim ? Oğlum ve eşim niye geldiler ki ? Beni almaya hiç buraya gelmezler, bilirler ki çıkarcılar yüzünden kapılar kilitlidir. Madenden çıkarılanlar var çok şükür! Kesin baygınım, rüya görüyorum. Aklım karmakarışık. Eee o madenden sedyede çıkan yüzü maskeli, uyuyor gibi görünen bana benziyor! Neden oksijen tüpü yok , hortumun ucu açıkta? Nefes alamıyorum, boğuluyorum . Heeeyy! O benim beni kurtarııınnn! Kimse beni duymuyor. Aaaa! İçeride yazdığım kâğıt! Demiştim baygın çıkarsam okurlar belki diye . Bakayım benim kağıt mı ? ‘’Hakkını helal et, oğlum!’’ .
Kömür kömürlüğünden utanır lakin utanması gerekenler katran karası ruhlarından utanmaz. Bu masal burada biter demek çok isterdim. Fakat gerçekler bizim memleketimizde hep yaşanır… Yaşasın kapitalizm !
Bir cevap yazın