Yazık dedi dönüp adıyla başlayan seslenişe
yaşlı bir bulutun yol verdiği aydınlık
grinin hep bulanık ve karışık kimliği
ne siyah ne beyaz bir filme başlandı
.
o atları sildiler düşlerimizden
çünkü kırık yürekle yaşamak pek zor
bir yolu yoktu bildiğin
sırçayı yeniden biçimlemenin
ve yıkamanın gölgeyi, düşmüşse suya
.
çocukların geldiği zamanlardı
coşkusuz, bakışsız, yüreksiz bir kalabalık
frenleri boşalmış kamyon paradigması
ya varsın hayatta sanki hep
ya da son on saniyen- başla saymaya
.
kürek mahkümuyduk işkampavyada
bizi bir arada tutan şiraze
çoktan kaymıştı ellerimizden
.
“sirius- gece seninle güzel”
deyişini anımsıyorum
evimiz planetaryum
.
en çok da giderken bıraktığın akvaryum
bozulmuş termostatın toplu balık ölümleri
ve artık demlenmekten usanmış çay
senden sonra dağılan satranç taşları
at kayıp, piyonun yerine yirmi beş kuruş
ne zaman yeniden başladım hiç anlamadım
tabaklarda kurumuş yemek kalıntıları
bardakta silinmeyen pus izi
.
kolilere koyup indirdim aşağıya
seni anımsatan gün ışığını
yağmuru ve keskin kahve kokusunu
sardunyayı, balkondaki biber fidelerini
yüzünün alı al termal ışınımını
ama en çok da kitaplarını
.
sokağa düşen ayraç
yaşanmış hiçbir şeyin aslında bitmediği
mesela ben seni heceleyince
kapanan gözlerimin mahcup görüntüsü
nedense hep frenk üzümleri
.
sevdalar da biter
hayat gibi
denize ulaşan nehirler gibi
alevi ıslanmış ormanlar
avcısıyla tanışmış ceylan yavrusu
ve nefesi tükenmiş volkanlar gibi
.
mümkünse gülümse beni
aklına İstanbul her düştüğünde
vitrinde solan etiketlere benzese de
yazılı tek kanıt olsun bize dair
işte bu şiir
ince bir kan sızıntısı
son baktığının kestiği yerden
AZİZ NAYIR
Bir cevap yazın