ağustos böcekleri sağır/ sokak köpekleri değil
koyu kırmızı kan aksın/dinginlik olabilir mi artık
suya doymuş bitkiler çiçek açsın derken
kana doymuş dünya da
kırsın korkunun dallarını /güneş açsın derken
işte mezarın burası dediler
başında ağustos böceklerinin koro kurduğu belli
huzurla ışıklar içinde uyu
dalgalara doysun kulakların, yüreğin dinginliğe
barış, barış, barış her şeye rağmen barış
diyordun durmadan hiç durmadan
sessiz titrek yağmurların
yüreğini maviye terk etmesi
yitip giden şiddetin acısıyla
okşanmamış ellerini kim anlayabilir senin
ıhlamur kokan sol avucundaki
üzülmüş güz yaprağı yüreğini
el izlerini gizleyen çözülmüş acı renginde
özlediğinin çığlıklarını gizlediği yakasında
bir şey uğruna ölmek eylül’le başladı
yaşama ey ömrüm yaşama kederle
yanıt vermeye başlamış
bir aşkın incecik çıldırışıyla
tedirgin bir ıslıkla ağzının kıyısında
tanımadığın birine resimlerde gösteriyorsun
esmer bir kadın sevmiş gibi yürek çığlığımsın
bir gözyaşı gibi yerleşir gözlerime umut diye gözlerin
sırrı dökülmüş sefer taslarıyla uykusuz çocuklarımız
direnen gülümseyen yüzünde acılarımız
ey gözlerimin yangınına doğan üryan
taptukları kendi teberiyle vurulan bir halkız biz
vahşet meydanında yaşamla ölümün uçurumlarına
o soylu zift renkli kemikli ellerimiz
değişen ve değiştiren bir çelişkinin sınırında
benimde bekleyeceğim bir ter damlası vardır
mutlaka günün heyecanıyla gece biraz daha eskimişte olsa
alevi bir kadını daha vurdular
kıblesiz türküsünde işte öyle acı bir gündü
gökyüzü geceye bırakmıştı ellerini
çivit mavisi gömlekleriyle rüzgar gibi
en eski yaşamlardan fırlayıp gelmişlerdi
yanı başımızdan geçtiler
gözlerini kısıyorlardı
yolcunun küle batmış gözleriyle
yurtsuz bir ürpertiydi sanki
ölen kadının yüzünden firar
toprak rengi bir keder
derken biri daha ölür ansızın
geceyle bağlarla çenesini
yeni açmış bir güle yaslarlar başını
sabır dayatır /neye kime bilinmez
yurduna aşkının ömrüne yazılır adı
Bir cevap yazın