Hasretine dayanmak mı?
Onunla birlikte gitmişti canımın yarısı. Yarı ölü bir vaziyette yaşanması gerekenleri yaşayıp yanına gitmeye söz vermiştim. Başka türlüsünü düşünemiyordum zaten. Ondan geriye bir sürü fotoğraf, şarkı, en çok da hatıraları kalmıştı. Neydi şimdi bu?
Ben ondan bir şeylerin kalmasını değil, onun kalmasını dilemişken bu muydu hayatın bana biçtiği rol?
Aslında ondan sonrası diye bir şey olmamalıydı. O an zaman durmalı, hikayenin geri kalan kısmı yaşanmalıydı. Bu hayatta isteklerimizin gerçekleştiği ne zaman görülmüştü ki?
Bir pazar sabahı kaybettim Ohannes’i ben. Ohannes’den geriye aklımdan ve yüreğimden silemediğim güzel hatıralar kaldı. Onu nasıl kaybettiğimi hatırlamıyorum bile. Ölüm haberi geldiğinde kendimden geçmiş bir ben vardı; ardımda bıraktığım bir tür enkaz. Ne ayağa kalkabildim ne de yürüyebildim. Ruhen yara aldığım ilk aşkımdı ve bu aşk beni fazlasıyla yakmıştı ve yakmaya devam edeceğe benziyordu. Geçer miydi bu yara? İyileşip kuş misali tekrar uçabilir miydim? Bir martı gibi özgürlüğümü kazanabilir miydim? Zordu.. Hem de çok zor. Ben bunları düşünürken karşıma hiç olmayacak birisi çıkıverdi. Anlattıklarımın hepsini bana bir çırpıda unutturan kişi. Önceleri rüya gördüğümü zannederken, beni kendime getiren gerçek karşımda duruyordu öylecene.
Ohannes gelmişti.
Bir gece gözlerimi açtığımda tam karşımda duruyordu… Yalnız konuşmuyordu. Konuşsa, dertleşse, her şey geçebilirdi. Silüet’i o kadar tanıdıktı ki! Bir an yanımdan ayrılmamasını diledim. Sanki bir şey olacak hemen uçup gidecek diye o kadar çok korktum ki! Bugün bile korkuyorum. O hiç gitmedi. Hep yanımdaydı. Benimle birlikte oradan oraya gezip duruyordu. Ben onu yaratmamıştım aklımdan, o bulmuştu beni, hissetmişti ona olan sevgimi. Diğer dünyadan geri gelmişti işte, bırakamamıştı ne beni ne de bu dünyanın güzelliğini.
O her yerde iken, bir gün Galata kulesine çıkmak istedim. Bu istek beni ayağa kaldırdı ve evden dışarıya çıkarıp yürümeye zorladı. Varmak istediğim yere kadar yürüdükten sonra Ohannes ile en yakın arkadaşımız olan Luna karşıma çıktı. Luna çok güzel bir kızdı. Ohannes ile tanıştığımdan beri benimde en yakın arkadaşım oluvermişti. Luna’nın saçları kıvırcıktı ve kıvır kıvır saçlarıyla dünyaya meydan okurdu. Severdim onun bu özgüvenini. Ohannes de bu kızı çok severdi. İlk aşkıydı Luna onun. Bu durum beni kıskançlık krizlerine sokardı ama ben yine de bu kızla arkadaşlık etmeye devam ederdim. Onun sevdiği her şeyi ben de severdim. O Luna’yı çok sevmişti ben de Ohannes’i. Luna, Ohannes’i hiç sevmedi ama.
Merhaba dedi Luna.. Ona cevap vermek istemedim önce fakat birden yanımda Ohannes’in olduğunu fark ettim ve gülümseyerek selamına selamla karşılık verdim. Nasılsın fazlına girmeden, yoluma devam ettim. Luna’da zaten nasılsın diye sormadan yanımdan bir hızla geçip gitti. Hiç şaşırmamıştım: Luna’nın karakter yapısı buydu. Sen nasılsın demeden nasılsın diye sormazdı. Uzun zamandan beri dışarı çıkmamıştım ve bugün içimden gelen Galata kulesine gitme duygusu yolda herkesi çıkardı karşıma. Şimdide karşı kaldırımdan bana doğru Selim geliyordu. Selim benim eski sevgililerimdendi. Zamanında onu severek hata yapmıştım ve ben onu çoktan unutmuştum. Ayrıldığımızdan beri ilk kez karşımda görüyordum. Yaşlanmıştı ve kambur bir görüntüye bürünmüştü. Görmemezlikten gelerek, kaldırımdan çıkıp üst geçit’e doğru yürüdüm. Selim beni fark etmemişti bile. Önce hayret ettim sonra Ohannes’e baktım. Yanımda sessizce gülümsüyordu. Anlıyordu tabii ki onu nasıl sevdiğimi. Yüreğim ondayken başka birisini düşünme gibi bir ihtimalim yoktu nasılsa… Üst geçitte o kadar kalabalıktı ki! Birden Ohannes gider diye aklımdan geçirdim. Ohannes sevmezdi kalabalıkta yürümeyi, kaçardı hemen. Sağıma baktığımda Ohannes’in gitmediğini gördüm. Çok sevindim. Onun yanımdan ayrılmaması beni çok sevindiriyordu ama ne zaman gider diye de düşünmeden edemiyordum.
Galata kulesine son bir adım kalmıştı. Son adımı atarken bu seferde karşıma Ohannes’in karısı Leyla çıkıverdi. Şaşırmamıştım sadece üzülmüştüm. Zaten Ohannes’in ölümü içimi kavuruyordu, bu kadında nereden çıkmıştı böyle? Önce nefes aldım, tükürüğümü yutkundum, sağıma tam bakarken Ohannes’in Leyla’nın yanına geçtiğini görüverdim. O an ne yapacağımı kestiremeden kusuverdim orta yere. İnsanlar bana bakıyor, benimse gözüm Ohannes de. Leyla, bana üstten bakıp; “Neden buradasın” deyiverdi. Ağzımdan bir türlü kelimeler çıkamadı. Diyemedim; Ohannes ile tanıştığımız yere geldiğimi. Hiçbir şey diyemeden geldiğim yolun tersini yürümeye koyuldum. Kavurucu sıcakta gözlerim Ohannes’i aradı ama bulamadım onu. Leylasına gitmişti demek ki!
Sözlerim git derken, içim kal demekle meşgulken gözlerim hep Ohannes’i aradı. Gitmişti… Ama biliyordum, geri gelecekti. Yine yanımda bitecekti silüet’i. Bu kadar özlemişken neden Leyla’ya gittiğine anlam veremesem de, bir yandan da kendime de anlam veremedim. Ne yaşamıştım ki ben bu adamdan vazgeçememiştim; hiç bilmiyordum. Ben de evliydim. Hem de sevdiğimi zannedip koynunda yatacak kadar yalandan bir evlilik sürdüren delinin tekiydim. Ohannes’e aşıkken nasıl evlendiğimi hatırlamıyordum bile. Ahmet’e evet derken, yüreğim Ohannes ismini sayıkladı. Belki dedim, ben de ölmüş olsaydım, evlendiğim adamın yanına giderdim diye düşünmeden edemedim. Gitmezdim… Ohannes’e bu kadar aşıkken gitmezdim… Ama Ohannes, Leyla’ya gitti, bense yolda sendeleyip duran bir sarhoşa benzer misali kalakaldım. Adım atacak halim kalmadığını anladığımda çantamdan su şişesini çıkarıp, kafamdan aşağıya su döküp kendime gelmeye çalıştım. Bir türlü kendime gelemiyordum. Hatıralar yakamı bırakmıyordu ki; kendime geleyim. Yolun kenarında tümseğe oturmak için adım attığımda tekrar Ohannes geldi. Gözleri gülüyordu. Onun gözleri güldüğünde ben ona bir daha aşık oluyordum. Ah bir de benimle konuşsa! Beni sevip sevmediğini sorabilsem ona.. Yaşarken soramamanın verdiği ağırlık kalmıştı omuzlarımda. Silüet’ine dokunmak için adım atacakken uyandım. Gözlerimden anlamadığım histe yaşlar süzülüyordu. Yatağın ucuna öylece kıvrılıvermişim. Yanımda Ohannes yoktu. Ahmet vardı ve bu durum beni içten içe tüketiyordu. Komidin’in üstünde Ohannes ile olan resmim bana gülümsüyordu. Biz ne yaşamıştık da böyle birbirimizden kopamamıştık. Ölmüştü ama ne ona olan aşkım tükenmişti ne de özlemim. Dünyada bir kere daha hissiz yaşadığımı anladığımda çok geç olmuştu. Ohannes’in ölümünün ardından geçen 22 sene, onunla yaşamayı öğretti bana. Bir kez daha öğrendim ki; insan hayatında bir kere aşık olurmuş. Ne yanımda yatan adam ne de eski sevgilim. Biliyorum Ohannes de beni sevdi. Onun için de; ne Luna ne de Leyla. Hayatımızdaki tek gerçek ise o mezarda bense burada. Bizim şarkılarımız hala radyolarda çalar dururken, onsuz değil, onla yaşamaya devam edeceğimi biliyordum. Bu böyle bir aşktı. Bir bakışla başlayan, sönmeyen ateş misali.
Bir cevap yazın