Hâkim tokmağını masaya yapıştırdı:
—Suçlu Suphi Saydam! Burada neden bulunduğumuzu biliyorsunuz. Suçunuz cinayet! Bir adamın ölümünden sorumlusunuz. Neler söyleyeceksiniz?
Suphi kendini büzüştürdü. Başını sinir içerisinde bir o yana bir bu yana salladıktan sonra geriye çevirdi. Arkasında, düşündükleri düşünceleri rahatlıkla yüzlerinde gösteren çoğu insanı tanımıyordu bile.
‘’Ben suçsuzum’’ dedi.
Hâkim, bıkkınlık içinde bir iki garip harekette bulundu. “Evladım” dedi. “Sabahtan beri bu kelimeden başka bir şey sarf etmedin. Ben suçsuzum demek hiçbir şeyi değiştirmez. Ben delil isterim, tanık isterim.”
Suphi tek kaşını yukarı kaldırdı. Dönüp arkasındaki tanıdık tanımadık herkesi tekrardan göz ucuyla süzdü. Hâkime bakıp gülümsedi. İnce bir ses ile “Anlatayım mı?” dedi. Hâkim iki elini başına dayadı. Sinirle bağırdı:
—Anlat evladım, anlat yavrum, anlat oğlum!
Suphi başını salladı. Yüzünü ovuşturdu, ensesini kaşıdı, anlatmaya başladı. “Hâkimim” dedi “Ben cahil bir herifim. Ne zaman, nerede, kime karşı, nasıl bir tavır sergileyeceğim belli olmaz. Laubaliliği ve kibri katiyen kaldıramam.” Hâkim, öfke içerisinde sert tonu ile haykırdı.
—Asıl meseleye gel! Olay anına! Cinayete!
Suphi bakışlarını sertleştirdi. Başka bir şey söyleyecek oldu ki vazgeçti. Tekrar anlatmaya koyuldu.
“Hâkimim; olayın gerçekleştiği gün tam bir kargaşa içerisindeydim. Dinlenmek ve kara bulutlarla çevrilmiş kafamı toparlamak için böyle bir çareye başvurmuştum. Aynı zamanda yaşamın bütün kötülüklerini unutmak istiyordum. Bavulumu toplayıp kendimi, bana huzuru verebilecek tek yer olan sahil kenarına gittim. Oturup karşıyı izlemeye koyuldum. Deniz, kara bulutlarımı örtbas etmeye başlamıştı bile. Yalnızdım. İçim
tarif edemeyeceğim bir huzura bürünmüştü. Fakat bu huzur, gözlerim yana kayınca kayboldu. Yan tarafımda bir genç; bir kıza yanaşıyor, yılışıyor ve orasını burasını elliyordu. Sarışın ve vücut ölçütü tastamam olan kız ise buna kendinden vazgeçmişçesine karşılık veriyor, haz alıyordu. Ben böyle sahnelere karşıyım hâkimim.”
—Eeee sonra?
“Sonra kendimi kaybettim ve …” Hâkim meraklı bir şekilde sözü kesti ve elindeki kalemi uzatarak konuştu:
—Kendini kaybettin ve herifi denize attın öylemi?
Suphi güldü. Aldırmadan devam etti. “Sizin varın öyle belleyin hâkimim’’ dedi. “Ben kendime bir mutluluk kapısı aralamaya çalışıyorken, yan tarafımda istemediğim sahnelere şahit oluyorum. Dayanamadım, kalkıp abaza herifin yanına gittim. Hemen yanı başında duran, ne olduğu belirsiz, vücut ölçütü tastamam olan kıza bağırdım, koşarak uzaklaştı.”
—Demek öyle! Peki sonra?
(Hâkim ve savcılar başta olmak üzere, arkada bulunan herkes, gözlerini dört açmış, merak içinde dinliyor)
“Sonra, abaza herif yapmış olduğum bu harekete hırslanmış. Sinirle üzerime geldi. Sağ elimle yüzüne sert bir yumruk attım. Üstünüze afiyet sağ yumruğum çok serttir. Benden üst üste iki defa sağ yumruk yiyen kişi gözlerini ya hastanede açar ya da açamadan morga yollanır. Lakin yüreğim bu abaza herife acıdı. Nedendir bilmem. Cılız yüzü, sıska vücudu ile uzun zamandır beslenmişe benzemiyordu. O sebepten dolayı her zamanki sertlikle vurmadım. Herif yere düştü ve ayağı kalktı. Biraz sersemleştikten sonra tekrar üzerime atılmaya başladı. İşte ne olduysa o an oldu. Suçlu ortaya çıktı.”
İçerisi bir an anlamsız mırıltılara dönüştü. Kimi elinin tersiyle diğerine dokunup “bak bak anlatıyor vahşi katil” diyor, kimi ise elini çenesine dayamış kendince sitem ediyordu. Hâkim, tekrardan uyarı amaçlı tokmağını yapıştırdı.
—Kesin sesinizi yoksa atarım dışarı! İtiraf ediyor görmüyor musunuz? Tam bu sırada konuşulup konsantrasyon alt üst edilir mi?
Suphi’ye dönüp elini uzattı. ‘’ Sen devam et itirafına’’ dedi. Suphi başını sallayıp emri onayladıktan sonra devam etti.
“Evet, suçlu ortaya çıktı. Fırtına! Büyük bir fırtına sardı ortalığı. Herkes
şaşkına dönmüştü. Kaçışmaya çalışanların görüntüsü kısa belleğimde, atılan çığlıkların sesi ise hala kepçe kulaklarımda. Fırtına o kadar güçlüydü ki abaza herifi anında geri püskürttü.” (Herkes meraklı gözlerle dinliyor)
“Abaza herif kendisine hâkim olamıyordu. Fırtınaya karşı çıkmak, ona meydan okumak ne mümkün ki? Suçlu fırtına; abaza herifi denize doğru itme fikri yetmiyormuş gibi, bir de çevreden gelen bütün yardım yollarını kesme gibi haince bir pusu hazırlığı içerisindeydi. Abaza herife yardım elini uzatmak istemiştim fakat biraz öncede söylediğim gibi, fırtınanın hain planları vardı. Bölgeden gelen yardım yollarını kesmek istiyordu. Ben ne kadar abaza herife doğru adım atmaya çalışıyorsam da, fırtına buna izin vermiyor, sertliği ve gücüyle beni beş adım geriye fırlatıyordu. Ben ise nefes nefese kalmıştım. Adım atacak halim kalmamıştı. Bunu fırsat bilen fırtına, herife son tufanını vurup ortadan kayboldu. Abaza herif, maviliğin
derin sularına gömülmüştü. Ben son mütevazılığı mı göstererekten kendimi sahile attım, lakin abaza herifi bulamadım. Sonrasında kendimi burada -sizin karşınızda- buldum. Olay tastamam budur. Ben masumum!’’
Hâkim dinlediği bu olay karşısında şaşkınlıktan dona kalmıştı. Arkadakilerin gözlerinde de şaşkınlık payı çok yüksekti.
— Sen neler saçmalıyorsun oğlum. Daha da önemlisi bütün bu
anlattıkların ne manaya geliyor? diye sordu hakim.
“Tabiî ki de benim yerimde şuan gerçek suçlu sorgulanmalı idi.” Hâkim, yanındaki savcılarla bir şeyler mırıldandı, sonra şaşkın ve olayın derinliğini anlamakta zorlanmanın sinirliliği içinde bağırdı:
— Pekâlâ; olayı detaylıca bir daha inceleyeceğiz, fakat eğer yalan
söylediğin ortaya çıkarsa seni darağacında astırırım!
—Yalansa astırın hâkimim, o zamanda sandalyemi kendim tekmelemesem şerefsizim valla!
Ansızın kapı açıldı, ortalık sessizliğe büründü. Şaşkın gözler kapıya çevrildi. Kapıda görülen kişi; kısa boylu, ince ve sıska vücutlu, yüzü yorgunluğu ve bitkinliği andıran abaza herifin ta kendisiydi. Üstü başı ıslaklık içindeydi. İçeriye girer girmez durgun yüzü ve iç acıtan sitemi ile haykırdı:
“Sağ yumruğu, sarsıntı geçirtecek derecede sert olan delikanlı doğru söylüyor. Tek suçlu fırtınadır, beni denize atan da odur.”
Bir cevap yazın