Farklıydık, Aynıydık, Yaşıyorduk!
Her şeyin mümkün olduğu bir dünya hayalleri arasında, her yerde, sayısız canlı beden yeni tomurcuklarını toprağa şenliklerle döküyor ve mucizevi sergilenişlerini, içlerinden aldıkları ilhamla izliyorlardı. Doğa ne kadar da cömert yaklaşıyordu onca orantısı bozuk güce hatta bazen gücü olmayana karşı. Öğleni yeni atlattığım bu saatlerde henüz huzurla bahçe işlerine ve doğanın eşsiz düzenine olan hayranlığımı kapının dışında bıraktım, henüz topladığım papatyaları bardağıma bıraktım ve suyunu ekledim, mümkünse huzurlu bir gün diliyordum kendim için evrenden. Bir anda bir haber gördüm renkli sayfalar arasında ışıklı ekran karşısında, birçok adam bir adamı su için de bırakmıştı ve adam yere düşmüştü, bir kaç telefon konuşmasının ardından aslında derin bir sorun olmadığını anladım. Bir kaç gün sonra hiçbir şey anlamadığımı fark edecektim, yine de masa da demlenmekten yorgun düşen papatyalarımı soğuk çay olmak üzere evde yalnız bırakmak zorundaydım. Önceki küçük deneyimlerimden sırt çantamı aldım ve pantolon giydim, bu beni her zaman daha rahatlamış hissettirir. Ben diğerleri gibi değildim bir adam yere düşmüştü hiçbir şey olmamış gibi devam edemezdim. Sokağa çıktığımda her şey aynıydı, kaç gündür sokağa çıkmamıştım, bilemezsiniz, sokağın ağır kuralları vardır, aslında bilirsiniz, insanlar sürekli gülüyordur, kadınlar yüksek topuklar üzerinde seksi olmaya çalışırken, bir takımadamlar güç gösterilerini sürdürmeye çalışır. Siz de aslında her şey normlara uygunmuş gibi genel planda ki bu sevimli tabloya gülümsersiniz.
Bugün bir adam yere düşürülmüştü, başka adamlar tarafından gülecek ne vardı.
Güneş özgür ruhların kentini terk ediyordu biranda. Her yerde insanlar sakin, fakat nereye yürüdüğünden emin bir ruh haliyle ilerliyordu. Kalabalıkları bir kız araladı, yüzünü beyaz bir örtü ile kapatmıştı, ön saflardan bir çocuk yarı kaçar gibi bize koşuyordu ilerleyin, diyordu korkmayın, gözleri kanlı ve yaşlıydı, bir anda birçok oldular insanların fazla olması korkumu gidermiyordu, ölüm korkusu gibiydi bizim insanlığımızın bittiği yerde ne vardı? Güneş neden erken batmıştı, içimizden cesur rock’n roll şarkıları söylüyor, yürüyorduk, insanların hızlanması içimizi coşturuyordu, korkuyor ama yine de hızlanıyorduk, el ele yürüdüğüm arkadaşlarımın ellerini kararlı bir hareketle bıraktım. Nefesim geliyor gidiyordu, avuçlarca acıyı genzimde, içimde hissediyor, gözlerimdeki yaşlar yüzüme vuran vahşi acıyı, daha da yaygınlaştırıyordu. Korkunun yerini sadece gözlerime vuran fiziksel acı almıştı, ter içindeydik bu sıcacık yaz gününde kanımız donmuştu, caddeler karla kaplı gibiydi, Hemen yanımızdan yüzü kana boğulmuş bir çocuk geçti dönün bakın dünyaya diyordu, bakın görmüyor musunuz? Ama yüzünde ki kan onu geriletmiyordu işte. Ve işte havanın kararmasıyla birlikte gölgeler her yerdeydi artık sokak kirlenmişti birden her yer hareketlendi, büyük bir demir yığını insanların üzerine doğru geliyordu, bunu kullanan ne olabilir diye düşünememiştim bile, birçok insan hasar görmüş, insanların çığlıklarla dansa zorlandığı bir ateş alanı vardı burada. Bir ses ‘sola kaçın ‘dedi,’ koşun!’ dedi son çığlığını fedakârca kullanır gibiydi, amacımızı henüz bulamamıştık, net olan tek şey vardı,tehlikedeydik,yaşamak arzusu çok güçlü gelmişti, en azından böyle ölmek istemiyorduk. Bir kaldırım üstünde öylece bir demir yığını önünde ölmek ne demekti, en azından hepimizin kendi için hazırladığı bir intihar planı vardı, ona sadık kalmalıydık, saatlerce bilinçsizce sokaklarda koştuk, nefesimiz yetmiyordu, geri dönemezdik, korku yine başlayabilirdi.
Kentin tüm sokakları sakin bir kırmızıya boyanmıştı, kırmızıyı severim, âmâ sokağın bulanmış halini değil, karanlık adamlar dumana boğuyorlardı bu yedi diyar şehri, bir apartman dairesi boşluğunda kalp atışlarımızın normale dönmesini bekliyorduk, nefes almak çok anlamlı geliyordu, sigara bile içemedik, gece zamana hakimdi,tehlikeli ve vazgeçilmez bir enerji sokakları ele geçirmişti, boynumda asılı duran makinamı çalıştırmama izin vermedi kent sahibi biri, başka bir dil kullanıyordu, korku yerini yorgunluğa bıraktı, gece neden uzun ve ışıksızdı, iyi bir yere gitmiyordu, dağılmış kaldırımlar, tanımlayamadığımız şeylerdi, bağımsız bir çizgi film karakteri gibiydik, plastik elbiseli adamlar vardı, onlar kötüydü, üstelik her karşılaşmamızda bize kötü davranıyorlardı, biz ne yapmıştık, biz kimdik, sadece sokaktaydık, onlar gitseler gidecektik aynı sebepten orada değildik, olamazdık, gerçekten kanımız vardı ve yaralılarımız ,çektiğimiz acı karşısında para da almıyorduk üstelik, bazı konuşulanlar rahatsız ediyordu, bir hiçbir emir uğruna hiçbir kenti incitemezdik ya da sonrasında bununla yaşayamazdık, karanlık bağlantıların rütbeli sahibi olan adam bağırmaya başladı, köpekler gibi ölecekler, köpeğin ölmesi ne demekti, bizi hayvanları, kaldırımları sevmiyordu bu adamlar, sokaklarımıza hep farklı adamlar aynı acıyı getiriyorlardı, Gökyüzünde ki bulutları bile küçük küplere bölen insanlara hayal ürünü ülkeler çiziyorduk. Birlikteydik, farklıydık, aynıydık, hala yaşıyorduk, dünya savaşlarını düşünüyor, fotoğraf çekiyorduk. Sokaklarımıza hep farklı adamlar aynı acıyı getiriyorlardı. Beni günlerdir beklemekten sıkılıp formunu bozmuş olan papatya çayımın ölüsünü, bardağımdan defnetmek üzere eve dönmeliydim, belki biraz elma yerim, bilmiyorum, sanırım artık bir şekilde eve dönmeliyim.
Ciddiyet ile yapmalıydı insan ne yapıyorsa, eğer bir büyük babası olmuş olsa, Dişehan’ın böyle öğretileri de olurdu, elbette, ama herkesin sahiplendiği bu dünya, hep daha başka birilerine hizmet ediyordu işte.
Geçmişi silemezdi güzel kız, geleceği değiştiremiyordu, düzen ile barışmak zorunda ve mümkünse, düzenin beşiğine kendini güvenli şekilde bırakmak zorundaydı, yoksa çok genç kaybedecekti, her şeyi, her şeyi birden istemek değil miydi? göremediği sorunu, iki farklı son yazabilirdi, hayatı için.
Henüz çok gençti ve hala güzelliğinin tüm nimetlerinden faydalanıyordu, normal olarak sağlıklı ve kasabalının öngördüğü bir genç ile evlenir, çevresinde ki insanları bu birleşmeye şahit tutar, sonra da bir kaç yeni aile üyesi kazandırabilirdi dünya için. Tüm günü bahçe işleri ile geçirir, kendine seçtiği güvenli yaşam kartının, sağladığı destek ile sonsuza dek gidebilirdi, yaşamın sonunu beklerken, daha kolay ve telaşsız bir tercih yapabilirdi, belki daha az yaşardı, belki gerekli kadar.
Balerinin eteğinde savrulan sabahlara gözümü açıyordum, ben Dişehan, kasabamın içinde bir yok olanım. Böyle bir çiçek türü olsa keşke, yok olan… Neden olamaz öyle bir isim, çünkü izin vermezler, güzelliklerin böyle isimler taşımalarına, yaşamanın ağır getirileri vardır, küçük bir kasaba da. Nefes alanınız küçüldükçe, omuzlarınızda hissettiğiniz nefes sayısı artar, hem bir balerinin eteği genelde hep kısa kalır, hayat için.
Bir cevap yazın