Sabiha öğretmenler tuvaletinde ayakta zor duruyordu, ceketinin cebinden mendilini çıkardı ve ağzına dayadı . Birkaç saniye içi çıkarcasına öksürdü . Öksürük krizi geçtiğinde bembeyaz mendilin üzerine ressamın dokunuşlarından çıkmış gibi belli bir desen içerisinde dağılmış kırmızı lekere baktı. Sabiha İnce Hastalık’tan muzdaripti .Yeşilçam Filmlerinin olmazsa olmazı hastalıklarının başında gelen Verem’e yakalanmıştı , zaten Yeşilçam filmlerini de çok severdi. İzlediği ilk film ile hayallerinin merkezine yerleşti Yeşilçam. Sabiha o ilk film ile beklemeyi öğrendi.. İlyas’ın kamyonetini ; Vecihi’nin uçağını , kendisi için fabrikatör babasına rest çekecek üniversite talebesi Ferit’i , Adile Naşit gibi neşeli tombul bir anne olmayı ve her sabah eski çaydanlığından sevdiklerinin bardaklarına süzülen sıcacık çayı.. Oldu mu ?diye sordu kendine her güne uyandığında, bütün gün düşündü ve elinde bomboş hayalleriyle Olmadı dedi günün sonunda..
Sabiha’nın temel problemi ” İnsanlardan kaçmak!” tı hatta bu o kadar ciddiydi ki hastalığı bile kişiliğine bürünmüş ” Eeeh Veremli gibi herkese yabani şekerim.” cümlesindeki Veremli gibi olmuştu . Renkli yayın çağına ayak uyduramamış siyah beyaz televizyonum bu Sabiha’nın kendini tarif etme biçimiydi.
Mendilini ceketinin cebine koyup sınıfa doğru yola koyuldu . Ben sevdiğim işi yaparken Metin Ayşenur’un bacaklarına bakıp fantezilerinin dünyasında olacak . Feyyaz ile Ali dünkü maçın sonucu konusunda münakaşaya girip birbirlerine küsecekler..
Öyle veya böyle sorunsuz ama renksiz şekilde bu günü de atlatt- tam cümlesini bitirecekti ki Doktor ile randevusu olduğunu fark etti. Elinde Aşk Filmlerinin Unutulmaz Romanıyla yüksek ökçeli ruganlarının çukurlu çıkıntılı okul yolunda attığı çığlıklar eşliğinde taksi durağına doğru ilerledi, önünden geçtiği evine şöylece bir baktı . Meşgul görünmek için arada bir kitabına baktı , sokakta o sırada bir yavru kedi arabanın altından yeni uyanmışcasına kafasını çıkarıyordu.
Sabiha taksi durağına vardığında spontane biçimde bir taksiye atladı ve şoför muhabbet konusu bile açmasın diye adresi söylemek haricinde ağzını açmadı, romanı da alel acele çantasına tıkıştırdı .
Her zamanki rutin kontrollerden biriydi bu, Hastalığın ne evresindeyim ? Ne zaman öleceğim – annem olsa ağzından yel alsın Sabiha diyip tahtaya vururdu , ben vurmam – diye soracağım ama doktor her zamanki gibi lafı gevelecek
Umut dolu değil de daha çok bıkmış gözlerle bakan bir sürü insanın arasından geçip Doktor Sinan Taşer’in odasının kapısını tıkladı ” Buyrun!” sesini duyar duymaz da içeri girdi.
” Oo Sabiha Hanım buyrun şöyle geçin” diyerek kadına koltuğu gösterdi rahatlatıcı bir ifadeyle. Birkaç dakika hastalığı hakkında konuştular , her zamanki gibi Sinan Bey süreçten bahsediyordu. Sabiha bir an sinirlerine hakim olamadı çünkü adam gri konuşuyordu, öleceksin veya sağ kalacaksın demiyordu, siyah veya beyaz diyemiyordu . ” Doktor bey net konuşun mezarda mı çürüyeceğim yoksa ayakta mı ?” cümle son bulduğu anda Doktor kızarmıştı bile . ” Çok şakacasınız Sabiha Hanım .” yarım yamalak bir gülümseme tuturmaya çalıştı yüzünde fakat fırtınada açılmış bir şemsiye gibi dağıldı saliseler içinde . ” Umutsuz insanlar her şeyi şakaya vurmayı sever. Ölümden korkmuyorum Doktor çünkü öleceğimi kabullenmiş durumdayım, öyleyse beni bu dünyada hiçbir şeyi ciddiye almamaktan ne alı koyabilir? Bu dünyanın rengi yok bir kere.” Sabiha biraz fazla açıldığını fark etmişti, duvarlarını böyle tanımadığı bir adama açarak neredeyse yüzyılın hatasını yapıyordu, utandı..
Hastaneden çıkmıştı eve doğru yürüyordu yine. Başı sıkıntıdan patlayacak gibi olmuştu , ruhunun kemeri bir delik daha geriye gitmişti ve dar geliyordu kabına . Sabiha yolda yürürken kati suretle başı öne eğik vaziyette yürürdü fakat nasıl bir oyundur bilinmez sağına soluna bakma cüretinde bulundu . Daha ” Banane be!” diyecek vicdansızlığı gösteremeden vurulmuştu kalbinden Sabiha. Yolun kenarındabir kedi , Rengi siyah tıpkı benim gibi istemsizce kendine bir yakınlık hissetti o anda. Karşı koyamadı ve çantasını omzuna atıp kucakladı kediyi . Kedi siyahtı, fakat kırmızı kırmızı lekeler damlıyordu ..
Kalpyüzünden bir uçak geçti ve merhamet denen bombayı bıraktı Sabiha’nın gönül şehrinin üzerine.. Gönül şehri dümdüz oldu ve artık binaların boyları çiçeklerle eşitti.
Hava kararmak üzereydi ve inceden bir rüzgar kediyi titretti, “İnsanlar yıllar sonra 2007’nin kışı ne kadar soğuktu yahu?” diye düşünecek sanırım. Sabiha kediyi olduğunca sarıp sarmaladı. Eğildi yumuşakca kulağına “Hadi Bakalım, ölünceye kadar beraberiz.” diye fısıldadı…
-Öykü
-Doğukan Kantaroğlu
Bir cevap yazın