1900’lerin başına kadar Japon ulusu içine kapanık bir toplumdu. Gelişen dünyanın gerisinde kalmış, batının ilkel insanlar topluluğu olarak gördüğü bir seviyedeydi. Ne zamanki 1905 yılında Çarlık Rusya’ sıyla 18 aydır giriştikleri amansız savaştan galip çıktılar işte o zaman gelişmiş ülkeler nazarında ilk saygınlıklarını kazanmış oldular. Böylelikle Japonlar tarih sahnesine çıkabildiler.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çin’e giren Alman askerlerine karşı İngilizlerle omuz omuza aldıkları galibiyetle batı dünyasındaki saygınlıklarını daha da perçinlediler. Öyle ki 1. Dünya savaşı sonunda bizimde mağluplar arasında yer aldığımız konferanslarda Japonlar kazananlar kulübünde kendilerine yer kaptılar. Fakat tüm çaba ve isteklerine rağmen Paris Barış Konferansı sırasında müttefiklerine vatandaşları için batıya serbest göçü kabul ettiremediler. Batılılar her şeye rağmen Japonları alt sınıf millet kategorisinde saymaktaydı.
Batıyla entegrasyon ve medeni dünyanın bir parçası olmaya çabalayan Japonlar parlamenter sisteme geçip meclisi açtılar. Özgürlükleri arttırıp uygar yasaları meclislerinden hızlıca çıkardılar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar hor görülmekten kurtulamadılar. Nasıl hor görüldüklerini daha iyi anlatmak gerekirse ABD maymundan hallice gördüğü Afrika halkının ülkeye göç etmelerini yasaklar. Bu kısıtlamada Afrika halkıyla birlikte dünya halkları arasında birde Japonlara uygulanır. Batılı mizah dergilerinde Japonları çekik gözlü maymun şeklinde gösteren karikatürler sık sık yer alır.
Batı toplumlarının bu aşağılayan tutumları Japonların şevkini kırmaz aksine daha da bilenmelerine sebep olur. Dışa açılmışlığın ve sürekli dışlanmışlığın zirve yaptığı zamanlarda Japonya büyük bir sorunla karşılaşır. Dünya savaşından yeni çıkmış Batı ekonomisi olağan üstü daralma yaşar. İnsanlar ekmeğe bile muhtaç olur. Bu ise ülke gelirinin büyük kısmını ipek satışından sağlayan Japon halkını kasıp kavurur. Fakirlik öylesi boyutlara ulaşır ki evine bir kap pirinç götürmek isteyen Japon anneler fuhuş bataklığında bulur kendini.
Parlamenter sistemle ortaya çıkan seçilmiş aristokrasinin ülke kaynaklarını hoyratça kullanması, her gün basına yansıyan yolsuzluk haberleri ve halk fakirlikten kırılırken lüks içinde sürdükleri hayat ülkenin içe kapanmasına, milliyetçiliğin ve muhafazakarlığın artmasına sebep olur.
Bu çalkantılı zamanda milliyetçilik fikirleri önce ordu içinde yayılır. Belli bir güce ulaşınca da hükümet üzerinde ciddi baskılar kurar. General Hideki TOJO hükümeti üzerinde büyük baskı kurar. Japonya’nın etrafındaki ülkeler batının sömürgesi durumundadır. Endonezya Hollandalıların, Güney Doğu Asya Fransızların, Filipinler ABD’nin, Malaya, Singapur ve Hong Kong İngilizlerin elindedir.
Hideki TOJO önderliğindeki milliyetçi grubun görüşüne göreyse Asya’nın Asyalılara ait olması gerekmektedir. Aslında bu da bir başka emperyal düşüncedir. Filipinler Filipinlilerindir diyemeyerek buraların aslında Japon sömürgesi olması gerektiğini milletine pompalamaktadır. Dar bir dünya görüşüne sahip olan TOJO Asya kaynaklarına sahip olmak istemektedir.
Ülkesini dünya liginde üst sıralara taşımak isteyen Japon milliyetçiler gelişmenin sanayileşmekten geçtiğini anlamışlardır. Ama maalesef sanayi ham maddeleri Japon topraklarında bulunmamaktadır. Petrol ve kömürde dışa bağımlı olmak Japonya’nın elini kolunu bağlar. 1931 yılında bu eksikliği çözmek isteyen Japonlar Çin’in Mançurya bölgesine saldırır. Kendi topraklarının iki katı büyüklüğe sahip olan ve zorlanmadan ele geçirdikleri bu topraklar zengin demir ve kömür yataklarına sahiptir.
Japonya’nın bu davranışı batılı ülkeleri tedirgin eder. Çin topraklarını işgal eden Japonya’yı ağır bir dille kınayıp geri çekilmelerini isterler. Asya’nın neredeyse tamamına yakınını sömürgeleştiren batının bu tutumu Japon kamuoyu tarafından ikiyüzlülük olarak algılanır.
Sömürgeciliğin tadına varan Japonya kendisini durduracak ciddi bir tehlikede görmeyince bu sefer 1937de doğrudan Çin’e saldırır. Çin ise o dönemlerde yoksulluğun ve ilkelliğin zirvelerini yaşamaktadır. Çin’e giren Japon askerleri kitleler halinde sivil kıyımlarına girişir. Kazandığı topraklarda kalıcı olabilmek ve yerel nüfusu kırabilmek için Çin’li kadınlara sistematik tecavüzlere başlar. İnsan hakları ihlalleri ve insanlığa zulüm o boyutlara ulaşır ki dünyanın çeşitli bölgelerinde Japon aleyhtarı haberler çıkar gösteriler düzenlenir. Batı kamuoyunda Japon aleyhtarı oluşan tepkilere hükümetler tam tepki verecekken dikkatleri dağıtan biri gündemi silip süpürür. Adolf Hitler’den başkası değildir bu kişi.
Avrupa daki savaş ortamı ve arkasına aldığı rüzgarla önüne çıkan herkesi ezip geçen Hitler’e karşı başta İngiltere olmak üzere diğer batılı devletlerin tek tutundukları dal ABD’nin kendi saflarında savaşa girmesidir. Ama gel gör ki ABD’nin savaşa girmek gibi bir derdi yoktur. Hatta Avrupa’daki savaş halkın büyük bir kısmının umurunda bile değildir. Hitler tüm Avrupa’yı ele geçirse bile ABD’ye uzanabilmesi için Atlas okyanusunu geçmesi gerekir ki o zaman bir hal çaresine bakılır nasıl olsa.
ABD kamuoyunda savaşlardan uzak durmak üzerine öylesine bir algı vardır ki 1940 başkanlık seçimlerinde Roosevelt’in verdiği en büyük vaad ‘’Amerikan evlatları asla yabancıların savaşında ölmeyecektir’’ sözü olmuştur. Bu ise ABD’li annelerin desteğiyle Roosevelt’e yeniden başkanlık yolunu açmıştır. Seçimlerin kazanılmasıyla birlikte belli etmese de başkanın aklını meşgul eden en önemli konu zafer üstüne zafer kazanan Hitler’dir. Amerikan halkına verdiği sözden dolayı savaşa doğrudan katılamayan ABD Hitler belasını alt etmek için müttefik kuvvetlerine durmadan ham madde ve lojistik desteği verir.
Hitler’in gücünden iyice korkmaya başlayan Amerikan hükümeti savaşa girebilmek için gemilerini Alman gemilerine yakın seyrettirir, taciz eder ve ilk ateşin onlardan gelmesini bekler. Zaten karşısında güçlü bir düşmanı olan Hitler’se ABD’yi karşısına almamak için çatışmadan uzak durur ve görmezden gelme politikası izler.
Aklı Hitler’de olan Roosevelt’in gözü ise Avrupa’daki savaş ortamını fırsata çeviren Japonların üstündedir. Yine savaştan kaçınmak ama aynı zamanda da Japonlara akıllarını başlarına almaları için gözdağı vermek isteyen ABD güçlü donanmasını California’dan Büyük Okyanus’taki Hawaii adalarına gönderir. Bu karara karşı çıkan Amiral Richardson’un uyarıları dikkate alınmaz. Askerler ciddiyetten uzakta, tatil havasında yola çıkarlar. Hawaii’de ise yine askeri disiplinin gerisinde vururlar eğlencenin dibine.
Donanmanın konuşlandığı üs olan PEARL HARBOR adası askeri açıdan doğal bir korunaktır. Gerek torpido saldırılarına gerekse hava saldırılarında savunma yapılabilecek en iyi yerlerden biridir. California’dan Hawaii’ye gelen donanmanın başındaki Amiral Richardson eksiklikleri ve açıklarını durmadan hükümete bildirir ve mümkünse geri dönme planları yapar. Richardson’ın aşırı tedirgin davranışları, şikayetçi yapısı ve askerlerdeki disiplinsizlik Başkanı yorar ve Richardson’ı görevden alıp yerine Amiral KEWEL’I atar.
Oldukça disiplinli bir asker olan KEWEL donanmaya yeniden askeri ciddiyet kazandırır. Her an Japonya ile bir savaşa tutuşacaklarmış gibi tatbikatlar yaptırır. Başkandan gelecek olası emir üzerine Japonya’ya saldıracak ve Japon donanmasını ateşe verecektir. Saldırı üstüne saldırı çalışmaları yaptırır.
ABD’nin verdiği gözdağını umursamayan ve gözünü büyük hedeflere diken Japonya ise Avrupa’daki savaşın galipleri HİTLER ve MUSSOLİNİ ile müttefiklik anlaşması imzalar. Japonlar büyümekte öylesine kararlıdır ki gerekirse ABD ile savaşı bile göze alırlar. Muhtemel ABD savaşına karşı çıkan tek kişi ise donanmanın başındaki Amiral YAMAMOTO’dur. Daha önce ABD’ye ziyaretler yapmış olan YAMAMOTO Amerikan endüstrisini ve insan kaynaklarındaki gücünü görmüştür. Olası bir savaşın bir kedinin fille mücadelesinden farksız olacağının bilincindedir.
Sert mizaçlı ve disiplinli yapısıyla bilinen YAMAMOTO ABD ile doğrudan girişilecek bir savaşın nasıl bir felakete sebebiyet verebileceğinin farkındadır. Bu konuda hükümet yetkilileri olabildiğince uyarmaya çalışır. Japonların müttefiki HİTLER Avrupa da fırtına gibi esmektedir. Fransa ve Hollanda’yı adeta ezer geçer. Bu fırsattan yararlanmaktan geri durmaz Japonya. Fransa ve Hollanda’nın Asya’daki sömürgelerine el koyar.
Japonların Asya’yı hızla ele geçirme çalışmalarına karşı ABD tepkisiz kalmaz. Aslında akıllarındaki şey Japon donanmasını ezip geçmektir. Çok da zor olmayacak bu savaş için Amerikan kamuoyunun tepkisinden çekinilir. Çünkü Amerikalılar savaş istememektedir. Japonların aklını başına getirecek en iyi çözüm olarak ambargoya karar verilir. Amerika Japonya’ya her türlü mal ihracatını keser. Petrol ihtiyacının yüzde seksenini ABD’den karşılayan Japonlar için çok büyük sıkıntılar baş gösterir. Ülke içindeki petrol ihtiyacını kıssalar bile Japonların başta Çin olmak üzere sömürgelerinde 1 milyondan fazla askeri bulunmakta ve ordusu acil bir şekilde petrole gereksinimi duymaktadır. Bir yandan ordu içindeki çatlak sesler diğer yandan imparatorun memnuniyetsizliği hükümeti iyice baskı altına alır. Japonların içine düştükleri durumun farkında olan ABD el koydukları topraklardan geri çekilirlerse ambargoyu kaldırmayı teklif eder. İlişkilerin eski haline döneceğini söyler. Ama artık kendine büyük hedefler koymuş Japonları ikna edemez bu ambargo.
General TOJO hükümeti tamamen ele geçirir. Hemen ardından petrol açısından zengin kaynaklara sahip Hollanda sömürgesi Endonezya’ya saldırır ve kısa zamanda ele geçirir. Tüm bu ele geçirdikleri sömürgelerde kalıcı olmanın tek şartının ABD’yi yenmek olduğunu düşünen TOJO ABD’ye saldırı planları yapar. 1940’larda ABD ile Japonya’nın askeri ve ekonomik gücü arasında devasa boyutlarda fark vardır. İhtiyatlı bir komutan olan Amiral YAMAMOTO General TOJO’ya gerekli ikazları yapar. Ama TOJO ABD’yi materyalist kültürün çürük topluluğu olarak görür. Ona göre Amerikan halkı iyi gün topluluğudur. Sağlam bir yumrukta çil yavrusu gibi dağılacaklardır.
TOJO’nun aklında Amerikan sömürgesi Filipinlere saldırı yapmak vardır. Fakat YAMAMOTO bir dev ile savaşta kuyruğuna yapılacak saldırının devi kızdırmaktan öte bir işe yaramayacağını, eğer zafer kazanmak istiyorlarsa devin kalbine bıçağı saplamanın gerektiği görüşündedir. Japonların ise büyük okyanusu geçip ABD’nin kalbine bıçak saplayacak gücü yoktur. O zaman yapacakları en iyi işin devin ellerini kesip gözlerini kör etmek olduğunu düşünür. Buysa ABD donanmasının yok edilmesi demektir.
YAMAMOTO’nun en büyük zevki kumardır. Hatta hayali emekli olduktan sonra Güney Asya kumarhanelerinde hayatını geçirmektir. Yaptığı plana göre ABD donanmasını ani bir baskınla yok etme ihtimali yüzde ellidir. Bu ise bir kumarbaz için çok iyi bir orandır. YAMAMOTO her şeyini bunun üstüne kurar. Ani bir saldırı ile Amerikan donanması ateşe verilecektir. Sonrası ise Japonlar için daha kolay olacaktır.
Amiral YAMAMOTO gözünü ABD donanmasının yeni merkezi olan PEARL HARBORA diker. Eğer savaşı kazanmak istiyorlarsa 12 günlük mesafedeki PEARL HARBOR’a gizlice yaklaşacak, ani ve öldürücü bir vuruş yapacaktır. Koskoca donanmanın hiç fark edilmeden 12 günlük yolu kat edip dünyanın en büyük donanmalarından birine saldırması fikri cahil cesareti değilse oynanabilecek en büyük savaş kumarıdır ve bu kumarı oynamaktan başka çaresi olmadığını YAMAMOTO çok iyi bilmektedir. Tek atımlık kurşununu namluya sürer Japon amiral.
Saldırının kusursuz olması için ince eleyip sık dokuyan YAMAMOTO durmadan tatbikatlar, çalışmalar, talimler yaptırır. Askerlerini Filipinler’e saldıracaklarına inandırıp PEARL HARBOR’U devletin en üst düzey birkaç adamı dışında sır gibi tutar. Ama Amerikan istihbaratı da boş durmamaktadır. Japonların bir saldırı hazırlığında olduğunu hükümete rapor eder. Amerikan kuvvetleri teyakkuza geçirilir. Muhtemel saldırı yerleri tespit edilip güçlendirilir. Belirlenen yerlerin hepsi Japonya’ya yakın üslerdir. Singapur, Malaya, Hong Kong gibi. Kimsenin aklına PEARL HARBOR gelmez. Zaten aklı başında hiç kimsenin de gelmezdi. Çünkü Japonlar için ana karasından bu kadar uzaktaki yere saldırı düzenlemek akılla mantıkla izahı olmayan bir şeydir. Diğer Amerikan üsleri eli tetikte beklerken PEARL HARBOR’daki asker ve komutanlar ise savaş tehlikesinden uzakta tropikal iklimin tatil havasındadır. Olmaz ya hani olurda üslerden yardım talebi gelirse desteğe gitmek için bir iki hazırlık yaparlar.
PEARL HARBOR’daki donanmanın en büyük korkusu adada yaşayan Japon nüfusudur. Yerli halktan bile fazla nüfusa sahip Japonların bir savaş durumunda terör saldırıları ve sabotajlar yapıp donanmayı oyalamalarından korkulur. Bunun için çeşitli önlemler aldırır Amiral KEWEL. Ellerindeki 6 uçak gemisi ve 450den fazla uçağın güvenliğini sağlamaya çalışır. Gemilerin etrafındaki nöbetçi sayıları arttırılır. Uçaklar olası tehlikelere karşı pistin ortasına toplanıp bir arada tutulur. El bombası ve benzeri patlayıcı saldırılarından korunmak için pistin etrafı dikenli tellerle çevrilip nöbetçiler dikilir.
Japonlar aylardır yaptıkları kusursuz hazırlığın ardından hedeflerine varmak için büyük okyanusa açılmış devasa mavi engeli aşmak üzeredirler. Bir saldırının mükemmeliyeti an be an alınan istihbarata bağlıdır. YAMAMOTO kusursuz planı için aylar öncesinde adaya gönderdiği deniz subaylarından ABD donanmasının her hareketini saniye saniye izlemektedir. Karargahına kurdurduğu PEARL HARBOR maketi üzerinde her gün aralıksız çalışmaktadır. Nereye ne zaman nasıl saldırılacağını kurmayları ile birlikte en ince detayına kadar hesaplar.
Amerikan istihbaratı Japon konsolosluklarındaki hareketlilikten savaşın iyice yaklaştığını anlar. Konsolosluk yetkilileri harıl harıl belge yakmaktadır. Ellerindeki gizli yazışmaların tümünü küle çevirmekle meşguldürler. Ama olayı tamda YAMAMOTO’nun istediği gibi okur Amerikan istihbaratı. Geleneklere göre savunmaya geçecek taraf düşman topraklarında bulunan konsolosluklarındaki belgelerini ani baskına karşı imha çalışmasına girişir. Bu da YAMAMOTO’nun kusursuz planının parçasını oluşturur. İstihbarat hükümete Japonların ABD’nin saldırısından korktuğunu ve savunma için teyakkuza geçtiğini bildirir.
PEARL HARBOR’a doğru ilerleyen Japon donanmasındaki askerler oturmuş harıl harıl vasiyet yazmaktadır. Japon kültüründe kadercilik oldukça baskın bir öğedir ve halk için imparatorun yolunda ölmekten daha onurlu bir davranış yoktur. Bunu en iyi arılarda görebiliriz. Kraliçe arıyı korumak için bütün işçi arıların ölmeye hazır olması gibi. Japon askerlerinin de amacı geri dönmek değil zafer uğruna gözünü kırpmadan ölmektir.
6 Aralık 1941 günü Japon donanmasının aşacağı birkaç yüz kilometresi kalmışken bazı Amerikan siyasetçileri geniş kitleler önünde donanmalarının gücünü anlatan gerekirse Japonları böcek gibi ezeceklerini belirten ifadelerle nutuklar atmaktadır.
1941 yılında radar sistemi henüz deneme aşamasında ve oldukça zayıf durumdadır. Amerikan radar üssündeki askerler daha çok pratik yapıp eğitim alsınlar diye radar üslerine yerleştirilmişlerdir. 7 Aralık sabahı saat 7.02’de radarda 183 parçadan oluşan küme halinde uçaklar tespit ederler. Deniz kuvvetlerine bağlı uçakların eğitim uçuşu yaptığını sanılır. 7.53te PEARL HARBOR semalarını uçak sürüsünün oluşturduğu bir karaltı kaplar. Pazar istirahatindeki denizciler kendilerine ait sandıkları uçakların havada süzülüşünü keyifle izlerler.
Çok kısa süre içinde bu keyifli izlence cehenneme dönüşecektir. En ufak bir direnişle karşılaşmadan elini kolunu sallayarak donanmanın üzerinde uçuşan Japon pilotlar böylesine kolay bir zaferi akıllarına bile getirmemişlerdir. Her şey Japonların istediği gibi gitmektedir. Hava berrak, esinti zayıf ve görüş alanı muazzamdır. Amerikan denizcilerinin elini gözüne siper edip ağızları açık uçakları izlediği anda bombardıman başlar. Ortalığı kaplayan panik havasında gökten ateş yağar adeta. Sabotajdan korunmak için ortada toplanan uçaklar açık hedefe dönüşür. Yüzlerce uçak saniyeler içinde param parça olup alevler içinde yanmaktadır. Amerikan askerleri canını dişine takip toparlanmaya ve savunmaya geçmek isterken en büyük tehdit olan savaş uçaklarını imha eden Japonlar gözünü devasa gemilere diker. Bir biri ardına dalıp çıkan uçaklar donanmayı çayır cayır yakmaktadır. Batmaz denilen devasa çelik yığınları aldıkları ağır yaralarla dumanlar içindedir. Uçakların bombardımanı devam ederken suyun içinden gelen patlamalar panik havasını daha da körükler. Kafası çalışmaz sanılan, ilkel görülen Japon mühendisler sığ sularda da gidebilmesi için torpidolara ahşap kanatlar takmışlardır. Amerikalıların avantaj sandıkları her şey tek tek ellerinde patlar. Japon uçaklarının attığı bombalardan biri USS ARİZONA gemisinin ateşleme kısmını vurur. Bomba yüklü gemide öylesine büyük bir patlama yaşanır ki binlerce tonluk çelik yığın denizden kopup havaya savrulur. Saniyeler içinde binden fazla Amerikan askeri hayatını kaybeder.
Pazar keyfi olarak golf oynamaya çıkan Amerikan donanması komutanı Amiral KEWEL cayır cayır yanan donanmasını izlerken altında şortu, ayağında spor ayakkabısı vardır. O anı izlerken gördüklerinin kabus olması için dua eder ve bir uçağında kendisini vurması için tanrıya yalvarır. Daha sonraları yakınlarına keşke orada ölseydim diyecektir.
2 saatlik bombardımanın ardından gemilerine geri dönen Japon uçakları geride küle dönmüş 328 uçak ve 19 gemi enkazı ile 2403 Amerikan askeri ölüsü bırakır. Amerikan tarihinin en büyük savaş yenilgisi olarak kayıtlara geçecektir bu saldırı. Amerikan ordusu ağır yaralıyken 24 saat içinde Filipinler, Malezya, Tayland ve Hong Kong Japonlar tarafından işgal edilir. Endonezya’ya da iyice hakim olup petrol ihtiyacında Amerika’nın baskısından kurtulurlar.
Hükümetteki TOJO zafer sarhoşuyken Amiral YAMAMOTO depresyondadır. Aslında büyük bir zafer kazanılmamıştır ona göre. Amerikan donanmasının büyük gemileri yok edilememiştir. Uçak gemilerinin çoğu ise ota da bile yoktur. Aslında yaptığı saldırı devi yaralamış ama öldürücü bir yara bırakmadan devi üzerine salmıştır. YAMAMOTO uçaklarını o gün PEARL HARBOR’da olmayan 3 uçak gemisinin peşine yollar ama koskoca okyanusta bulamazlar Amerikan uçak gemilerini.
Savaşın neticesinde sadece Amerikan ordusuna yara açılıştır aslında. TOJO’nun materyalist diye küçümsediği Amerikan toplumu dağılmayı bırakın bir anda tek yürek olmuştur. İntikam çığlıkları yükselir. Halk akın akın asker yazılmak için şubelere koşar. Çil yavrusu gibi dağılacak sanılan Amerika tek yumruktur artık. Amerika’ya ağır bir hezimet yaşatsa da oynanan büyük kumar tutmaz maalesef.
Savaşın kayıtsız şartsız tek bir kazananı çıkar ortaya. Winston CHURCHİLL. Nice ikna çabaları sonucunda yanlarında savaşa sokamadığı Amerika artık kucağında savaşa girmektedir. Bazıları Amerika’nın savaşa girebilmesi, Amerikan kamuoyunun ikna edilebilmesi için derin Amerika’nın ve CHURCHİLL’in istihbarat raporlarını kasıtlı olarak çarpıttığını iddia eder. Akla da yatkın bir iddiadır.
Neticede ABD Japonlara ve HİTLER’e savaş ilan eder ve dünyanın kaderi, haritaların şekli değişir. Atom bombası ile neticelenecek yoldaki ilk adım atılmıştır. Kılıç kınından çıkmış kelle avına başlamıştır. İnsanlık tarihinin görmediği boyutlarda ölüm, yıkım ve sefaletle sonuçlanacak ikinci dünya savaşının ateşinin üstüne benzin dökülmüş insanlık yangının içine atılmıştır.
İkinci dünya savaşı ile ilgili yazım burada bitmeyecektir. Her ay bir başka olay sizleri bekliyor. Şimdilik hoşça kalın, vicdanınıza emanet olun. Sürç-i lisan etmişsem affola. Yazımı beğendiyseniz sosyal medyadan takiplerinizi beklerim.
Facebook: ümit gürbüz
İnstagram: ümitgürbüz_kader
Bir cevap yazın