Geçmişteki en büyük savaş ustalarından birisi ve aynı zamanda filozof da olan Sun Tzu’nun çok sevdiğim bir sözü vardır. “Dünyanın en büyük liderlerini tarih hiçbir zaman yazmamıştır çünkü onlar hiç savaşmamıştır” der Sun Tzu. Tarihe adı yazılmayan büyük liderlerin hükümdarlıklarında kayda değer bir savaş yaşanmamıştır ve bu sayede halk barış içinde yaşayabilmiştir. Gerçek büyük liderler zafer peşinde koşmaktansa kan dökülmesini istemedikleri için komşu ülkelerle iyi politikalar geliştirip ülkelerini savaşa sürüklememişlerdir. Fakat ne yazık ki tarih o en büyük liderleri hiç savaşmadıkları için yazmamıştır. İnsanlık tarihini düşündüğümüzde aklımıza hep savaşlar gelir.
İnsanlık tarihi aslında koskocaman bir savaşlar tarihidir ve geçmişte dünyaya damgasını
vurmuş liderleri bugün kazandıkları savaşlarla hatırlıyoruz. Yüzyıllara damgasını vuran
savaşlar bir çağı kapatıp başka bir çağı açmış. Doğal olarak her büyük savaşın büyük bir de
büyük kumandanı olmuş. Napolyon, Büyük İskender, Cengiz Han, Fatih Sultan Mehmet ve
daha niceleri…
Tarihe adı yazılmayan liderleriyse dediğimiz gibi adı yazılmadığı için bilemiyoruz. Sun
Tzu’nun bu sözünden hareketle Osmanlı imparatorluğunda da tarihin gözden kaçırdığı böyle
bir lider olmuş mudur acaba diye düşünerek araştırmaya koyulduğumda 2. Bayezid ismiyle
karşılaştım(Bayezid diye yazılır Beyazıt diye okunur). Osmanlı tarihine baktığımızda adından
en çok söz ettiren padişahların özellikle kuruluş ve yükseliş dönemlerinde hüküm sürdüklerini
görürüz. Kazanılan şanlı zaferleri düşündüğümüzde bunun böyle olması çok normaldir. İkinci
Bayezid, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu, Yavuz Sultan Selim’in babası, Kanuni Sultan
Süleyman’ın da dedesidir. Yani kazanılan zaferlerin tam ortasında doğmuştur. Sanırım
yeryüzünde bu derece kudretli bir akrabalık zinciri çok az kişiye nasip olmuştur. Bayezid öyle
bir padişahtı ki, babası İstanbul’u fethetmiş, oğlu imparatorluk topraklarını 2.5 katına
çıkartarak dünyayı titretmiş ve torunu da cihan sultanı olmuştu.
Bütün Osmanlı’nın hatta belki de dünyanın en güçlü akrabalık silsilesinin tam ortasındaki bir
padişahtı İkinci Bayezid. İkinci Bayezid, babası, oğlu ve torununun aksine mecbur
kalmadıkça savaştan uzak durmuştur. Bayezid’in politikaları sayesinde Osmanlı
İmparatorluğu birkaç küçük zorunlu savaşın dışında neredeyse hiç büyük savaşa girmemiştir
ve yükselme döneminde en az toprak kazanılan dönem Bayezid zamanında olmuştur. Doğal
olarak da onun döneminde çok fazla asker ölmemiştir. Bayezid’in hanedanın diğer temsilcileri
kadar büyük başarıları olmadığı için tarih kitaplarının onun üzerinde diğerleri kadar çok
durdukları söylenemez.
Çünkü klasik tarihte büyük savaşlara girilmemesi, dolayısıyla da daha az insanın ölmesi
başarı olarak sayılmamaktadır. Bazı tarihçiler Bayezid’in Cem Sultan meselesiyle fazlaca
uğraşmasından dolayı pek sefere çıkamadığını söylese de savaşmamasının dışında bir başka
büyük başarısı da hatta belki de en büyük başarısı; Bayezid’in Osmanlı İmparatorluğu’nun en
önemli kuşakları arasında (Fatih, Yavuz ve Kanuni arasında) bir köprü görevi görmesiydi.
Osmanlı’da babadan oğula geçen bir saltanat vardı. Padişah olacak şehzadenin tahta geçmesi
için diğer şehzadeleri alt etmesi yeterliydi. Krallıklarda ve imparatorluklarda veliahttın tahta
geçmesi çok yaygındır ve doğal karşılanır. Bu tür alışıldık liderlik hikayelerinin dışında bir de sıradan vatandaş olarak doğup sonradan tahta geçen liderler vardır. Bu kişilerin ortak yanı
güçlü irade sahibi, zeki ve çok hırslı olmalarıydı.
Napolyon’a, Büyük İskender’e, Sezar’a baktığımızda muzafferiyetlerinin arkasındaki dağ gibi
hırslarını görmek çok da zor değildir. Peki bu liderlerin hangisi gerçekte halkları için savaştı
ya da hangisi ülkelerinde yaşayan insanların huzur içinde yaşamasını gerçekten istiyordu? Bir
kişinin egosunu tatmin etmek için lider olması onu faydalı bir lider yapmayacaktır ama halkın
gözünde onlar büyük liderler gibi görünürler. Halkın hem faydalı hem de büyük liderleri
fark edebilecek sağduyuya sahip olduklarını düşünmek yanlış olur.
Genel olarak her konuda halkın sağduyulu olduğunu düşünmek yanlış olur. Gerçek şu ki
halkın bu konulardaki ortalama zekâsı arzu edilenin çok altındadır. Dünyanın en zeki
milletleri arasında gösterilen Alman halkı buna güzel bir örnektir. O çok zeki millet, Hitler
gibi bir megalomanı başa getirirken tereddüt etmemiştir. Hitler Berlin meydanındaki o meşhur
konuşmasında tam 1,5 milyon Alman’ı etkilemeyi başarmış ve halk üzerindeki hipnotik etki
gücüyle topyekün bir savaşı başlatmıştır. Bilim adamları bugün bile onun hitabetteki hipnotik
etkisini araştırırlar.
Bir de istemedikleri halde savaşmak zorunda kalan liderler vardır. Bu tip liderler barışı isterler
fakat koşullar onları savaşmak zorunda bırakır. Hatta savaşmak zorunda bırakılmasalardı
belki bir çoğu lider dahi olmayacak, sıradan yaşamlarına devam edeceklerdi. Onlar koşullar
gereği özlerinde bulunan liderlik potansiyelini feraset, irade, sabır, mücadele ruhu gibi kişisel
özellikleri ile birlikte açığa çıkartanlardır.
Onlar sadece insanların değil aynı zamanda değişimin de liderleridir. Dünyayı daha iyiye
doğru eviren gerçek büyük liderlerdir. Tabela lideri, skor lideri değil, gönüllerin lideri…
Onlar öyle işler yaparlar ki tarih onları yazmak zorunda kalır. Peki kimdir bu tanıma uyan
liderler? Sinema dünyasında Spartaküs, Robin Hood gibi örnekleri var. Gerçek hayatta ise
sayıları çok azdır. Örnek vermek gerekirse: Mustafa Kemal Atatürk.
Bir cevap yazın