Yüzüm de büyük şehrin küçük dünyamdaki büyük mutluluğu, üzerimde koca düğmeli mavi önlüğüm, boynumda annemin elleriyle ördüğü beyaz dantel yakam, sırtımda küçük siyah okul çantam ve bir elimde beslenme kutum minik adımlarımla bir elim boşta, Taş Köprü’nün üzerinde babamla okuluma doğru giderken ya da koşarken, aslında babam hızlı hızlı yürüyüp almış başını giderken, ben kan ter içinde ona yetişmeye çalışırken uyanıyorum…
Gözlerimin önüne geliyor DÜN. Bugün gibi.
İlkokul bire ya da ikiye gidiyorum… Her sabah babam bırakıyor beni okula. Bıyıkları Ayhan Işık bıyığı. Boy pos. Gömleği de öyle fiyakalı ki sorma. Her zaman boynunda kravatı, dimdik yürüyüşü. Omuzlarım kabarıyor, babam sıfatıyla yanımda durdukça. Dünyanın en yakışıklı adamı. Okulun en yakışıklı babası…
Yanımda yürürken -ben hep biraz daha geride kalsam da- kalbim pır pır sevinçten. Bir de elimi tutsa. Daha hızlı yürüsem yetişebilsem tutar mı elimden başka çocukların babaları gibi?.. Ne zaman çocukluğumun babamla okul yolu aklıma gelse, evden çıkışımız var okula varışımız yok. Benim bir elimde beslenme, diğer elim hep boş. Hep gülümsüyorum, hep hayran bakıyorum, hep yetişmeye çalışıyorum Taş Köprü üzerinde babama. Durup durup hep kızıyor yolda bana.
“Hadi Mustafa! Hadi sallanma…”
Suç bende. Yavaş yürüyorum demek ki. Yetişemiyorum. Daha hızlı olmalıyım besbelli.
Sonra biraz büyüdüğümde bu sefer içten içe ben kızıyorum ona. Sonra yıllar boyu hep kızıyorum. İnsan ayak uydurmaz mıydı yedi yaşındaki yavrusunun küçük adımlarına?..
Gördüğüm rüyayı ve anılarımı aldığım yerde bırakıp yataktan kalkıyorum. Saat epey ilerlemiş. Hızlıca üzerimi giyinip banyoya geçiyorum. Soğuk suyu yüzüme her çarpışımda yine burnuma nereden geldiğini bilemediğim, babamın tıraşından sonra bütün evin içini dolduran, artık babam kokusu olan Arko kremiçime doluyor.
Nereden geldi şimdi aklıma bu adam? Rüya yüzünden belki de. Anam olsa; rahmet istedi herhalde, derdi. Dua okuyalım.
Yarın babamı ziyaret etmeli… Çoktandır gitmiyorum. Öyle de özledim ki…
Salona geçiyorum. Elif çoktan uyanmış önlüğünü giymiş, beni bekliyor.
“Günaydın.” diyorum. “Günaydın kızım.” demek isterken. “Günaydın.” diyor o da aynı şekilde hafif bir tebessüm ve ciddiyetle. Gözleri pırıl pırıl, ışıl ışıl. Yanağına bir öpücük kondurmak istiyorum, yapamıyorum. Nasıl yapılır bilmiyorum. Çekiniyorum, utanıyorum. Elime yüzüme yapışır ya da yakışmaz, diye korkuyorum… Ev ne kadar sessiz…
“Hadi Elif çıkalım. Bugün çok geç kaldık. Dışarıdan poğaça, simit falan alırız artık.”
“Peki baba.” diyor yüzüme tatlı tatlı gülümseyerek bakarken. Köşedeki pastaneden birer açma alıyoruz. Ders zilinin çalmasına on beş dakika, okula beş dakika var. Olsun. Rahat rahat gidelim, geç kalmayalım da varsın bir iki dakika erken gidelim, diyorum içimden. Vaktinden önce gitmeli her yere. Yol hali bu. Belli olmaz.
Yarın cumartesi. Elif’i de alıp babamı ziyaret edeyim. Ah, keşke olsa da yine öylece yanımda dursa… Keşke bir ses olsa, kızsa da o ses onun, sussa da o olsa. Yanımda öylece dursa…
Ah’lı adımlarım hızlanıyor. Gözlerimi babamdan çekip kızıma kondurmak için kafamı sağ tarafıma çeviriyorum. Yine yanımda yok. Arkada kalmış. Kime çekmiş bu kız böyle uyuşuk, yavaş anlamıyorum. Sevgi fışkıran gözleri babam, diye haykırır gibi bakıyor bana. Yanakları al al olmuş yine. Sanki suçlu, sanki mahcup gibi. Oda biliyor tabii. Bir öğrenemedi gitti adam gibi yürümeyi. İlla her gün beni böyle bağırtacak.
“Hadi Elif! Hadi!
‘’Sallanmasana!’’
“Çabuk ol! Çabuk yürü biraz!”
Taş Köprü üzerinde,
Taş kalpli bir adam.
Saklandığı dağın arkasında,
İçinde koca bir nehir saklayan.
Kimselere duyurmadan,
İçin için çağlayan.
Taş diye hor görülüp
Kınım kınım kınanan.
Can suyu verip yaşattığı tohumlar Çürüyüp gidiyor gözyaşlarıyla ardından.
Bir cevap yazın