Bay M sekreterin önünden geçti, birkaç adım sonra durdu. Hafifçe geriye dönerek “Günaydın!” dedi, yürümeye devam etti. Kadının, “Günaydın M Bey” dediğini belli belirsiz duydu. Muhasebe Müdürü yazan tabelanın yanındaki açık kapıdan girdi. Siyah deri koltuğa oturdu. Dizi dizi dosyaların bulunduğu rafların tozunu almakla meşgul şirketin çay ve temizlik işlerini gören kadına, “Şimdi sırası mı?” der gibi baktı. “Günaydın! Gülsüm Hanım, bu kadar temizlik yeter! Bana çayın yanında bir bardak da soğuk su getir!” dedi.
İçinden, “Canıma minnet” diyen kadın hemen toparlanıp kendini dışarı attı. Soğuk suyu ve çayı getirip masaya bıraktı. Odadan çıkarken kapıyı kapattı.
Soğuk suyu içen Bay M çaya dokunmadı. Yüzünden boynuna doğru akan teri silerken kalktı, kapıyı kilitledi. Bitkin halde yerine oturdu. Ahizeyi kaldırdı, sekreteri aradı: “Sezen Hanım! Çok acil olmadıkça telefonları bağlamayın. Odaya da kimse gelmesin!”
Koltuğu iyice yatırdı. “Biraz kestirirsem kendime gelirim,” diye aklından geçiyordu. Gözlerini kapattı. Ama boşuna. Tüm bedenini kaplayan huzursuzluk beynini presliyordu. Gözlerini yumduğu halde ne göz çukurlarındaki ağrıdan kurtulabilmişti ne de gözkapaklarının yanmasından. Fazla dayanamadı, gözlerini açtı. Açmasıyla, masanın üzerindeki hesap makinesinden kendine yeşil yeşil bakan “sıfır”la göz göze geldi. Beyninin derinliklerine saplanan “sıfır”ın rahatsızlık veren bakışlarına öfkelendi. Doğruldu, uzanıp hesap makinesini kapattı. Yeniden kendini koltuğa bıraktı. Tavana gözlerini dikti. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. Her zaman dinlendiren tavanın beyazlığı bu sefer rahatsızlığını daha da artırmıştı. Aşağıya doğru kaydırdığı gözleri bir noktaya takılıp kaldı.
CE 7 8 9 – M*
% 4 5 6 + M-
+/- 1 2 3 / M+
C 0 00 . =
Bay M doğruldu, el alışkanlığıyla uzandı bardağa; kocaman bir yudum aldı. Soğumuş çayın kötü tadı yüzünü buruşturmaya yetti. Kimseyi görmeye tahammül edemeyeceğinden yenisini istemedi. Göğsünün daraldığını, nefes almakta güçlük çektiğini hissettiğinde kravatını çıkarttı. Kol düğmelerini açtı, gömleğin kolunu katladı. “Bu iş de bu şehir de beni çıldırtacak!” diye mırıldanırken eli hesap makinesine gitti, düğmeyi açtı. Kendisine yeşil yeşil bakan “sıfır”la bu kez ilgilenmedi. Parmakları tuşların üzerinde dolaşıyordu.
28 x 365 = 10220 + 210 = 10430
“Mesleğe adım atalı dolu dolu onbin gün geçmiş, hâlâ çalışıyorum. İlk yıllarda, acemiyim zamanla rahatlarım diye düşündüm; olmadı. Bunca yıldır müdürüm. Ne değişti? …”
Bay M karşısındaki dolaba baktı, başını salladı söylenerek: “Bu meslekte mevzuata hakim olmak gerek dedim, gece gündüz bunları okudum durdum. Beynim fosseptik gibi doldu taştı. (Gözlerini klasörlerin bulunduğu dolaba çevirdi.) Bunların da içini doldurdum. Onlar dolarken benim içim boşaldı.”
Oda tekrar hesap makinesinin tıkırtılarıyla doldu.
28 x 12 = 336 + 7 = 343
343 x 3 = 1029
“Ayda üç taneden toplam binin üzerinde beyanname. Eksiği yok fazlası var! Sonuç; eskisine göre daha etkili bir kartvizit.”
Bay M rahatlayacağına daha da gerilmişti. Parmakları durmak bilmiyordu: Topladı, çıkarttı, çarptı, böldü. Tuşlara yılların hıncını çıkartırcasına basarken aklına öğrencilik yıllarında hesap makinesiyle oynadıkları oyun geldi. Yüzünde gülümseme oyunun ayrıntılarını anımsamaya çalıştı. Birden ciddileşti, heyecanla tuşlara dokundu.
“19 yaşında bir kadınla 20 yaşında bir erkek x (çarpı) 2 yıl sonra evlendiler.” = (eşittir) tuşuna bastı; ekrandaki 3840’a baktı, makineyi çevirdi. Dijital rakamlar harfe dönüşmüştü. OhBE’yi görünce gülümseyerek mırıldandı: “Nilgün’le evlendik.” Makineyi tekrar çevirdi, ekrandaki rakamları silmeden – 1 yazarken “bir yıl sonra,” dedi = (eşittir) tuşuna bastı: 3839. Yine hesap makinesini çevirdi: GEBE. “Nilgün hamile.” Durmadı, ekranı silmeden oyuna devam etti. Bir yıl sonra: 3839 – 1 = 3838. Bu kez hesap makinesini dokunmadan kendisi yer değiştirip koltuğun karşı tarafına geçti: BEBE. “Oğlumuz Deniz doğdu.”
Görenlerin gözlerine inanamayacağı, koca Muhasebe Müdürü Bay M’ye yakıştıramayacağı oyun çok hoşuna gitmişti. Parmaklarını tuşların üzerinden alamıyordu.
1920 x 2 = 3840 (OhBE)
3840 – 1 = 3839 (GEBE) “Nilgün ikinci kez hamile.”
3839 – 1 = 3838 (BEBE) “Kızımız Evrim doğdu.”
Tuş sesleri kesildiğinde telaşla cebinden bir kağıt çıkarttı. Okuyunca yüzü buruştu, oyuna son verdi. Parmakları, doğal uzantısı haline gelen tuşlar üzerinde hızla dolaşıyordu: Ev taksiti + araba taksiti + yazlık taksiti + tatil taksiti + faturalar + … = Hayat.
“Bu gidişle emeklilik de hayal. Değer mi bu çileye? Değer mi bu sıkıntıya? Çocuklar okulu bitirip işe girince, yıllar önce görüp de imrendiğim reklâmdaki adam gibi giyecektim gerçek sivil elbiseleri. Ege’de bir kasaba… Küçük de bir tekne… Yaşayamadığımız günlerin acısını çıkartacaktık Nilgün’le.”
Uykusuz gecenin ardından düşündükçe daha kötü oluyordu Bay M. Kan ter içindeydi. Gömleğinin üstten ikinci düğmesini açtı, mendille alnındaki tomurcuklanan teri sildi. Islanan kağıt mendili çöpe atarken klimayı açmadığını fark etti. Kumandayı aldı, klimayı çalıştırdı. Isı ayarını düşürdükçe düşürdü. Ne yaptıysa içindeki ateş sönmüyordu. “Beş on dakika kestirebilsem iyi olur,” deyip gözlerini kapadı, ama yine dalamadı. Rast gele bir radyo kanalını açtı. Ne çaldığına dikkat etmedi. Zaten önemi de yoktu. Fakat odayı dolduran müziğe kayıtsız kalamadı; kulak kabarttı, yer yer mırıldanarak eşlik etti.
“Ah, dönülmez akşamın ufkundayız
Vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm
Nasıl geçersen geç …”
Düşünmeden doğruldu, hesap makinesine uzandı. Geçmişin derinliklerinden dolaşmaya devam etti. Bu kez tuşlara daha yavaş dokunuyordu: 1 8 3 7 8 3 7
Radyodaki şarkı devam ediyordu.
“Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle
Ah, geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince ah”
Hesap makinesini çevirdi. 1 8 3 7 8 3 7, oldu “L E B L E B I”.
Radyo çalmaya devam ediyordu.
“Ya şevk içinde harap ol
Ya aşk içinde gönül”
“L E B L E B I”ye uzun uzun baktı: “Beyaz leblebi. Evet, evet! Beyaz leblebi… Rakı. Beyaz leblebi. Rakı… Şöyle keyifle rakı içmeyeli ne çok zaman olmuş. (?..) Geçen ay şirket yemeğinde … (???) Sadece içmiştik!.. Demlenmemiştik.”
Şarkı devam ediyordu: “Ah dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç”
Bay M, beyaz leblebi ve rakıya takıldı: “Akşama rakı sofrasını kursam… (Duraksadı.) Acı çekmek için mi? (Başını, “olmaz” dercesine salladı.) Peki ne zaman? (Yanıtı kesindi.) Emekli olunca. (Kuşkuya düştü.) Emeklilik ne zaman?: Meçhul.”
Bay M, her geçen gün biraz daha batağa saplandığını düşündü. Yıllar önce, günün birinde tekrar cenneti aramaya kaldığı yerden devam etme kararlılığıyla çalışma hayatına girmişti. Üç yıl, beş yıl, on yıl derken bir ömür geçmişti. Gelecek, bir türlü gelmiyor, ufukta da görünmüyordu. Klimadan yayılan buz gibi havaya rağmen ter boşandı. Gömleğinden bir düğme daha açtı. Yetmedi, gömleğinden kurtuldu. Terden ıslanan atletiyle kaldı. Ayakkabılarının ayağını sıktığını fark etti. Şiştikçe şişen ayaklarına baktı: “Artık beynime değil ayaklarıma gidiyor kan,” diye mırıldandı. Ayakkabılarını çıkarttı, ardından çoraplarını. Biraz da olsa rahatladığını hissetti.
Ayakları rahatlamıştı, ama hâlâ gözleri yanıyordu. Tüm çabalarına rağmen bu kez de uykuya dalamadı. Sayıklıyor gibiydi: “Bitki çayları da artık işe yaramıyor. Doktora gitmem lazım. Uyku hapı mı verir yoksa antidepresan mı? Peki daha sonra? …”
Radyodan yeni bir şarkı yükseldiğinde işittiği ses çok tanıdıktı. Daha az kan gittiğini düşündüğü beyninin alt katmanlarına nüfuz etmeye başlayan şarkı ile geçmişe, şarkıların, türkülerin coşkuyla söylendiği sevdaların, düşlerin göğe kavuştuğu günlere kanatlandı.
“Okulda defterime, sırama ağaçlara, yazarım adını
Okunmuş yapraklara, bembeyaz sayfalara yazarım adını
Yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere, kralların tacına
En güzel gecelere, günün ak ekmeğine, yazarım adını
Tarlalara ve ufka, kuşların kanadına,
Gölgede değirmene yazarım.
Uyanmış patikaya, serilip giden yola,
Hınca hınç meydanlara adını Ey Özgürlük.”
Parmaklarıyla ritim tuttuğunun farkında değildi. Uzak geçmiş ferahlık verdiyse de bugün yakasını bırakmıyordu. Tekrar tuşlarla buluşan parmakları bilinçsizce çalışıyordu.
Radyodaki şarkı devam ediyor, Livaneli de sanki daha coşkulu söylüyordu:
“Bir sözün coşkusuyla, dönüyorum hayata,
Senin için doğmuşum, haykırmaya.
Ey özgürlük!”
Şarkı devam ediyor, oyun sürüyor. Oyun sürüyor, şarkı tahrik ediyor. Bay M, sanki karşısındaki hesap makinesine derdini anlatmaya çalışıyordu. Hikayesini değilse de sonunu anımsadığı başka bir oyunun finalindeki hazzı yaşama arzusu kapladı içini o anda. Tuşlara dokundu: “705”
Sonucunu bile bile merakla, keyifle makineyi çevirdi: 7 0 5, oldu “S O L”
Radyodaki şarkı bitmişti.
Hesap makinesini çevirdi: 7 0 5
Hesap makinesini çevirdi: “S O L”
Çevirdi, çevirdi, çevirdi. İçindeki patlamayı durduramayan Bay M, hesap makinesini çevirmeyi aniden bıraktı, onun etrafında bitmek bilmeyen tura başladı.
“S O L” 7 0 5
7 0 5 “S O L”
Döndü, döndü, döndü … Ancak, yükselen Teoman’ın şarkısıyla Bay M durabildi.
“Saatim yok
Tam olarak bilemem
Biraz bira
Biraz şarap önceydi
Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken
Günler hayatlar geçiyor
Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında
Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda
Çok mu ayıp hala mutluluk istemek
Neyse zaten hiç halim yok”
Bay M kendisine yeşil yeşil bakan, cilvelenen hesap makinesinin üstüne yürüdü. Kablosunu sağ eline doladı, yumruğunu sıktıkça sıktı, tek harekette prizle bağlantısını kesti. Can çekişmesine izin vermedi. Zafer kazanmış savaşçı edasıyla bir çırpıda sıçradı masanın üstüne. İki ayağını açtı, dizlerini hafiften büktü, kablosundan sıkı sıkıya tuttuğu hesap makinesini başının üstünden daireler çizerek çevirmeye başladı. Çevirdi, çevirdi, çevirdi …
Şarkı devam ediyordu:
“Bildiğim tüm hayatlar
Paramparça paramparça”
Coştukça coştu. Hesap makinesini çevirmeye devam ederken sağ eline doladığı, sıkı sıkıya tuttuğu kabloyu aniden bıraktı. Nefes nefese kalan Bay M, önce solundaki duvarla, ardından yerle buluşan parçalanmış makineye gülümseyerek bakıyordu.
= 2 8
1 M* +/- 5 +
6 00 C 4 0
CE / . 9 M+
M- 3 7 %
Radyodan bu kez duyulan şarkı değildi: “Bugünkü parçaların tamamını Bay M için çaldık. Yayınımızı bitirirken sloganımızı tekrarlıyoruz: İçinizdeki ateşi harlayın! Radyo Provokasyon ailesi olarak hepinize iyi günler dileriz. Yeniden buluşmak üzere hoşça kalın! (Kulak zarlarını zorlayan gong sesi odayı doldurdu.) Radyo Provokasyon!!! Radyo Provokasyon!!! Radyo Provokasyon!!!”
Bir cevap yazın