Telefon kulübesinin tam kapanmayan kapısı ve kırık camından duyuyorum konuşulanları: “Alıp götürdüler” diyor ağlayarak. Evet, doğru – gitti… Az önce biz ders çalışırken geldi, hepimizi öptü kokladı vedalaşır gibi – sonra kendi aralarında birşeyler fısıldaştılar ve zaten kapıda beklemekte olduklarını farkettiğim birileriyle birlikte gitti; alıp götürdüler.
O gittikten sonra, bu telefon görüşmesini yapmak için çarşıya yürüdük biz – niçin ve nereye gittiğimizi bilmiyordum koşar adım evden çıktığımızda ama şimdi bu telefon kulübesinin önünde bekleyip içeride konuşulanları duymaya çalışırken anlıyorum tabii…
Zaten bir süredir böyle geçiyor hayatım: Fısıltılara kulak kabartarak; yüzlerdeki bulutlardan, gözlerdeki gölgelerden, donmuş mimiklerden bir anlam çıkarmaya çalışarak, susulanları sezmeye uğraşarak ve bulduğum ipuçları arasındaki noktaları birleştirip koordinatlarımı belirlemeye çabalayarak…
Bana açık açık ve içtenlikle anlatılmayan her şeyi kendi yöntemlerimle sezmeye çalışırken, sonradan epey işime yarayacak olan empati kaslarım güçleniyor ama diğer yandan büyüklere olan güvenim zayıflıyor ve hatta tükeniyor – ben de kendimin çocuğu oluyorum.
Sonra da o çocuğu, onların koyduğu kurallara göre oynayarak bile olsa, ilk fırsatta o yangın yerinden kaçırıyorum.
18.08.2021
Bir cevap yazın