Şehrin ünlü terzisi o sabah, her zamankinden daha erken uyandı ve atölyesine indi. Daha
çalışanlarından hiçbirisi gelmemişti. Herkesten önce gelip yerleri temizleyen, perdeleri açıp
evi havalandıran hizmetçisi Nalan bile orada değildi. Onu bu vakitte buraya sürükleyen
tutkusundan başka bir şey olamazdı. Kumaşların arasında hem kendini kaybeder, hem de
bulurdu. Orta yaşlarını çoktan geçmiş olmasına rağmen hiç evlenmemiş, terzilik dışında bir iş
yapmamıştı. Hayali bundan başka bir şey olamazdı. Müşterilerden aldığı ölçülere ve çıkarttığı
kalıplara bürünür, sahip olmak istediği bedeni onlarda bulurdu. İlk elbisesini kız kardeşi için
dikmiş, o günden sonra da hiç ayrı düşmemiş, birlikte bu atölyeyi kurmuşlardı. İşte bu sabah
da önemli bir müşterisinin geleceğini seziyor, ve heyecanla onu bekliyordu. Müşterisi gelene
kadar Nalan’ın yapacağı işleri yapmaya karar verdi. Etrafı temizledi, perdeleri açtı,
ayakkabılarını iki defa boyadı ve kumaşları yerleştirdi. Saatler sonra çalışanlar içeriye
girmeye başlamışlardı. Yeni olanlar, ustalarının bu saatte bir hizmetçinin işlerini yapmasına
hayretle bakıyor, ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Ustayı çoktandır tanıyanlar ise onun bu
hallerine alışkın, fakat yine de kibarca özür diler bir tavırla terziye bakıyorlardı. Sonunda kız
kardeşi de geldi ve ağabeyini öperek ona günaydınlarını diledi. Ceyda, aslına bakarsanız hiç
de güzel bir kadın değildi. Siyah gözleri, küçük bir burnu, geniş bir ağzı ve çelimsiz bir
vücudu vardı. Fakat her zaman ağabeyinin diktiği en güzel elbiseleri giyer, ona en çok
yakışan mücevherleri takar, kıyafetleri hiçbir kusurunu göstermezdi. Ona bakanlar, döner bir
daha bakardı. Aslında çirkin olan bu kadın, öylesine güzel ve şatafatlı görünürdü ki terzinin
yeteneğinin en büyük kanıtıydı. Ceyda da hiç evlenmemiş, kendisine ağabeyinden ayrı bir
hayat kurmamıştı. İkisi de hallerinden oldukça memnun, ve mutlulardı. Bu sabah da memnun
ve mesut uyanmışlardı. İkisi de her zamanki kadar göz alıcıydı. Çalışanlar onlara imrenerek
bakıyor, biraz da kıskanıyorlardı. Fakat terzinin içerisinde son ayların tekdüzeliğini üzerinden
silkecek olan bu yeni müşteri heyecanı, oradakilere bulaşıyor ve herkesi bir telaş sarıyordu.
Terzi, böyle ortalıklarda koşuşturarak herkesi telaşlandırdığını sezdi ve odasına çekilip
camından, evinin önünü seyretmeye başladı. Kız kardeşi de arkasından gelmiş, onunla sohbet
ederek heyecanını yatıştırmaya çalışıyordu. Saatler geçti, kahvaltısını etti, yeni gelen
kumaşları kontrol etti ve ayakkabılarını bir kez daha boyadı. Vakit, öğleye yaklaşırken kapıda
beklenen son model arabalar göründü ve terzi kapıya doğru giderek onları karşıladı. Gelen bir
bakan eşiydi ve arkasından gelen üç araba da onun saygınlığını temsil edercesine oradaydı.
Hanımefendi içeriye buyur edildi, en kaliteli çaylardan ikram edildi, en rahat koltuklarda
karşılandı. İstediği elbiselerin siparişleri, vücut ölçüleri alındı, kumaşlar seçildi. Referanslarlar
yapıldı ve onu takip eden üç araba dolusu insan da uğurlandı. İki elbise sipariş etmişti ve
birini bir tiyatroda giyecekti. Oraya eşi olan bakanla birlikte katılacaklardı -bunu üstüne
bastırarak söylemişti-, ve terziyi de o tiyatroya davet etmişti. Siparişlerini ise tam bir hafta
içerisinde istiyordu. Terzi sorun olmadığını, yetiştirebileceklerini söyledi. Kadın da ona
güvendiğini. Gerçekten de terzi doğruyu söylüyordu, sorun değildi, yetiştirebilirlerdi. Ve
kadın da doğruyu söylüyordu, çünkü adamın yetiştirmekten başka şansı yoktu. Arkasından
getirdiği üç arabayla bunu göstermişti. Bir hafta oldukça uzun ve yorucu geçti. Terzi,
çalışanları gece geç saatlere kadar orada tutuyor, kendisi de hiç uyumuyor, durmadan dikiyor,
yeni tasarımlar yapıyor, sonra da diktiği elbiseyi saatlerce inceliyordu. İşinde bir kusur
olması, onun için bir gurur meselesiydi. Herkes onun elbiselerini giyemezdi.
Taşıyamayacağına inandığı insanlara elbise dikmez, kapısından içeriye dahi sokmazdı. Her
elbise onun karakteriydi ve bu karakterler kesinlikle ucuz değildi. Sonunda bir hafta geçti ve
iki elbise de hazırlandı. Terzi bu elbiselerden öylesine memnun kaldı ki çalışanlarına o gün
için izin verdi, eve gidip dinlenmelerini söyledi. Elbiseler bakanın eşine gönderildi ve iki
kardeş akşam yapılacak olan tiyatro için hazırlandılar. Akşam tiyatroya gittiklerinde Ceyda,
ağabeyinin diktiği bordo, kadife bir elbiseyle, ağabeyi de siyah bir takım elbiseyle her
zamanki kadar “iyi” gözüküyordu. Davetliler de yavaş yavaş geldiler ve tiyatro başladı.
Terzinin gözü her yerde diktiği elbiseyi merakla arıyordu fakat kadın ortalıklarda
gözükmüyordu. Bakan ise üst katta, sıradan davetlilerden uzak oturuyor, etrafa
gülümsüyordu. Dakikalar geçtikçe terzinin içine bir huzursuzluk çöküyor, yerinde oturamıyor
ve durmadan terliyordu. Sezgileri, olacak felaketlerin habercisi gibi onu için için yiyor,
huzursuz ediyordu. Ve sonunda beklenen oldu. Bakanın eşi sahnede göründü. Herkesin
ağzından bir şaşkınlık nidası çıkıverdi. Tüm salon susmuş, hayretler içerisinde bir sahnedeki
bayana, bir de hâla gülümseyen eşine bakıyorlardı. Böylesine saygıdeğer bir hanımefendinin
sahnede ne işi vardı? Bakan buna nasıl olur da izin verirdi? Oysa daha da memnun ve mutlu
gözüküyor, karısını daha iyi görebilmek için eğiliyordu. Terzi titremeye başlamıştı.
Hanımefendi sahnede zenginliğini, onurunu ve ününü kaybetmiş bir roldeydi. Yerlerde
oturuyor, ne kadar fakir ve alt kesime ait olduğunu belli etmek istercesine elbiseyi
pisletiyordu. Yukarıdan bir yerlerden üstüne toz, pislik dökülüyor, kadın elbiseyi durmadan
çekiştiriyor, sahnedeki diğer oyuncular onunla alay etmek için üstünü başını yırtıyorlardı.
Terzi başının döndüğünü, gözlerinin iyiden iyiye karardığını hissetti. Öyle ki sanki hayatı
boyunca biriktirmek için çabaladığı her şey kocaman bir yüke dönüşmüş ve omuzlarına
dökülmüştü. Seyirciler hayretle bir hanımefendiye, bir bakana, ve artık bir de terziye bakıyor,
olan biteni seyrediyordu. Terzi hayati boyunca böyle aşağılanmamış, gururu ayaklar altına
alınmamıştı. Bir hışımla yerinden kalktı ve seyircilerin arasından sahneye doğru ilerledi.
Öfkeliydi, öyle öfkeliydi ki yalnızca elbisesini alıp oradan gitmek istiyordu. Sahneye iyice
yaklaştı, artık gözü dönmüştü, önünü dahi görmüyordu. Dakikalar sonra korumalar tarafından
onca insanın içerisinde yaka paça dışarıya atılmış, üstü başı pislik içinde kalmıştı. Rezil bir
haldeydi, hayatı boyunca olmadığı kadar hem de. Ceyda yanı başında ağlıyor ve ağabeyine
destek olmaya çalışıyordu. Kız kardeşini oradan gönderdi ve bir apartman girişine saklanarak
gösterinin bitmesini ve kalabalığın dağılmasını bekledi. Gece, iyice karanlık çökünce içeriye
gizlice girip elbisesini aldı ve oradan ayrıldı. Eve geldiğinde tüm enerjisini, gururunu ve
ününü kaybetmişti. Haftalar geçtikçe her gün tıklım tıklım olan atölyelerine ne bir misafir
uğruyor ne de müşteri geliyordu. Terzi günden güne zayıflıyor, çöküyor ve yataktan kalkamaz
oluyordu. Kız kardeşi ağabeyinin haline çok üzülüyor eve doktorlar getiriyor, onu
neşelendirmeye çalışıyor fakat başarılı olamıyordu. Terzi, onuru için yaşayan bir adamdı.
Hayatını dikiş dikmeye, kumaşlara adamıştı. Bu tutku zamanla onun hayatının amacına
dönüşmüştü. Ve bir aya kalmadan üzüntüsünden öldü. Ceyda, cenazede yine ağabeyinin
diktiği muhteşem bir siyah elbise giyindi ve her zamanki kadar güzeldi.
Bir cevap yazın