-Saat kaç?
Zamanın anlamsızlığının bir süresi var mı?
Çocuk ağlamalarının dayanılmaz ağırlığı altında eziliyorum. Zihnimde Khaçadur Avedisyan’ ın Oratoryosu çalıyor. Acının gücüyle kutsanıyorum sanki. Acı ki beni insan yapan varoluş sebebim. Acıyı içinde duymak, belki acıyı dindirebilmek için çırpınmak ömür boyu. Umudun çiçeğini çocukların koynuna yerleştiriyorum. Ellerimden tutuyorlar, kırlarda koşuyoruz. Kırlarda topladıkları çiçekleri saçlarıma takıyorlar. Her şey güzel olacak der gibi gözleri..
-Saat kaç?
Saat gündüz gibi, saat gece gibi. Saat belirsiz. Çocuklar mutlu. Ben umutlu. Tüm bunlar yaşanırken güneş tohumlar serpiyor yeryüzüne bir anda yağmur başlayınca filizleniyor. Nasıl gülümsemem? Nasıl umud etmem? Giydiğim o siyah hırkayı nasıl atmam üzerimden? Saat gündüz, güneş var.
İnsanların geçimsiz, memnuniyetsiz, mutsuz olduğu bu kötü zamanlarda güzel kadınlar görüyorum ağaçların arkasında. Gülümsüyorlar gamzeleriyle. Avcumu açıp kırmızı elma koyuyorlar. Güzel kadınların güzel elmalarını güzel çocukların koyunlarına yerleştiriyorum. Saat kaç diye sormuyorum artık. Saat huzur. Seyyar abilerin ellerinden tutup sokak ortasında dans etmek istiyorum. İnsanlar bize gülmeyecek diye düşünüyorum. Sevgililer öpüşsün istiyorum. Trafik ışıkları dursun. Tüm balonlar özgürlüğüne kavuşsun istiyorum. Sonra çok şey istediğimin farkına varıp hüznüme dönüyorum. Tezer’in hüznü benim hüznüm oluyor bir anda. Yattığı hastane odasının kokusunu duyuyorum. Çıkarmak istiyorum onu o çirkin hastaneden. Eriyip giden bedeninin üzerindeki elbise oluyorum. Reçelli ekmeğini ben sürüp veriyorum eline. O hüzün içinde nasılda gülüyor gözleri. Alt üstü reçelli ekmek işte. Stefano Belbo’da yürüyorum onunla yolları. Otel girişindeki ihtiyarın parfümünü bilmem ama gözlerinden ürküyorum bir an. Pavese’ nin evini merak ettiğimi söylüyorum. Hüzünleniyor. Ona benimle kal diyen adama rastlıyoruz tren garında. Orada Tezer’ i bekliyor hala. İçim burkuluyor. Sonra çok sevdiği Cenova kentine gidiyoruz. Gezerken evlerin içini süzmeye başlıyorum, bir hikaye bulurum umuduyla. Güneş açınca çocuklardan bahsediyoruz bir anda. Saçıma taktıkları çiçeklerin renklerini sayıyorum. Tekrarlıyor benimle kırmızı, sarı, mor, beyaz… “Yaşamın daha doğrusu yaşamın ortasında tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum.” diyor birden. Ellerinden tutuyorum. Düş kuralım diyorum. Daha da doyumsuzlaşmak için mi diyor. Gülüyoruz. Kızı Deniz’ in ona sorduğu soru geliyor aklıma birden.
-Evde ne tür müzik dinliyorsun?
-Senin dinlediğin müziği mecburen dinlerken bir de bakıyorum sevmişim.
Bu cevap nedense beni hep derinden etkilemiştir. Deniz’ i ne kadar özlediğini anlatıyor. Yol boyunca Denizden ve çocuklardan bahsediyoruz. Geçtiğimiz yollara umut serperek. Sonra şirin bir kafeye oturuyoruz. Tezer’ in en sevdiği içecekten söylüyorum. Limonlu çay. Birden yağmur başlıyor. Saatin kaç olduğunu düşünüyorum yine. Sanki yapacak önemli bir işim var gibi endişeleniyorum. İnsanlar koşuşturmaya başlıyor. Yağmurlu günlerde daha az günah işler insanlar. Çünkü herkes evlerine döner. Bunu düşününce saatin bir öneminin olmadığı huzuru yerleşiyor içime.
Tezer karşımda dışarıyı seyrediyor. Ben yanımdaki kediyi seviyorum. İkimizin hüznü ağır gelmiş olacak ki birbirimizin yüzüne bakamıyoruz uzun bir süre.
Pavese’ ye ne denli bağlı olduğunu otel odasına gidince anlıyorum bir kez daha. Kitaplarına bakıyor. Fotoğraflarına bakıyor. Sanki geçmişiyle hesaplaşıyor. Hem kendi geçmişi hem Pavese’ nin geçmişi… Derin bir özlem duyuyor ona. Ben de geçmişimle hesaplaşıyorum. Sadece kendi geçmişimle de değil üstelik. Hem Tezer’ in hem Pavese’ nin. Ay ve Şenlik kitabı Tezer’ in en sevdiği kitap! Kırsal kesimin ahlak anlaşını ve yazgıya karşı koymanın anlamsızlığını anlatıyor kitabında Pavese. Ne güzel bir kitaptır. Tezer’ in kader algısı üzerinde durması, insanlardan uzaklaşması, yaşamın biçimsizliğinde savrulması yani varoluşsal derdinde bu kitap kesinlikle çok etkili. Campari içiyoruz birlikte. Ağır bir bira. Ama seviyorum ağzımda bıraktığı tadı. Çirkin politikadan konuşuyoruz bir anda. Öldürdükleri çocuk bedenlerinden, çaldıkları umutlardan nasıl korkmadıklarını nasıl kendi çocukları için endişe duymadıklarını düşünüyoruz. Aşklarından bahsetmesini istiyorum bir ara. Onun güzel aşklarından, heyecanlarından, umutlarından en çokta korkularından. Konuşmak istemiyor.
Bir ara onun sıkıldığını düşünüp balkona çıkıyorum. Sonra aklıma çok güzel bir fikir geliyor. Hızla içeri koşup yatağın üzerindeki nevresimi yere deviriyorum. Yatağın beyaz çarşafını tuttuğum gibi balkona koşuyorum. Merakla geliyor yanıma. Beyaz çarşafı sıkıca direğe bağlıyorum. Bu bizim bayrağımız olsun diyorum. Bir sigara yakıyor. Bana da veriyor dumanından. Gün hiç bitsin istemiyorum. Tezer’ i öyle çok seviyorum ki. Hayatımın en anlamlı kadını. Beni ben yapan insan. Düşüncelerime yön veren, olgunlaştıran, hayata hazırlayan, yüreğimi hüzünle daraltırken bir anda kırlarda koşturan kadın. Nasıl onu düşününce kırlarda koşturmaz yüreğim?
Bayrağı astıktan sonra Tezer bir anda kayboluyor. Bırakmak istemiyorum onu. Ağlıyorum bir anda. Hiçbir şey konuşmadık ki biz!
Gel Tezer ne olur. Beni hayatta en iyi anlayan kadın gel. Daha anlatacaklarım vardı. Daha parkta kitap okuyan yaşlı amcadan bahsedecektim sana. Manavlarda aşka inansın diye kırmızı olan elmalardan… Ekmek yapan analardan. Sen gittiğinden beri çok şey değişti. Sen gittiğinden beri hiçbir şey değişmedi. Onlardan bahsedecektim daha. Gel lütfen. Tarlada pamuk toplayan kızların eline batan kıymığın acısını duyacaktık daha. Yeni doğan bir bebeğin hıçkırıklarına ağlayacaktık. Kadınları aşağılayan eril zihniyet için sokaklara dökülecektik. Ölen küçük bedenler için bir şey yapamadığımız her ana sövecektik daha. Bir faydası olacakmış gibi. Saçıma çiçek takan çocuklarla tanıştıracaktım seni. Bakkal Osman ağabeyle sonra… Belki kırlarda alacaktık soluğu bir anda. Seni memleketime götürecektim daha, Munzur’ un suyundan içecektin…
Hüznünü alıp gitmek istedim sadece bir an o bayrakla. Biliyorum asla darılmadın buna. Bu anı asla unutmayacağını da biliyorum. Sana bunları yazıp, hüznünü paylaştığım vakit hava güneşliydi. Umudun çocukları top oynuyordu bahçede. Şimdiyse bir sağanak başladı. İçimdesin hep hüznünle. İyi ki geldin bu dünyaya, iyi ki dilim oldun benim. İyi ki tuttun ellerimi. Seni çok seviyorum. Kitapların en büyük mirasımdır.
Bir cevap yazın