Adam bütün acısını çayın demine bırakmıştı. Halbuki o güne dek çayı hep açık içerdi. Adam, acılarını esen rüzgara bıraktığını düşünürken aslında yudum yudum içine çekiyordu. Acısı tazeydi; çayı gibi ama birazdan rüzgarın etkisi ile çayı soğuyacaktı. Gözündeki yaşta soğuyacaktı ama ya acısı ? O nasıl soğuyacaktı. Annesini toprağın altına bırakmanın acısını ne soğutacaktı ? Tam da o an yağmur çiseliyordu. Çayına bir damla yağmur indi. Onunda göz pınarlarından yanaklarına bir damla indi. Ağlamayacaktı. Çünkü annesi hastane odasında son günlerini yaşarken ona “bu yataktan soğuk bedenimi kaldırdıklarında ağlamayacaksın söz ver” diye gözü yaşlı bir şekilde oğlunun ellerini sıkarak söz istemişti. O ise söz verirken bile ağlıyordu. Annesi farketmesin diye hızla arkasını döndü ve annesinin tuttuğu ellerini yumruk yapıp boğazındaki yumruların ağzından fırlayarak “annem, sen ölmeyeceksin” diye haykırarak çıkmaması için dibinden kestiği tırnaklarını avucunun içine geçirdi. Adam aslında tırnaklarını dibinden kesemezdi. Sırf o çocukken annesi öyle kesiyor diye o yatakta yatarken dibinden kesmişti. Hem de kalbindeki acıyı tırnağındaki acı ile bastırmak istemişti o sıralar ama tırnağının acısını bile hissetmeyecek kadar canı çok yanıyordu annesini gördükçe. Adam, çocukken annesi tırnaklarını öyle kestiği zamanlar ortalığı birbirine katardı ama annesi onu düşündüğü için öyle keserdi. Bilirdi oğlunun gün boyu toprak ile oynadığını ve okula gittiğinde tırnaklarının içi toprak olduğu için öğretmeni ve sınıf arkadaşları ona pis gözü ile bakarlar diye her seferinde en dibinden keserdi acısa bile. Aslında oğlunun canı yandıkça onun daha da yanardı.
Adam, çocukken oynamayı çok sevdiği o toprağı altına annesini aldığı için küsmüştü. Kocaman adamdı ama çocuk gibi küsmüştü toprağa. Toprakla oynadıktan sonra içleri toprak olup pis görünmesin diye annesinin dibinden kestiği tırnaklarını o her gün yine en dibinden kesti. Yoksa annesinin mezarındayken o toprağa dokunmaya korkardı. Korkardı. Çünkü annesi görse kızardı. “Tırnaklarının içi toprak olmuş oğlum” deyip terliği fırlatırdı o kaçmaya çalışırken ama artık kaçmak istemiyordu annesinin bulunduğu yerden. O da bu yüzden hep tırnaklarını en dibinden keserek annesinin yanına giderdi ve toprağına doya doya dokunurdu. Tırnakları ilk kez acımıyordu ama bu seferde canı çok acıyordu. Çocukken, annesinin dibinden kestiği tırnakları acırdı ama artık canı acıyordu. Çünkü ona kızacak olan annesini, o çok sevdiği fakat her seferinde yine çok sevdiği toprak yüzünden tırnaklarını dibinden kesecek olan annesini altına almıştı.
Adam, yine bir gün tırnaklarını en dibinden keserek annesinin mezarına gitti ve toprağından bir avuç alarak ellerini yüzüne götürdü. Söz vermişti. Ağlamayacaktı ama gözyaşlarına sesi eşlik etti.
“Annem seni tırnaklarımın içinde pis olarak gördüğü için mi aldın onu benden” diye haykırmaya başladı. Gözyaşlarına hıçkırıkları yarenlik etti ve ellerindeki topraklar parmaklarının arasından kayıp giderken dizlerini çökerek o çok sevdiği toprağa küsmüş olsada annesine sarılır gibi, onun kokusunu içine çeker gibi toprağı bağrına bastı. Annesini toprağın altından çıkarmak ister gibi tırnaklarını toprağa batırdı. Ellerini geri çektiğinde ise tırnakları en dibinden kesildiği halde simsiyah olmuştu. Baktı uzun uzun tırnaklarına. Az ilerideki çeşmenin başına annesinin mezarına arkasını dönmeden koşarak gitti. Çeşmede ellerini saatlerce yıkadı. Yıkadı. Yıkadı. Annesinin mezarına gidip tırnaklarını tekrar toprağa batırdı. Tekrar yıkadı. O ellerini yıkadıkça gözyaşı da yanaklarını yıkadı.
Bardaktaki çayı soğudu.
Gözyaşı yanaklarında soğudu.
Yağmur kara döndü. Hava bile soğudu ama onun yüreğindeki annesinin acısı hiç soğumadı.
Bir cevap yazın