Ortak noksanlıklardı bizi bir arada tutan. Böyle bir cümle okumuştum. Bu yüzden mi
Suat’ı seçmiştim tek arkadaşım olarak, Suat’ı seçtiğim için mi böyle düşünüyordum,
şu an bilmiyorum. Akşam balığa çıkacağız, sözleştik. Kendi ellerimizle adam ettiğimiz
sandalla hem de. Uzun süre vereceğimiz isim hakkında tartışmıştık da sonunda
Topal Martı’yı uygun bulmuştuk. İlk kimin aklına geldiğini, kimin kimi onayladığını
şu an ikimiz de bilmiyoruz. Suat’a sorsak onun fikri, bana sorsak ben gerçekten
hala bilmiyorum. Topal Martı’yı, denize açıldığımızda yaşadığım sessiz huzuru, bu
evi, çolaklığımı, kendimi unutmayı seviyorum. Suat fırını sekiz gibi kapasa, sekiz
buçukta özgürüm. Saat altı buçuk olmuş. Mutfaktan annemin tabak, çanak sesleri
geliyor. Babam yine sonu gelmeyecek sandığım öksürük nöbetinde. Oldum olası
balığa gitmeme kızıyor. Nedenini hiç sormadım. Ona bir şey sormanın yararsızlığını
çok erken yaşlarda öğrendim. Ben onun hayal kırıklığıyım. Berber Mümtaz’ın çolak
oğluyum. Şimdi babam akşam haberlerini açtı, kapıdan usulca sıvışmanın tam
zamanı. Dükkânların önünden geçmek istemiyorum. Bana acıyarak bakan gözleri,
sahte gülümsemeleri görmek hoşuma gitmiyor. Terledim. Allahtan yokuşu inmek
kolay, yolu bile isteye uzattım. İşte gelmiş Suat. Yiyecekmiş gibi içiyor yine sigarasını.
‘’ Merhaba. Ne zaman geldin?’’ diye soruyorum sesimin en yüksek tınısıyla.
‘’ Dükkânı erken kapadım. Kimse fırından ekmek almıyor ki artık. Zaten bırakacağım
işi, konuşacağım patronla.’’
‘’ Şarap mı onlar?’’ Sevindim işte buna.
‘’Hadi hadi acele et de salalım kızı denize.’’
Sandaldayız. Şarap şişesi elden ele. Aklıma geldi ne demişti şair :’ Karanfil elden
ele.’ Rüzgârı da seviyorum. Yüzümü yalıyor. Amacım yine balık tutmak falan değil,
burada olmak, burada bu akşamın içinde. Suat, ciddiyetle kulaç ölçüyor. Yirmi kulaç
buyuruyor. Saldık bakalım oltaları. Suat sandala uzanıyor,
‘’ Kızı bıraktım,’’ diyor.
Atma be oğlum, ne zaman birlikte oldun da bıraktın diyeceğim ama bozmak
istemiyorum. Uçan kuşun kanadı kesilmez ne de olsa.
‘’Gideceğim buralardan, dedim. Çok üzüldü tabii. Beni de götür, dedi.’’
‘’ Gidelim mi sahiden?’’ diyorum düşünmeden bir çırpıda.
Duyan sol kulağını bana çevirip, sağ kulağına elini dayayıp dirseğinden destekle yan
yatıyor. İşitme cihazı alacak, hiç çoğalmayan paralar biriktiriyor. Cevap vermiyor.
Kimsesi yok Suat’ın; ben onun kimsesizliğine özeniyorum, o benim gereksiz
çoğulluğuma.
‘’ Ölmekten korkmuyorum bilmiyor musun? Evimden uzakta ölmekten korkuyorum,’’
diyor Suat ellerini başının arkasına kenetleyip uzanırken.
Şaşırıyorum.
‘’ Hani bırakıyordun işi, kızı, gidiyordun?’’ diyorum.
Sigarasını denize fırlatıyor. Çok kızıyorum bu hareketine ama şu an önemi yok
gözümde.
‘’ Lafını seviyorum be kardeşim; bir yere ait olmadığını bilenler daha çok bağlanıyor
galiba, yalnızca bir yerlere ait hissedebilmek için,’’ diyor.
İçime dokunuyor lafı.
‘’ Bazen aidiyetler de bağlanmayı zorlaştırıyor. Haklısın. Öyle kolay bırakabilirim
ki annemi, bu kasabayı. Bir emin olsam, o kapıdan çıktıktan sonra aynı ben
olmayacağıma.’’
Bir sigara daha yakıyor. Hiç izlemediğine emin olduğum filmlerdeki başrol kişileri
gibi gözlerini kısıp ilerideki sandalların ışığına kilitliyor bakışlarını. Suat gözümde
bambaşka birine dönüşüyor şimdi. Dünyanın yükünü sırtlanmış, büyümüş.
Arkasından teneke çalan mahalleli de görsün istiyorum bu halini. Ekmekleri yaktı diye
kafasına kürekle vuran ustası da görsün istiyorum. Tam sırtını dönmüş gidecekken,
o hep birlikte olmaktan çok bırakmanın hayalini kurduğu kız ‘gitme’ desin istiyorum.
Hafifçe doğruluyor. Bu akşam belli ki onun da tuttuğu balıklarda gözü yok. Hiç
konuşmadan kıyıya yaklaşırken bir bir salıyor balıkları suya. Şaraptan son yudumunu
da alıp, atlıyor kıyıya. Bir süre daha arkasından bakıyorum. Çelimsiz bedeni
uzaklaştıkça büyüyor.
Bu sefer ben uzanıyorum Suat’ın bıraktığı boşluğa. Bir süre sessizliğin sesini
dinliyorum. Gitmeli buralardan. Gün ışırken açılmalı engin denizlere. Bir topal martı
gibi uçarken özgür olmalı…
Bir cevap yazın