-1-
Bütün canlıların (virüsten insana kadar) iki ortak sorunu var. Bir, üreme. İki, beslenme. Demek ki can taşımak öncelikle bir sorun ve beraberinde de ister içgüdüsel isterse bilinç düzeyinde bir gereksinim programı ve buna uygun bir davranış biçimi yüklemektedir bireye. Doğadaki beslenme zincirinde insan toplayıcılıktan, avcılıktan tarım ve hayvancılığa geçmekle bu kez insanın kendi hazırladığı kültürel bir dünya ortaya çıktı. İnsanın var oluş savaşı sadece doğaya karşı mücadele olmayıp bu kez kendi içindeki çatışmalardan kaynaklanan yeni düzenlemeleri da kaçınılmaz kıldı. Bu yeni toplumsal yaşamda artık ekonomi ve yaşamın yeniden üretimiyle ilişkili düzenleyici alanların başında estetik, hukuk, ahlak ve politika geliyordu. İnsanın içinde yaşadığı doğal, toplumsal ve tarihsel gerçeği anlamak ve onu gelecek kuşaklara anlatmak başlı başına bir anlatım dili demektir. Madem insan, gerçekliği anlamlarla yaşar biz de konumuza girerken öncelikle gerçek (realite), hakikat (verite) doğruluk ve edebi akım gibi gibi temel kavramlardan işe başlamayı uygun gördük.
“Hakikat nedir? Nesnel gerçeğin düşüncedeki yansısı… Gerçek ile hakikat aynı şeyler değildir. Gerçek, nesnel gerçekliği, hakikat ise bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. Hakikat, gerçeğin kendisi değil, yansısıdır ve düşünce ile nesnesi arasındaki uygunluğu dile getirir. Hakikat ile doğruluk ise birbirine bağımlı fakat aynı şeyler değildir. Doğruluk mantık kurallarını hakikat ise nesnel gerçekliği dile getirir. Hakikat, nesnel gerçekliğe mantıksal uygunluğu dile getirir. “ (1)
“Doğru, bilginin nesnesiyle özdeşliğidir” diyen Kant da aklın her düzeyde ( etik ve estetik dahil) yargılamasına (muhakeme) önem veren bir düşünürdü. O halde gerçeklik ontolojik bir derinliğe ve hakikat de bilgimizin sınırlarına işaret eder. “Hakikat, nihai bilgiler anlamında değildir. Nihai, sonuna gelmiş bilgi yoktur çünkü. Hakikat bilgilerin devinimidir. Bilgilerle dönüşüm, bilgilerle belirlenme, bilgiler üstüne bilgiler geliştirme, bilgilerle görme, bilgilerle düşünme, dönüşme, değişme, yaşama demektir.” (2) Hakikat; göreceli, değişken, yanlışlanabilir, çok boyutlu, çok katmanlı bir kavramdır. Farklı bilimsel disiplinlerin ortaya çıkmış olması da nesnel gerçekliğin değişik düzeylerde ele alınması yöntemiyle ilgilidir.
O halde nesnel gerçeğin zihnimizdeki hakikatinin biçimlenmesi giderek çoklu bir bakışı da gerektirmektedir.
Sınıflı toplumlarda hegemonyanın köklerini araştıran Antonio Gramsci’nin üst yapı kavramına yaptığı katkı buna örnektir.: Düşünür, üst yapıda iki katmana işaret ediyor: 1-Sivil toplum düzeyi ( Bunun hegemonya araçları: Rıza üreten kısmi ekonomik refah ile etik-politik liderliktir.) 2- Politik toplum /devlet düzeyi (Bunun zorlamaya dayalı egemenlik araçları: Ordu, polis, idare, yargı ve bürokrasidir.) (3)
“Bütün hegemonya ilişkileri zorunlu olarak pedagojik bir ilişkidir ve bu yalnız bir ulusun içinde değil uluslar arası ölçüde ulusal uygarlıklar bileşimi ile kıtalar arasında da kendini gösterir. Tek bir filozofun tarihsel kişiliğini de yapan, kendisiyle, değiştirmek istediği kültür çevresi arasındaki bu etkin ilişkidir; sözü geçen ortam da filozof üzerinde tepki yapar ve onu sürekli bir –özeleştiriye- zorlayarak -öğretmen- rolü oynar. Bunun içindir ki çağdaş aydın çevrelerin en büyük isteklerinden biri, “düşünce ve söz özgürlüğü (basın, toplantı) üzerinde toplanır”. (4)
-2-
Gramsci, dilin tarih içindeki arkeolojik kazısına da şu şekilde bakar: “Genellikle yeni bir dünya görüşü başka bir dünya görüşünden sonra ortaya çıkınca, öncekinin dili yine kullanılır ama mecaz olarak. Zaten dilin kendisi sürekli bir mecaz sürecidir ve semantik tarihi de kültür tarihinin bir cephesidir. “ (5) “Dil, hem canlı bir şey, hem de yaşamın ve uygarlıkların fosillerinin sergilendiği bir müzedir. Mesela felaket kelimesini kullanırsam kimse beni astrolojiye inanmakla suçlayamaz.” (6). Ne ilginçtir ki felaket kelimesinin anlam kökenine baktığımızda “feleğin darbesi “ bağlamında ortaya çıkmıştır.
Marks, Alman İdelojisi’nde (1845) ,”Biz sadece bir tek bilimi, tarihin bilimini tanıyoruz.” (7) der.“Marksizm, bilginin tarihselliğini gözler önüne serer; insanoğlunun tarihselliğini, ekonomik toplumsal formasyonu ortaya koyar(8). İnsan düşüncesinin nesnel bir hakikate ulaşıp ulaşamayacağı, teorik bir soru değil, pratik bir sorudur. İnsanoğlu, düşüncesinin hakikatini, yani gerçekliğini, şaşmazlığını ve kudretini praksiste ( sosyal pratikte ) ispat etmek zorundadır. Praksisten kopmuş düşüncenin gerçekliği ya da gerçek olmayışı hakkındaki tartışma tamamen skolastik bir sorudur
(tez II ). Praksisten ayrılan teori, kötü konulmuş ve çözülmesi olanaksız sorunlar, sırlar ve mistizm içinde kaybolur gider (tez III ) (9). Gerçekliğin ve hakikatin bu diyalektik teorisi, bir pratikten ayrılmaz…Böylece felsefenin, spekülatif, sistematik ve soyut yanı ortadan kalkar. “ (10)
Felsefenin bu kurgusallığının (spekülatif) nasıl ortaya çıktığını sorgulayacak olursak Marksın şu örneklemesi çok açıklayıcıdır: “Egemen fikirler, bir kere, egemenliği yürüten bireylerden ve özellikle üretim tarzının belli bir evresinden ileri gelen ilişkilerden ayrıldılar mı? Artık tarih içinde, hep fikirlerin egemen olduğu sonucuna varılır; bu çeşitli fikirlerden en üstün derecede olanı, tarihte egemen olan öğe olarak yalıtmak ve onun aracılığıyla bütün bu fikirleri ve kavramları tarih boyunca gelişen kavramın “kendi kendini belirmesi” gibi kavramak çok kolay olur. Bundan sonra bütün insan ilişkilerini, tasarlanmış insandan, insanın özünden, türettirmek doğal bir şeydir. Kurgusal felsefenin yaptığı da budur. Hegel’in kendisi de tarih felsefesinin sonunda “Yalnız kavramın ilerleyişini incelediğini” ve tarihte “gerçek Teodıse’yi (ilmi ilahi) ortaya koymuş olduğunu itiraf ediyor (11)
İşte Nuh dönemi tufandan başlayarak tarihin metafizik algısı kadar gerçeği farklı rasyonel biçimlerde algılama, anlama, yorumlama çabaları da devam etmektedir. Doğadaki her türlü tehlike ve felaketi feleğin insana bir darbesi veya uyarısı olarak anlamak geleneksel ve yaygın bir yorum biçimidir. Şu da var ki yaşam deneyimleri, bilim ve teknolojinin gelişmesiyle bazı tehlikelerin, hastalıkların kontrol altına alınmasını sağladı. Örneğin bir cüzam hastalığına lepra basilinin etken olduğunu ancak yüz yıllar sonra öğrenebildik. Tabi ki mikroskop bulunmasaydı bunu çıplak gözle görmek imkânsızdı. Çeşitli iş bölümüyle sınıf ve tabakalara bölünmüş toplumların tarih içindeki tecrübesi, gerçeğin ve hakikat algısının da sürekli değişim halinde olması evrimin bir kanıtıdır. Çünkü “Gerçeğin biçimlenmesi, bir dizi geri beslemeden oluşan, deneme ve yanılmalar sürecidir.” (12) Tarihin (tanrının) insandaki ve insanın toplum içindeki evrimi devam ediyor.
Evrim gerçeğini, aynı zamanda edebi ve felsefi akımlarda da izleyebilmekteyiz. (16.yüzyıldan 20.yüzyıla kadar birçok akımı sayacak olursak bunlar: Hümanizm, Rönesansçılar, klasisizm, romantizm, realizm, natüralizm, parnasizm, sembolizm, sürrealizm, izlenimcilik, dışavurumculuk, kübizm, gelecekçilik, varoluşçuluk, Dadaizm ve sosyalist gerçekçilik gibi çeşitli akımlardır. Görünen o ki bu akımlar ya etki tepki temelinde ya da yeni toplumsal üretim formlarının bir üst noktaya terfisi şeklinde ortaya çıkmıştır.
-3-
İnsanın yaratıcılığına sınır konamaz. Ludwig Wittgenstein’in Felsefi Araştırmalar’ından yola çıkan kimi sanat felsefecileri, sanatın tanımlanamayacağını dahi ileri sürmüşlerdir. “Sanatın tanımlarındaki sürekli bir yenilik, değişim ve genişlemesi bundandır. Çünkü sanat kavramının ucu açıktır. Sanat kavramı açık bir kavram olmalıdır.” (13).
Sanattaki çeşitli yaratım yöntemlerinin varlığını düşündüğümüzde şu sonuca varmak mümkündür “Gerçekçilik, dünya sanat tarihinde, hiç bir zaman birleşik bir sanatsal yöntemi olarak ortaya çıkmaz. Şöyle ki gerçekçilik, bütün bir dizi somut sanatsal yöntemlerin ortak belirtisidir.( Örneğin aydınlanma gerçekçiliği , eleştirel gerçekçilik ve toplumcu gerçekçi yönteminin kendine özgülüğü gibi.)” (14). Gerçekliğin idealleştirilmesine yönelik yaratım tipleri, daha da çok sayıda bir sanatsal yöntem çeşitliği gösterir. Demek ki sanatsal yöntem, dünyanın insanlar tarafından özümlenişi sürecine bağlanan ilkeler sistemidir. Ancak bu ilkeler tek başına bir gerçeklik oluşturmazlar. Gerçekliği taşıyan sanat yapıtlarıdır. Sanat tarihinde ölçü birliğini oluşturan şey sanat doğrultusudur. Bu somut görünüş ve değişimler, sanat akımları, sanat okulları olarak tanımlanırlar (15). Sanatsal yöntem kavramı, sanatsal değerlerin yaratım sürecindeki ilkeler sistemi, sanatsal üslup ise biçimler sistemidir (16).
Rauf Mutluay’ın tanımına göre : “… Toplumsal düzenin ve onun değişiminin bir gereği olarak, dünya görüşü ve sanat anlayışı bakımından birleşen kişilerin, eserleriyle ortaya koydukları ve sürdürdükleri ilkelerin toplamından doğan tutarlılığa bir edebiyat akımı denir.” (17)
Aziz Çalışlar, tarih içindeki insanın ruhsal zekâsını / zihinsel gelişimini Gerçekçilik Estetiği isimli eserinde şöyle ifade etmiştir “İlkel toplumlarda gerçekliğin animist, köleci toplumlarda mitolojik, feodal toplumlarda teolojik olarak kavranışı karşısında rönesansla birlikte gerçekliğin ilk kez bilimsel olarak kavranışına rastlarız. Bu nedenle de, ilkel, köleci ve feodal toplum sanatlarında gerçekçilikten değil, ama ancak gerçekçi öğelerin varlığından söz edilebilir”.(18)
Sosyalist gerçekçiliğin sanatsal yöntemi” terimi ilk kez 1932’de Sovyetler Birliği’nde ortaya atılmış ve sonra Yazarlar Birliği’nin tüzüğünde yer almıştır. Buradaki tanımı şöyledir: “Sosyalist gerçekçilik, sanatçıdan, ileriye doğru gelişmesi içinde gerçekliğin hakikate bağlı, somut-tarihsel olarak verilmesini ister” (19).
Sovyet Yazarları Birliği Kongre’sinde -1934 yılında-, Gorki, yol gösterici şiar olarak “Sosyalist Gerçekçilik” şiarını ileri sürer. Aynı yıl Moskova’da çıkan “Uluslararası Edebiyat” dergisinde, G. Lukács’ın “Dışavurumculuğun Büyüklüğü ve Çöküşü” başlıklı yazısı yayınlanır
Bunu izleyen yıllarda, özellikle de 1936-1938 yılları arasında, komünist saflarda, ilk büyük “gerçekçilik” tartışması başlar. Tartışmanın çıkış noktası, sanat ve edebiyatın siyasetten bağımsızlığını savunan burjuva anlayışlara karşı mücadeledir. Bu çerçevede biçimciliğe, ekspresyonizme ve natüralizme karşı tavır alınır ve bunların karşısına “sosyalist gerçekçilik” konulur.
Brecht’e göre biçim ile içerik uyum içinde olmalıdır. Yeni içerik eski biçimlerle anlatılamaz. Yeni içeriği anlatmak için, yeni biçimler de bulmak gerekir. Brecht’e göre sanat “Kendinden şeyi, kavranılmaz olanı inşa etmelidir. Ama sanat ne şeyleri kendiliğinden anlaşılır (duygusal
.
-4-
olarak kabul edilen) ne de kavranılmaz olarak göstermelidir, tersine kavranılabilir, ama henüz kavranılmamış olarak.” (20)
Burada sanatın yaşamı açıklama ve aydınlatma işlevinin önemi ortaya çıkıyor. Kapitalist toplumda bir insan rüşvet ve yolsuzluk konularında suç işlese, ceza hukukuna göre yargılanır. Oysaki toplumun geniş halk yığınlarını yoksulluğa mahkûm eden bu düzenin sorgulanması asıl ahlaki aklın (etiğin) vazgeçilmez görevi değil mi? İşte tam da bu nedenle- ahlaki aklın yolu sosyalizmdir- yaklaşımı, emeğin egemenliğini savunanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bizim etik, estetik ve politik çizgimiz mutlaka bir programa bağlı olmak zorundadır. Aksi halde vaaz kültürüyle kapitalist sistemdeki yoksulluk, yolsuzluk ve işsizliği önlemek olanaksızdır. Biz ne hayattan kopuk bilimsiz bir ahlakı, ne de normatif değerleri, hümanizması olmayan bir bilimin insanlığı esenliğe, uygarlığa taşıyacağına inanmıyoruz.
Sosyalistler, aydınlanmacı geleneğin mirasçılarıdır. Daha iyi bir dünya kurmanın özlemi ve arayışı özünde etik, estetik ve politik bir tavırdır. Yeni ortaklaşmacı hareket (NAM, new associationst movement ) in manifestosunu bizzat kaleme alan Japon Marksist düşünür Rojin Karatani, etik kaygılarla beslenen yeni bir sol hareket aradıklarını şu sözlerle belirtiyor. “Etiksiz ekonomi politikası kördür, ekonomik kaygı gözetmeyen bir etik müdahale ise boş. “ Bu manifestoda, ifade edilen arayış, yani etiğe sosyalizmin, sosyalizme de etiğin perspektifinden bakmanın, Kant ile Marksın yeniden çapraz bir mantıkla ele alındığı bu konu Transkritik: Kant ve Marx Üzerine (metis 2008 ) adlı kitabında derinlemesine geliştirilmiştir. Kuşkusuz ki mutlak hakikat tekildir. Onun algısı ise ancak çokluk/ bileşenler düzeyinde mümkündür.(Kuşkusuz ki Marksın 3 ciltlik kapital isimli eserinde sermayenin hakikati değişik düzeylerde ele alınmıştır. Mesela, bir tek meta ve paranın ekonomik tanımı kadar onun fetişizmini, gizemini, teolojisinin boyutlarını da burada anımsamak yeterlidir)
“İnsan belirli bir nesneyle karşı karşıya geldiğinde onun hakkında eşzamanlı olarak en az üç alanda yargıda bulunur: Doğru ya da yanlış (bilimle ) ilgilidir, iyi ya da kötü etikle (ahlaki akılla) ilgilidir, hoşa giden ya da gitmeyen, haz/ hoşnutsuzluksa estetikle ilgili yargılardır. Bunlar genellikle iç içe geçen bir karmaşıklık meydana getirirler.” (21) “Belirli bir nesne, ancak doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü paranteze alınarak alımlandığı zaman estetik bir nesne haline gelir. Modern bilimde bir nesne, ancak ahlaki (iyi ya da kötü,) ve estetik (hoşa giden ya da gitmeyen ) yargılar paranteze alındığı zaman bilinebilir.” (22). O halde bir sosyalistin ekonomik üretimin bilim ve teknolojiyle ilişkisi yanında estetik, etik ve politik olan cephelerde de gerçekçi olması kaçınılmazdır. Ahlak, normatif değerleri bakımından her zaman üretim ilişkilerine bağlı olarak değişebilir ama bir toplum düzeni açısından ahlaka duyulan ihtiyaç hep sabit kalır.
İnsan sadece var olandan ibaret değil özellikle oluşmakta olan bir varlık olarak da olması gerekenler yönünden de eğitim ve üretimin her aşamasında belli uzlaşmalar, toplumsal sözleşmeler, kabullenmelere ve yükümlülüklere dayanmak zorundadır. Normatif bir etiğin mutlak ahlakilik buyruklarının değerlendirmesine ilişkin bir örneği Annemarie Pieper’den veriyorum.
-5-
1-Öyle davran ve eyle ki senin davranış ve eylemlerin sadece senin özgürlüğünü gerçekleştirmekle kalmasınlar, sen aynı zamanda başkalarının özgürlüğüne de saygı duy.
2-Öznelliğini başkalarıyla danışarak ve tartışarak aşkınlaştır (aş).
3-İdeal bir iletişim toplumunun üyesiymişsin gibi davran ve eylemde bulun.
4-Özgürce karar ver, kendini başkalarının özgürlüğüne aç.
5-Eylem ve davranışlarında bütün sınıfsal ahlakı yıkıp (salt sevgi, varoluş ve barış etiğine
Uygun bir toplum olan* ) komünizm fikrinin gerçekleşmesini sağla.(23)
-6-
Toplumcu edebiyatın etik, estetik ve politik özellikleri:
1-Toplumcu edebiyat; özgürlükçü, eşitlikçi ve gerçeğe bağlılığa önem veren; diyalektiğin ve analitiğin erdemi gereği de kendini sürekli aşan bir insanlaşma çabasıdır.
2-Toplumcu edebiyat; emeğe verdiği değer ve ezilenlerden yana safını daha baştan belirlemesiyle sadece söylemde değil eylemleriyle de doğru bildiğini yaşamın sınavından geçirir.
3-Toplumcu edebiyat bireyi, toplumsal bir varlık olarak ele aldığından toplumsal ve ortak bir yaşamın dışında bir bireyin kurtuluşunu kabul etmez. Zaten “insanın özü, toplumsal ilişkilerin toplamıdır” ( 24) . Bu bağlamda bireye ve topluma yüklenen tarihsel sorumluluk deontik (bir görevin, işin veya mesleğin gerektirdiği ) bir ahlaki duruşa işaret eder.
4-“Toplumcu düzenin kültürü biçimde ulusal, içerikte toplumcudur”.
5-“Ulusal ortaklığın kendi tarihsel dinamiğindeki en önemli açılarından biri de, toplumsal varlığın yapısında kesimler arası uzlaşmazlıkların var olup olmamasıyla belirlenişidir ki başlı başına iki farklı ulus tipinin varlığını doğrular bu, biri, iç çelişmelere bölüp parçalanmış ulus tipi, ikincisiyse, yaşam tarzı, çıkarları ve idealleriyle bir birlik gösteren ulus tipi ”. (25) Bunu şöyle de özetlemek mümkündür. A) Sermaye sınıfının egemenliğine hizmet eden ulus tipi. B) Emeğin egemenliğine dayalı ulus tipi. Elbette ki “sanatta ulusal özgünlük her şeyden önce içerikte birikiyor.” (25“Bir sanatçının ulusal karakteri, kendi halkıyla sürekli ve sımsıkı bağıntı yoluyla gerçekleşir.” .( 27)“Burada bir önemli tehlikeye işaret etmek gerekirse o da ulusal özgünlük kültünün, şovenizme, ırkçılığa kadar vardırılması olgusudur. Ulusal olanla genel insansal olanın diyalektiğini korumak burada toplumcu gerçekçi sanatçıların temel kaygıları olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Yani halktan kopukluk, beraberinde kozmopolit eğilimlere düşme tehlikesini de getirir. “Sahte demokratik ve şoven milliyetçi sanat ise folklora, taklit kalıbı olarak bakar; folklordaki doğrudan doğruya tutucu, arkaik olan anları idealleştirerek halk kitlelerinin tarihsel yanılgı ve önyargılarını ebedileştirmeye uğraşır. “ “Bütün bunlar bizi şu sonuca götürmektedir ki, ulusal ya da ırksal ayrıcalıklar adına genel insansal olanın yadsınması kadar, soyut genel insansal olan adına da ulusal olandan vazgeçilmesi, metafizik, gerici, estetiksel olarak zarar verici bir şeydir. “ (28)
6-Çernişevski, sanatın bir yaşam dersi olduğunu ve edebiyatı olmayan bir halkın cahil olduğunu söylemekle sanatın aydınlatıcı işlevini açıklamıştır (29) .Benim de inancım odur ki edebiyat insanlaşma yolunda giderek disiplinler arası bir okuma olarak adeta bir mahşer (uyanış) provasıdır.
Cemal Öztürk
Kaynaklar:
1-http://www.felsefe.gen.tr/hakikat_nedir_ne_demektir.asp
2-Ahmet İnam, Yaşam Bizi Çağırırken, Aşina Kitaplar, 2006, s 146
3- http://www.rastider.com/gramsci-tarihsel-blok
4- Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, Felsefe ve Politka Sorunları, seçmeler,
Çeviren Adnan Cemgil. Belge Yayınları, 2011, S. 53
5-A.g.e .177 6- A.g.e . 178
7- Henri Lefebvre, Marks’ın Sosyolojisi , Çeviren Selahattin Hilav, Sorun Yayınları, 3.baskı, 1996 İstanbul, s.19
8-A.g.e. s. 32 9-A.g.e 34 10-A.g.e. 9
11-Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, ( Feuerbach ) Çeviren: Sevim Belli, 2008-Ankara
6.baskı, Sol yayınları, ISBN 975-7399-03-5 s.78
12-Karl R.Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, Çeviren İlknur Aka, YKY, 2001 s.39
13-Noël Carroll, Sanat Felsefesi, Çağdaş Bir Giriş, Çeviren: Güliz Korkmaz Tirkeş, . Ütopya Yayınları 2012, s. 311
14-Prof.Moıssej Kagan, Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, Çeviren: Aziz Çalışlar, Altın yayınları 1982, s. 667
15-A.g.e S. 680-681 16-A.g.e s. 685
17-“http://tr.wikipedia.org/wiki/Edebiyat_ak%C4%B1m%C4%B1
18-Sanat cephesi yıl 1 sayı, Ekim 2009 syf.36 (Ref. kaynak: Aziz çalışlar, Gerçekçilik Estetiği, de yayınları S. 112 “)
19- Age. syf.86 ((Ref.kaynak: Aziz Çalışlar, Ansiklopedik Kültür Sözlüğü, toplumcu gerçekçilik maddesi s.166-174 altın yayınları, 1983 )
20-Güney dergisi, http://gkm.guneydergisi.com/gueney-dergisi/dosyalar/bertolt-brecht.html?showall=1 .” (“Edebiyat ve Sanat Yazıları”, c. I, S. 22)
21-Kojin Karatani, Transkritik Kant ve Marx Üzerine, Çeviri: Erkal Ünal
Metis yayınları Haziran 2008, S. 67 22-a.g.e 68
23-Annemarie Pieper, Etiğe Giriş, Çeviren Veysel Atayman ve Gönül Sezer, Ayrıntı
yayınlar, 1.basım 1999 , 2.basım 2012 istanbul s.240
*Ayraç içi açıklama bana ait
24- Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, ( Feuerbach ) Çeviren: Sevim Belli, 2008-Ankara
6.baskı, Sol yayınları, ISBN 975-7399-03-5 S.23
25- Prof.Moıssej Kagan, Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat Çeviren: Aziz Çalışlar, Altın yayınları 1982 S. 585-586
26-A.g.e- S. 592 27-A.g.e S. 600 28- A.g.e. S. 60 29. A.g.e S .463
Bir cevap yazın