Toplumsal değişim ve küresel adalet mücadelesi veren hareketin katılımcıları “Başka Bir Dünya Mümkün” diyorlar. Peki, bu gerçekte mümkün müdür? Şahsım olarak ben, mümkün olacağını düşünüyorum.
Bireysel, toplumsal sorumluluklarımızı fark edip bu sorumluluklar doğrultusunda, birbirimize saygıyı, hoşgörüyü eksik görmeden yaşamayı ve acılarımıza ortak çıkmayı başarırsak ne den olmasın.
Ayrıca bunun mümkün olması için biz insanlara sorumluluklar yüklemekte.Öncelikle bireylerin şunu bilmesi gerekiyor: nasıl ki toplumlar arasında muazzam kültür farklılıkları var ise bireyler arsında da muazzam farklılıklar vardır. Bu çok renkliliğe saygı göstererek, diğer birey ve gruplara karşı duyarlı olma zorunluluğu hissedip farklılıklarımızla birlikte bunu yaşama şekli haline getirmeliyiz.
Tüm bireyler olarak içinde yaşamakta olduğumuz toplumun refah, huzur ve yaşam kalitesini artırmak için yerel halk ve bütün toplumla birlikte yaşanıla bilinir bir ülke, dünya için çevresel, kültürel, sanatsal, edebi, ekonomik ve sosyal gelişmeye destek verme bizim sorumluluğumuzda olduğunun bilincine varmalıyız. Bir başka deyişle, Susan George’unun popüler olan sloganında olduğu gibi “Daha çok bilgilenirsek, yanılsamalardan kurtulup doğru hasımlarla mücadele edersek, kapsayıcı olup ittifaklar kurarsak, şiddet kullanmazsak, başka bir dünyaya” sahiden ulaşabileceğimizi söylüyor.
Bu slogandan ve yukarıda ifade ettiklerimizden yola çıkarak, ister yeni çözümler arayan, harekete katılanın yollarını arayan, ister sadece neler olup bitiğini merak eden herkesin ülkemizde fazlasıyla hissedilen yıkıcı etkilerin, devlet faşizmine, kadın şiddetine, çocuk suiistimallerine, cinsiyet ve cinsel tercih ayrımcılığına, şirket küreselleşmesine ve kültürlerin yozlaşmasına, ön yargılara dur demek ve birbirimize sarılıp birbirimizin yaşam zorluklarına karşı empati kurup yaralarımızı sararsak; neden olmasın!
Bunun bu güne kadar oluşmamasının ana unsuru memnuniyetsizliklerin altını çizerek geçiren, sonunda memnuniyetsizliğinden memnun olarak yaşayan kesimin memnun olmayan kesime sırtını dönmesidir. Diğer memnun olan, rejim yanlısı kesimin memnun olmayan kesime biz sırtımızı dönelim diyen anlayışın ırkçı ve oryantalist özellikleri de ortadadır.
Meşru olan ‘Gezi’ direnişinde aslında “Başka bir dünyanın mümkün” olacağını gördük, her ne kadar birtakım ‘Ulusalcı’ kesim bu meşru olan direnişi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyip, objektiflik göstermemiş olsalar da, bunların dışında görmüş olduğumuz tabloda istenildiğinde Türkiye’nin kısa bir zaman zarfı içinde marjinalleşeceğini ve artan orantısız tüm şiddetlere rağmen, azimle direnişe geçileceğini gördük. Bu tabloda insanların dayanışmaya, bir birilerinin acılarına ortak olmaya, iradelerini, insani değerlerini, kültürlerini, kimliklerini, cinsel tercihlerini hiçe sayan, aşağılayan zihniyete karşı onurlarını korumaya, el ele vermeye hazır oldukları görülmekteydi.
Türkiye homojen bir ülke olmadığını birçok bileşenlerden oluştuğunu biliyoruz. İnsanların ben merkezli dünyalarında değişmez gördükleri fanus yaşantılarından sıyrılıp her bir bileşenin diğer bileşen-bileşenlere karşı empati, saygı, hoşgörü vb. vb. insani duygularını geliştirdiğinde istenilen koşulların, arzu edilen toplumun oluşması hiçte zor değil. Özellikle de kadın bireylere “Başka Bir Dünyanın Mümkün” olması adına çok kapsamlı sorumluluklar düşmektedir.
Bugün savaşlarda en çok öldürülen kadınlar ve çocuklar iken, fiziksel ve sosyal şiddete en çok maruz bırakılan hakeza yine kadınlar ve çocuklardır. Kadının gerek iş yaşamında, gerek sosyal yaşamında gerek evliliğinde öz güven, gerekli olgunluk ve bilince sahip olması gerekir. Şu bilinmeli ki ‘Kadın’ların iradesi ve sesinin olmadığı toplumlar kısırdır, körleşmiş, işlevsizleşmiş ve nihayetinde yok olması demektir. Kadın bana göre tüm güzel olguların yoludur. Kadınlar özgür olmadan, kadınların içinde bulunmadığı bir direniş, 1. Ortadoğu Kadın Konferansı hazırlık komisyonu üyesi olan Sayın Ayşe Gökhan’ın tabiriyle “Kadının özgür olmadığı hiçbir değişimde bahar olamaz. Çünkü kadın taciz ve tecavüze uğruyor, şiddet görüyorsa o ancak erkeklerin baharı olabilir” Kadın her şeyde öncülük etmeli, eğitimde, sağlıkta, edebiyatta, sanatta ve erkeklerin baharı olmaktan kendilerini kurtarmalılar. Bunun için tüm kadınların kimliğine sıkı sıkı sarılıp kolektif sistem içinde örgütlenip kurumsallaşarak güçlü bir kadın dinamiğini ortaya çıkarmalılar. Bugün orta doğu ülkelerine baktığımızda kadını ezmek için fırsat kollayan erkekler her daim egemenlikleri sürmüş, kadın hep dışlanmış, ikinci sınıf vatandaşı niteliği almıştır. Orta doğunun son zamanlarda içine düştüğü bataklıkta da yine çoğunlukta kadınlar ve çocuklar ölmektedir. Bugün Ortadoğu’da yaşatılan jenositlere karşı durmak, oradaki kadınların, çocukların haklarını savunmak aynı zamanda kendi hak ve hukuklarımızı savunmaktır.
Dünyanın neresinde olursa olsun orda yaşayan insanlara eza, zulüm yapılıyorsa orda olmamız lazım. Önce insanız sonra dünyanın tüm toprakları bizimdir, dünya üzerinde ki tüm insanlar kardeşimdir düşüncesiyle hareket edersek elbette “Başka Bir Dünyayı Mümkün” kılarız. Din, dil, renk, mezhep, cinsiyet, cinsel tercih ve sınırların olmadığı huzur, kardeşlik, eşitlik, farklılıklarımızla barışık, ötekileştirmenin olmadığı yeni bir dünya kurmak umuduyla…
Nazımın “Bu Memleket Bizim” dizeleriyle noktalayıp tüm okurlara selam ve sevgiler dileyip
Esen kalın diyorum.
Bu Memleket Bizim
Dörtnala gelip uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapıları
Bir daha açılmasın
Yok, edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yasamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardesçesine
Bu hasret bizim.
Mehtap ERDOĞAN
Bir cevap yazın