“Adın aşk olmalıydı senin, ölüm değil.”
Sessizlikle çevrelenmiş ruhunu çırılçıplak bırakabilecek şekilde sürmüştü ellerini. Titriyordu güzel dudakları. Açıkta kalmış omzunu örtmek için kırmızı elbisesini aceleyle çekiştirdi ve birkaç ürkek adımın ardı sıra daha keskin gözlerle bakabildi Boris’in yüzüne. Tekrar rüzgardan sıcak, topraktan ıslak ve nemli nefesini savurarak genç adamın yüzüne, yaklaştı. Pencereye dayanmış vaziyette duran Boris’in kapalıydı gözleri. Güzel kadının ayak gürültüsüne karşılık olarak, gönülsüzce açtı gözlerini fakat onunla göz göze gelmektense; aydınlığı, içinde homurdandıkları kasvetli odayı bile baştan çıkarmış olan kasabanın beyaz yüzüne değdirmişti gözlerini. Kadın ısrarla yakınlaştı Boris’e. Bordo ojeli tırnaklarının sivri uçlarını dokundurdu kolunun üzerine. “Konuşmayacak mısın?”
Pencerenin soğuk benzi temas ettikçe alnına, içine işleyen bir girdap oluyordu bilinmezlik. Adeta zamansızlıktan başı dönmüştü. Duvarda bekleyen saatin kollarını boynuna dolamış gibi saniye saniye hissediyordu saatleri ama yine de zamansızdı. İçinden cümlelere karşı duyduğu isteksizliğe rağmen, soyulmuş dudaklarından çıkarttığı bir avuç nefesle karşılık verdi kadının güzel yüzüne: “Bu kez gerçekten ayrılıyoruz. Öncekiler gibi değil.”
Tıpkı Boris gibi Karley de yüzünü tamamen beyaza çevirmişti. Yolların bütün gövdesini kaplayan kar, toprağı koruyor gibi bütün cesaretiyle meydan okuyordu bakışlarını ona çevirenlere. Sonra ağaçlara odaklandı Karley. İncecik yapraklarına sürülmüş hafif bir tül ve bata çıka yoluna devam eden kurt köpeklerinin anlamlandırılamayan mutluluğu… Boris, genç kadının sesini kulağına dokundurmasına fırsat tanımadan devam etmişti: “Hep birimiz terk ederdi diğerini, uzaklaşırdı. Beklemek kolaydı demiyorum ama her cümlemize karşılık bir geri dönüş yolu vardı. Mesafe değişse bile bu kasaba ortak noktamızdı. Ama şimdi… Bu kez hem sen gidiyorsun hem de ben…”
Karley, beyazın küçülen harflerinden kocaman bir dünya örüyordu pencerenin şeffaf yüzüne. Evvela yüzünü çizmişti, tam bir daireye benzemese bile, bir insan başını andırıyordu. Sonra üstünkörü yerleştirilmiş gözler, ağız ve burun… Son olarak ta sanki herkes öyleymiş gibi artık gördüğümüz zaman yadırgamadığımız kocaman kulaklar. Boris’in sesini örtmüştü nefesi: “Farklı yönlere gidiyoruz bu defa. Hem birbirimizi hem de kasabayı terk ediyoruz. İki misli uzaklaşıyoruz birbirimizden, haklısın.”
O ana kadar soğuk ve tepkisiz duran Boris, aniden dönüvermişti yüzünü Karley’nin masum ifadelerine. “Geri dönecek misin peki? Birkaç saniye sessizlik olmuştu, o an içerisinde sadece gözlerinin içerisinde yaşamışlardı kışı. Boris buzdan çözülmüş ellerinin abartılı kırmızılığını gizlemekten vazgeçerek tuttu güzel kadını ve çok az kendisine doğru çekti. “Herhangi bir zamanda?”
Karley kendini gerçekten çok yalnız hissediyordu aslında. Her ne kadar duygularını belli etmeyerek, olağan baskın karakterini sürdürülebilir kılsa da; odunla ısınan küçük bir evin, gaz lambaları altında kitap okuyan ve en sevdiği meyve kayısı olan küçük kız çocuğu hiç uzaklaşmamıştı benliğinden. Vücudunu genç adamdan uzaklaştırmak yerine, daha da yaklaştırmıştı sıcaklığını ona ve pencereden sızan soğuk üfürtüleri bertaraf etmek için, nefesiyle küçük, mavi dalgalar çizmişti Boris’in omzunda. Hafif tarçın karışmış parfüm kokusuna hayranlık duyuyordu Karley ve var gücüyle içine çekti genç adamın tenine bulaşan, kış şiddetindeki italik harfleri. Konuşamıyordu, tıpkı hareketlerini sınırladığı gibi sesi de sahipsizdi. Usulca aşağıya düşürdüğü gözleri, aslında tek bir şeye muhtaçtı: En az sahip oldukları kadar, şömine ateşi kıvamındaki göz darbeleriyle karşılık bulmak.
“Geriye ilk dönen, diğerini beklemesin. Hayata yeniden başlıyor gibi yapsın ama doğum günlerinde hep bir dilim pasta ayırsın diğerine. Sonra sokağa her çıktığında bilsin ki, otobüs duraklarında beklemeyecek sevgili veya tren rayları püskürtmeyecek sevda cümleleri. Ancak kendisi için bir şeyler aldığında, hep bir tane fazla alsın. Okuduğu kitapların ilk yapraklarına tarih atsın mesela. Veya son sayfalarına minicik notlar bıraksın.”
Kar tekrar başlamıştı. Bütün gece hiç ara vermeden yağdıktan sonra suskun geçen bir sabahla uyandırmıştı kasaba sakinlerini. Kendi haline bıraktığı bembeyaz tenleri, yorucu şnaps dolu gecelerin tesirinden arındırarak gerçekliğe döndürmüştü. Ve şimdi tekrar, kocaman ellerinden kurtulan, her biri üzerinde farklı bir duygu yazılı zarflara sarılmış bembeyaz ümitlerle camlarına vuruyordu evlerin. Söz yarım kalmamıştı esasında, bilakis kelimelerinden kurtulmuş, kurulabilecek en uzun cümle her neyse, onu verebilmek için sevgililere, tekrar yakınlaştırmıştı nefeslerini.
Boris, o dakika yüreğinin kırmızısını düşürmüştü beyazın üzerine. En soğuk, ruhsuz ve hatta vücutsuz hallerini bir kenara bırakarak, Karley için en sivri dudak darbesini çıkartıvermişti üzerinden. Tıpkı karın, toprağı gövdeleyip koruduğu gibi o da güzel kadını koruması altına almıştı. Her şeyi, bütün kaybedilmişliği, yenilgileri ve günlerdir içinde tuttuğu o çare bulamadığı zamansızlığı, odanın sıcacık kollarından alarak, kasabanın soğuk görünen, buz tutmuş yüzeyine bırakmıştı. İşte şimdi aşk, sanki ait olduğu yerdeydi. Aylar hangi mevsime işaret ederse etsin, turuncudan sonra yapraklar, sevmeye devam edebilecek kadar yürekliydi. “Tekrar döneceğim, ne olursa olsun. Burada seni bekleyen ben olacağım veya sana kavuşmak için koşa koşa gelen… Ama döneceğim mutlaka” dedi nefesini çarpıcı bir soğukla buluşturup, ayırır ayırmaz güzel kadının ıslak dudaklarından.
“Tabancasını çekti kadın. Namlusunda sevda cümleleri. Yüzü dönmüyordu bir türlü soğuğun beyaz gömlekli vücuduna. “Saymaya başla” dedi içinden. Heyecanlandı kabzasını şakağıma dayarken. Barut sıkmıştı tenine, çenemden tutup yaslarken alt dudağına dudağımı, görünmez oldu korkularım. Düşündükçe büyürdü gözümde oysa. Meğer ezberlemek teferruattan ibaretmiş karşısında. Doğaçlama kırmızı aktı beynimin şerbeti. Boyadım sinsi, çapkın ve kıyafetsiz… Boyadım dokunmadık tek bir zerre bırakmadan katilimi.”
Aceleyle yazılmış bir veda mektubu bırakmak yerine veya geçmişi hiç yaşanmamış varsayarak, ruhunu aşksızlıkla terbiye etmek için diyete başvurmak yerine, bütünüyle sevdaya adıyordu ruhunu genç adam. Geniş omuzlarına doğru çekti Karley’in saçlarını, tekrar sordu: “Dönecek misin?”
Karley, “Bana kavuşmak mutluluk olmalıydı senin için, benden ayrılmak ise hüzün. Öylesine umut dolusun ki… Bu ancak yalan olabilir, gerçek değil” diye ufalanan sesini uç uca ekleyerek ayak uydurmuştu kışın nazik avuçlarına. “Hayır” demişti güzel kadın tok bir nefesle devam ederek. Yüreğini gövdesinin arkasında tutup, beyazın camı dövüşünü seyretti. Her dudak darbesi biraz daha ayırıyordu birbirinden ikisini.
“Yakında bu beyazdan daha gerçekçi bir ortak noktamız kalmayacak.” Usulca omuzlarının arasından sıyrılarak geriye doğru attı adımlarını. “Hayır Boris.”
“Bizim için bitti güneş, kış başladı. Yansa bile ısıtamaz yüreklerimizi, yaksa bile eritemez bedenlerimizi. Bu kar ayrılık değil, bilakis son kavuşmamızın canlı şahidi” dedi ve nefesinin sonlandığı yerde ilikledi dudaklarındaki pembeyi.
Boris, masanın üzerinde duran defterden tertemiz yapraklar koparttı. İrili ufaklı bakışlarında gizlemeye çalıştığı milyonlarca ifadeyi tek bir hikayeye sığdırmak için yazdı, dokundu az evvel dudaklarına dokunduğu gibi Karley’in. Ve turuncudan sonra… O dakikada başlamıştı işte turuncudan sonraki devrim…
“Kar düşmüş küçük kadına. Oralı olmayınca erimiş akmış omzundan, suya göstermiş kalbini. Çiğnemiş sonsuz adımlarından üç beş dakikasını yerleştirip dudaklarına ve avazı çıktığı kadar bağıran yağmurun üşümüş romantizmini akıtmış soluğuna. Yalnız çiğ bir beyaz konuşmuş ağlamadıklarıyla. Susup içine yazdığı, sakin ve hiç kimsenin oturmadığı bir bank köşesinde mendiline değdirdiği… Gözle görülmedikçe ağlamış sayılmayız diye, sadece ağaçların üryanlığına bırakmış feryadını. Kadın kaplamış o an dört bir yanı. Beyaz yerine kocaman bir kadın, gözünün doldurabildiği kadar. Seni özleme ülkesi burası. Sonrası tek bir cümleyle barışma. Başkenti, kalbin ayrılıklara tahammülsüzlüğü ve ilk kadife devrimi başka bir kadın. Hayır, aslında o da yine sen, kar düştükten sonra, büyümeyen başlayan küçük kadın… Sonsuz sevgili… İçimde dönüştürüyor değilim seni, olduğun gibi farklısın. Her gün ayrı bir mevsim doğuracak kadar meridyenlerini çıkartmış bedenin. Kar düşmüş küçük kadına bir kez daha… Soyunalım, dökelim kışları fikirlerimizden artık. Tenha bir sahil yaratalım kendimize. Güneşe karşı kalkan yapalım şemsiyemizi ve sarılıp uyuyalım. Ve sonra say ki yüz tutmuşuz sarhoş olmaya. Dalga kesiklerini onaralım dudaklarımızla. Teninde bir avuç rüzgar, gözlerinde ılık mavilik kalsın. Uzun ve incecik kollarını yatır göğsüme. Ellerime tutuşturduğun birkaç sakinleştirici olsun gözlerin. Baktıkça yorgunluğuna, dökül avuçlarımdan. Kadın… Küçük dedim ama hiç, hem de hiç doymadığım için sana.”
Bir cevap yazın