unutulduğunu hissetmek garip bir şey. mesela bir balonun ucuna bir dilek yazıp, bir gün dönüp dolaşıp o dileğini gerçekleştireceğini düşünerek gökyüzüne göndermek gibi. ama balonun bundan haberi yok. yani o tamamen kendi yolunda ve senin ondan ne beklediğin ve dilediğin umurunda bile değil. işte unutulmakta böyle bir şey olsa gerek. senin, anılarını içine sığdıramayıp kaybolduğun bir gezegenden onun elini kolunu sallayarak çıkışa doğru yürümesine şahitlik etmek gibi. ağrılı ve yorucu bir his.
aşk karşılıklı olduğu zaman ağrısının da karşılıklı olacağı sanılır fakat o anılar da yalnızca bir kişi hapsolur, diğeri ise hiç o anları yaşamamış gibi hayatına devam eder. anılarına yenik düşüp içinde kaybolan mı, yoksa hiç bir şey olmamış gibi devam etmeyi tercih eden mi daha güçlüdür, bu tartışılır. fakat istesen de bir daha asla geri dönemeyeceğin o güzel günleri gözünü kırpmadan bir anıya dönüştürüp içine birini hapsetmenin acımasızlığı tartışılamaz.
mesela başka biriyle paylaştığın bir hissi belli bir süre kendi başına taşımanın verdiği yükte insanı belli süre sonra hissizleştirir. bu da bir insanda açılabilecek en büyük yara olur. çünkü o yarayı ne kendisi, ne annesi, ne arkadaşı ne de bir başkası kapatabilir. çünkü büyük yaraları ancak o yarayı açanlar kapatabilir. ama o, sende açtığı yarayı bile çoktan unutmuştur. tıpkı seni unuttuğu gibi. dedim ya, unutulmak garip bir histir. içinde bir yerlerde hep, bir gün tekrar hatırlar mı sorusu kalbini gıdıklar. hatırlar mı bilemem, ama hatırladığın da artık çok geç olacağına dair yemin edebilirim. yani birinin artık sizi sevmediğini anladığınız ana kadar bu sevgi sizin için bir anlam ifade etmez. çünkü hiç kimse kaybetmediği insanın değerini bilmez.
şimdi oturup unutulmanın verdiği o garip hisse bir sigara yaktım, bazen havaya verdiğim dumanla o hissinde uçup gittiğini hayal ediyorum. ama yükümü hafifletmiyor. yani bilemiyorum mutluluk sigarası yakmayalı çok oldu, ama unutanlar çoktan pamuk şekerini bitirmişlerdir bile…
Bir cevap yazın